Yıl 2005, Erdoğan başbakan. AİHM türban yasağını onaylayan bir karar almış, muhterem “Türban konusunda mahkemenin söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır” deyivermişti. Yıl 2014 artık türban ortaokullarda da serbest, Başbakanlığa bağlanan Diyanet’in başkanı imam nikâhı resmi nikâh yerine geçsin açıklaması yapabiliyor. Erdoğan mı? Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuş, Ak-Saray’ında sadece ‘hukuk tanımazlık’ yapmıyor, dinsel […]
Yıl 2005, Erdoğan başbakan. AİHM türban yasağını onaylayan bir karar almış, muhterem “Türban konusunda mahkemenin söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır” deyivermişti. Yıl 2014 artık türban ortaokullarda da serbest, Başbakanlığa bağlanan Diyanet’in başkanı imam nikâhı resmi nikâh yerine geçsin açıklaması yapabiliyor. Erdoğan mı? Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuş, Ak-Saray’ında sadece ‘hukuk tanımazlık’ yapmıyor, dinsel referanslarla şekillenen yeni bir hukukun inşa sürecini yönetiyor
Yargı, AKP iktidarı boyunca siyasal rejimin dönüşümünde kurucu güç olarak kullanıldı ve egemenler arası çatışmanın açık arenası haline geldi. Bu süreç içinde “hukuk”, neoliberal İslamcı bir rejimin gereklerine, dinsel gericiliği iktidarın temel kaynaklarından biri haline getiren ‘Erdoğan diktatörlüğü’nün ihtiyaçlarına göre dönüşmeye zorlanıyor.
İstanbul Belediye Başkanı iken makamının yasalarla belirlenmiş yetkilerini aştığında “Ben aynı zamanda bu şehrin imamıyım. İnsanların günah işlemesine engel olmak da görevlerim arasındadır” diyen Erdoğan, bugün Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuş, başimamlığa soyunmuş durumda. Oturduğu koltukta sadece ‘hukuk tanımazlık’ yapmıyor, dinsel referanslarla şekillenen yeni bir hukukun inşa sürecini yönetiyor.
Kural dinin, söz hakkı ulemanın
Erdoğan, 2005 yılında AİHM’nin üniversitede türban yasağını onaylayan kararına yönelik olarak “Türban konusunda mahkemenin söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır” dediğinde ortalık ayağa kalkmıştı. Dönemin Başbakanlık Sözcüsü Akif Beki, açıklama yapmak zorunda kalmış, “Sayın Başbakan’ın dünyevi hukuk alanına giren bir düzenlemenin, din bilginlerine bırakılması gerektiğini söylemesi söz konusu değildir” demişti. Artık türban ortaokula kadar serbest. ‘Dünyevi hukuk’ meselesine gelince; AKP iktidarında giderek bir fetva makamına dönüştürülen Diyanet İşleri’nin Başkanı bugün burjuva eşitlik ilkesinden temellenen medeni hukuku hiçe sayarak imam nikâhının resmi nikâh yerine geçmesini, AKP kadın kolları ise nikâhın camilerde kıyılmasını açıkça savunuyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşe Nur İslam ise Suriyeli kadınların ikinci, üçüncü eş olarak alınmasını, yani mevcut yasalara göre cezai yaptırım gerektiren bir durumu, “misafirperverliğimize uymuyor” söylemi ile eleştirip, erkekleri sorumlu davranmaya çağırabiliyor.
Diyanet fetvasından cemaat kurallarına: İkili hukuk
AKP döneminde dinsel örgütlenme/cemaat ağları ile toplumsal yaşamdan gündelik pratiklere kadar burjuva hukuk ile iç içe ilerleyen bir cemaat/tarikat hukuku (ikili hukuk) sistemi olgunlaştırıldı. Öyle ki Erdoğan etrafında kurulan ve iktidarın sürekliliğini sağlamada önemli bir manivela olan çıkar ağları dahi bir nevi dinsel onay mekanizmasından geçirilerek işletildi. 17 Aralık yolsuzluk tapelerinde ‘AKP’nin imamı’ olarak bilinen Hayrettin Karaman’ın “hayır için işadamlarından bağış istenebilir” diyerek rüşvet fetvası verdiği ortaya çıktı. “İslam’la sekülerizm/laisizmin yan yana gelmesi mümkün değildir” diyen Karaman rüşvet fetvası verdiği dönemde Diyanet’in düzenlediği törende ‘Din Adamı’ ödülünü bizzat Erdoğan’ın elinden almıştı.
Yolsuzluk operasyonları sonrasında AKP İstanbul milletvekili Metin Külünk’ün sarf ettiği “Herkesin günah işleme özgürlüğü var, ayıplar örtülmeli” sözleri ise dinin seküler hukukun karşısına nasıl çıkarıldığı konusunda bir başka örnekti. ‘Hayır işleri’ yapanlar gayet ‘dünyevi’ olan kamusal varlıkları satıp savarak çalmış çırpmış, ceplerini doldurmuş ancak dava dosyalarına Erdoğan’dan başlayarak kendi adları dizildiğinde bu dünyada yargılanıp ‘aklanmak’ yerine ‘öte dünyayı’ işaret edivermişlerdi. Aynı memlekette ‘öte dünyaya’ gönderme yapan bir tweet [1] yüzünden Fazıl Say, bu memlekette dini değerleri aşağılamaktan yargılanmış, ifadelerin “kamusal barışı bozmaya elverişli olduğu” da gerekçe gösterilerek ceza almıştı.
Biz ‘ötedünya’yla ‘dünyevi hukuk’ arasında gidip gelirken bu toplum Erdoğan’ın, dini referans göstererek mevcut hukuk düzeninde tanınan haklara yönelik her saldırısında kendi deyişi ile ‘ulema’dan bu çıkışı destekleyecek bir açıklama gelmesine ‘alıştırılmaya’ çalışılıyordu. Bunun en yakıcı örneklerinden biri kürtaj hakkına yönelik saldırıda yaşanmıştı. Erdoğan’ın “kürtaj bir cinayettir” açıklamasının hemen ardından Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez devreye girmiş ve ‘hükmü’ açıklamıştı: “Kürtaj haram ve cinayettir, çocuk aldırmak cinayet hükmündedir.”
Yargıda imam dönemi
AKP döneminde yargıdaki kadrolaşmada din hatta cemaat/tarikat referansları belirleyici oldu. Kendisi de bir dönem Adalet Bakanlığı yapmış olan Mehmet Ali Şahin 17 Aralık operasyonlarından hemen sonra itiraf ediyordu, yargıdaki gerici kadrolar Gülen Cemaati’ne bağlı bir hiyerarşi ile örgütlenmiş imam ağı ile yönetiliyordu.
AKP’nin düzen kurucu parti haline gelmesine yarayan Balyoz, Ergenekon, KCK gibi davaları/operasyonlarını sürdüren bu ağ aynı zamanda dini referanslarla bir içtihat oluşturmaya da başladı. Zorunlu din derslerine karşı açılan davada Danıştay 8. Dairesi derste Kur’an ve Hz. Muhammed merkezli birleştirici bir yol izlendiği, hiçbir mezhep veya oluşuma atıfta bulunulmadığı gerekçesi ile başvuruyu reddetti. Yine Eski Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Turan Eser’in Diyanet bütçesinden cemevlerine kaynak aktarılmasını ve Diyanet TV yayınları ile dinsel fetva verme uygulamalarına son verilmesini talep eden başvurusu Ankara 17. İdare Mahkemesi tarafından oybirliğiyle reddedildi. Mahkeme, Diyanet’in milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek faaliyetlerini sürdürdüğünü savundu. Hukukta dinsel referansların kullanılmasına bir örnek de askeri mahkemelerden geldi. Malatya Askeri Mahkemesi vicdani ret ilan eden Muhammet Serdar Delice’nin davasında “İslam’da vicdani ret yoktur” diyerek Delice’ye bu hakkı tanımadı.
Her şeyin bir ‘sınırı’ var
AKP iktidarının bugüne kadar işlettiği fiili ikili hukuk düzeni ve gerici kadrolar eli ile içtihat oluşturma yönteminin bir sınırı var. Bu sınır yargıdaki gerici örgütlenme ağı iktidar içi çatışmada Erdoğan’ın aleyhine döndüğünde AKP tarafından çarpıcı biçimde görüldü. O nedenle AKP bir yandan yargıda Cemaat kadrolarını dağıtma ve kendi kadrolaşmasını yaratmak üzere hamle yaparken diğer yandan asıl olarak yaratılan fiili durumu bir başka ‘hukuk düzeni’ne dönüştürmeye yani kalıcılaştırıp/kurumsallaştırmaya çalışıyor. Ne Diyanet’in bu yıl içinde Başbakanlığa/yürütme makamına bağlanması ne de ardı ardına gelen açıklamaları bu süreçten ayrı düşünülemez.
Bu dönüşüm, Türkiye’nin değişik dönemlerinde değişik iç ve dış dinamiklere ve çatışmalara bağlı olarak “dünyevileştirilen” hukuksal çerçevenin dini kural ve hükümlerin referans haline getirildiği bir hukuksal çerçeve ile zorlanması anlamına geliyor. Dinin kamusal ve toplumsal ilişkilerin hukuki temelini belirleyemeyeceği kabulüne dayalı laiklik anlayışını reddeden bu adımlarla dinsel kural ve dogmalarla hukuku kuşatan AKP, neoliberal sömürge faşizmindeki iktidar sürekliliğini sağlayacak bir başka vurucu güç elde etme çabasında. Olan biten, ‘hukuk’ alanında yaşananların basitçe ‘cemaat-AKP’ çatışmasına sıkıştırılarak izlenemeyecek kadar önemli olduğunu gösteriyor, özellikle gericiliğe karşı mücadele diye bir mücadele gündemimiz var ise!
[1] Fazıl Say’ın attığı tweet ”Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun, cennet-i ala meyhane midir / Her mümine iki huri vereceğim diyorsun cennet-i ala kerhane midir – Bilmem fark ettiniz mi nerede yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi Allahçı”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.