Genel seçimlere daha 7 ay var, ancak daha şimdiden seçim hazırlıkları, propaganda çalışmaları tüm hızıyla başladı bile. Tayyip Erdoğan’ın, kendisinin de farkında olduğu gibi çok çalışması gerekiyor. En son önüne gelen anketler, “Davutoğlu’nun başbakanlığı kıvıramadığına” işaret ediyor. Dolayısıyla işin büyük kısmını kendisi yapmak zorunda. Çünkü AKP iktidarı kaybettiği durumda başta kendisi olmak üzere, kurduğu tüm […]
Genel seçimlere daha 7 ay var, ancak daha şimdiden seçim hazırlıkları, propaganda çalışmaları tüm hızıyla başladı bile. Tayyip Erdoğan’ın, kendisinin de farkında olduğu gibi çok çalışması gerekiyor. En son önüne gelen anketler, “Davutoğlu’nun başbakanlığı kıvıramadığına” işaret ediyor. Dolayısıyla işin büyük kısmını kendisi yapmak zorunda. Çünkü AKP iktidarı kaybettiği durumda başta kendisi olmak üzere, kurduğu tüm tezgah da yerle bir olacak. Dolayısıyla böylesi kritik bir dönem çok iyi planlanmak zorunda.
Anlaşıldığı üzere Tayyip Erdoğan’ın planı asıl olarak üç başlıktan oluşuyor. İlk olarak, şimdiye kadar konsolide etmeyi başardığı AKP kitlesinin dağılmasını engellemek. Bunun için de gericilik dozunu giderek arttırdığı propaganda ve icraatlara daha da fazla sarılmak zorunda. O da öyle yapıyor. Amerika’yı Müslümanların keşfettiğini uyduruyor[1], türbanı/imam hatipleri sürekli gündemde tutuyor, yeni mescitler açıyor, yeni camiler inşa ediyor.[2] İkinci olarak yeni bir “yol kazasına” meydan vermemek için Cemaat’in devlet içindeki kadrolarına yeni operasyonlar çekerken, var olanları tasfiye etmenin yeni yollarını arıyor. Polis kolejlerini, akademisini kapatıp, hızla kendisine bağlı yeni kadrolar aramaya girişiyor. Fethullahçı hakim ve savcıların yetkilerini sınırlamak için tüm yargı alanına yeni düzenlemeler getiriyor. Ve üçüncü olarak da Kürt siyasi hareketini seçim öncesi maniple etmek için yeni (aslında uzun süredir ezberlediği) taktikler geliştiriyor. Şimdiden “önümüzdeki Newroz’da silah bırakmanın açıklanacağı” söylentisi yayılarak, seçimlere silahsızlandırılmış bir Kürt hareketi ile ilerleneceği beklentisi yaratılıyor.[3] (Tersi bir durumda ise AKP’nin hazırladığı argüman ise belli; bütün suç PKK’nin.)
Bu temel başlıkların yanında “ufak taktikler” de belli; 1,5 milyon Suriyeliye vatandaşlık hakkı verip seçmen yapmak, seçim hilelerinde aşama kaydetmek, dilencileştirme ağlarını revize etmek, medya üzerindeki baskıyı arttırmak vs vs. Başbakan Davutoğlu’nun eli boş kalmasın diye 5 yıldan sonra Alevi açılımı yeniden gündeme sokulurken, mezhepçi faşizmin, cihatçı çetelerin iktidarı Dersim’de ‘özür dileme’ şovları ile artık bu ülkede can güvenliğini tehdit altında hisseden Alevileri oyalayabileceğini umuyor…(Baktı ki kendi kitlesini tutmakta gerçekten zorlanıyor Gezi Parkı’na girme seçeneğini de elinde tutabilir…)
Muhalefet de boş durmuyor bu arada. Seçim çalışmalarına erken başlanmasının nedeni Tayyip Erdoğan’ın bir “sürpriz” yapıp seçimleri erkene alacağı kaygısı. Bu kaygı yersiz de değil, çünkü “Haziran korkusu” AKP için hiç de yabana atılır türden değil. Kılıçdaroğlu AKP kitlesinden oy istemeye çoktan başladı bile. Hatta teşkilatta çok büyük bir değişiklik yapıp Ankaralı Murat Karayalçın’ı İstanbul teşkilatının başına getirmeyi planlıyor. İstanbul’u “çok iyi bilen” Karayalçın artık CHP oylarını ikiye, üçe katlar. CHP’nin ulusalcıları ise sıkıştıkları tünelden çıkış yolu arıyorlar. Emine Ülker Tarhan’ın ayrı bir parti kurma girişimi ile açtıkları bayrak, barajın yüzde 10 olduğu seçimleri göğüslemekten çok CHP içinde yapacakları blöfü güçlendirme amacı taşıyor. Yaklaşan seçimler sağ cenahın en pespaye kişiliklerinin bile iştahını kabartmış durumda, İdris Naim Şahin bile parti kurdu.[4]
Aslında hepsinden önce seçim startını ilk verenler birleşik muhalefetçiler (ÖDP’liler) oldu. Daha önceki seçim süreçlerinden ders çıkartmış olmalılar ki bu sefer işi sıkı tutuyorlar. Hatırlanacağı gibi bir seçime, belgelerini yetiştirememiş oldukları için girememişlerdi, bir diğerinde ise parti başkanlarını (yani Ufuk Uras’ı) bağımsız ortak adaylardan biri olarak kabul ettirmişlerdi de bu şahsın yanlış olduğunu çok sonradan anlamışlardı! Ancak her şeye rağmen, yani tüm bu eksikliklerine, yanlış tercihlerine rağmen, yeniden iddia sahibi olan, yeniden deneyen, yeniden başlayan ve ne olursa olsun mutlaka parlamentoya girmeyi sol adına mutlak amaç haline getiren bu “inatçı emeğin” tarihsel rolünü kayda geçmek gerek. Sol tarih, yapılanların olduğu kadar, yapılamayanların da tarihidir. Bir de yapılması gerekip de yapılmayanların…
Pekiyi, genel seçimlerin yaklaştığı bu dönemde toplumsal muhalefetin varını yoğunu seçim sandığına odaklaması/odaklandırılması ne kadar doğrudur? Bu soruya anlamlı bir yanıt verebilmek için halkın, şu an siyasi iktidara karşı muhalefet ettiği konulara bakmak gerekecek. AKP’nin Ortadoğu ve Kürt siyaseti politikalarına karşı çıkışlar bir yana bırakılacak olursa halkın AKP’ye karşı gerçekleştirdiği muhalefet eylemleri, AKP’nin uyguladığı gerici neoliberal politikalara odaklanmaktadır. “Okuluma dokunma”, zorunlu din dersini kaldır, “koru’ma cami dikme”, “zeytinimi kesip termik santral yapma”, “vadime HES inşa etme”, “toprağımı siyanürle kirletme”, “taşerona son ver”, “işyeri güvenliğini ve işçi sağlığını koru” vs. Bunlar görüleceği gibi neoliberal politikaların emrettiği, kent ve doğanın sermaye tarafından talanı ve mülksüzleştirme/
Pekiyi, bu eylemler hangi koşullarda başarılı sonuçlara ulaşmaktadır? Parlamento içi muhalefet ya da temsiliyet AKP’nin politikalarını engelleyebilmekte midir? Bu soruların yanıtı da aslında yakın tarihimizde, 2013 Haziran’ında verildi. Taksim Gezi Parkı’na AKP tarafından yapılmak istenen topçu kışlası, “ne yazık ki” parlamento içi muhalefetle ya da üç-beş tane milletvekilinin etkinliğiyle değil, halkın fiili direnişi ile engellendi. AKP’nin gerici saldırganlığı ancak ülke çapında onlarca gün süren mücadelelerle karşılık bulunca “akıllandı”. Yasal muhalefet, fiili direnişin arkasından geldi, hatta çoğu zaman ona yetişemedi bile.[5] Ancak “işler” durulduğunda tekrar sahneye çıkma fırsatı bulabildi. Yasal siyasi muhalefet sahneye çıktığında ise (tıpkı tarihteki çoğu dönem yaptığı gibi) o zamana kadar oluşmuş tüm dinamizmi (onun temsiliyetini yaratmak üzere değil) kendi arkasına katmaya çalışarak, onu seçim sandığında temsiliyete (seçmen oyuna) dönüştürmeye girişti. Haziran İsyanı’nın arkasından yaşanan yerel seçim taktikleri ve sonuçları ortada!
Bugün asıl yapılması gereken var olan mücadeleleri düzenin kurumları, yasaları ve temsiliyet mekanizmalarına yöneltmek yerine, halkın neoliberalizme karşı sürdürdüğü direniş mücadelesini büyütmek, güçlendirmek ve yaygınlaştırmaktır. Bunun için direniş/savunma mücadelelerinin önünde duran temel sorunları görmek ve çözmeye çalışmak zorunluluk. Şu an bu mücadelelerin sorunları üç temel noktada odaklanıyor.
Var olan hak mücadelelerinin (kent, doğa, emek) nasıl siyasallaşacağı, daha ileri siyasi hedefler içereceği? Yani gerek mücadelenin içeriğinin gerekse de mücadeleyi sürdüren bireylerin/toplulukların siyasi iktidar mücadelesinin aktif bir parçası haline getirilmesi için izlenmesi gereken yolun belirlenmesi, bunun için değerlendirilmesi gereken siyasal araç ve yöntemlerin tespiti temel önem oluşturmaktadır.
Bununla birlikte henüz güçlü bir gelişkinlik seviyesi yakalayamamış (kendi çizgisini, temsilcilerini, ilkelerini, araçlarını oluşturamamış) bu hareketler, var olan çarpık siyasal araç ve söylemlerin payandasından nasıl kurtulacaklar? Yani kendilerinin belirleyemediği bir yasal temsiliyet alanına hapsolmamak için, düzen hukukunun çetrefilli yollarında kaybolmamak için, düzen tezgahtarlarının provokasyonlarına/
Ayrıca bunların yanında, farklı mücadelelerin birleştirilmesi amaç edinilirken ayrışmış mücadeleleri sürdüren farklı özneler ortak mücadelenin organik parçaları haline nasıl getirileceklerdir? Yani Kürtlerle Türklerin, küçük burjuvalarla yoksulların, güvencesizlerle köylülerin gericilik karşıtı, neoliberalizm karşıtı bir haklar hareketinin ortak bileşenleri olarak konumlanması kapsamlı bir politik yenilenmeyi, tutarlı bir söylemi ve zengin bir araç yığınağını gerektirmektedir.
Bu soruların yanıtlarını verecek olanlar, hayata geçirecek olanlar ise ne düzen solcuları ne liberaller ne de oturduğu yerden sola akıl vermeyi marifet sayan akıl hocalarıdır. Sadece ve sadece vadide, koruda, ormanda, tarlada, direniş çadırında, kent meydanında soğuğa, güneşe, çamura, gaza bulanarak bu direnişlerin içinde kendi siyasal iddialarını bir an bile unutmadan birer direnişçi olan devrimciler.
Sonuç olarak, gerici neoliberalizmin tarihin çöplüğünde yerini almasını sağlayacak nihai nokta sosyalist cumhuriyetin inşa edilmesidir. Bu ise bizim ülkemizde “hala” bir devrim sorunu!
DİPNOTLAR
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.