Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, adım adım Saddamlaşıyor. Bu tür bir tezi ileri sürerken, hiç de ezber konuşmuyoruz. Bunun için o kadar çok somut veriler ortada duruyor ki, isteyen herkes bu çerçevede bir karşılaştırmayı çok rahatlıkla yapabilir. Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgaliyle başlayan ve en son saltanatının yıkılış anına kadarki söylem ve imajı ile Recep Tayyip Erdoğan’ın söylem […]
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, adım adım Saddamlaşıyor. Bu tür bir tezi ileri sürerken, hiç de ezber konuşmuyoruz. Bunun için o kadar çok somut veriler ortada duruyor ki, isteyen herkes bu çerçevede bir karşılaştırmayı çok rahatlıkla yapabilir.
Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgaliyle başlayan ve en son saltanatının yıkılış anına kadarki söylem ve imajı ile Recep Tayyip Erdoğan’ın söylem ve imajını, bir bir göz önüne getirin ve bunları karşılaştırın. Yapılacak karşılaştırmada görülecektir ki, Erdoğan, sadece yüzeysel bakımdan birkaç noktada farklı duruyor. Fakat ortak tarafları, özellikleri çok daha fazladır. En iyisi bu fark ve benzerlikleri sıralayarak görmeye çalışalım.
Birincisi: Erdoğan, Saddam gibi eline tabanca alıp havaya ateş etmiyor, sıkmıyor.
İkincisi: Meydanlarda namazlık serip de uluorta gösteri maksadıyla namaz kılmıyor. O, bu emelini daha ziyadesiyle cami açılışları biçiminde ortaya koyuyor, sürdürüyor.
Üçüncüsü: ABD ve diğer bütün Batılı güçlere karşı, her ne kadar Saddam’la özünde aynı ruh ve düşünce yapısına sahip olmuş olsa da, duygu ve düşüncelerini tam olarak dobra dobra ortaya koymuyor. Bunun yerine, oldukça korkakça ve ya ikiyüzlüce bir tepki gösteriyor, veryansın ediyor. Bilindiği üzere, bu konuda Saddam çok daha dobra hareket ediyordu. Ancak buna rağmen ABD başta olmak üzere, cümle Batı ülkeleri, Erdoğan’ın gerçek niyetini ve düşüncesinin özünü çok iyi okuyorlar, onu çözmüşler. Rojava Kürdistan veya Kobanê üzerinden cereyan eden polemikleri iyi hatırlayalım.
Dördüncüsü: Erdoğan’ın esas olarak bire bir Saddamlaştığı nokta, Kürt ve Kürdistan karşıtlığıdır, düşmanlığıdır. Bu arada şayet birileri çıkıp Güney Kürdistan federe devletiyle olan ilişkileri, bu dediklerimize karşı bir tez örneği olarak ileri sürecek olurlarsa, haliyle buna da verilecek cevabımız vardır. Erdoğan bu konuda asla samimi değildir ve esasında kendi ekonomik ve politik çıkarlarını gözetmektedir. Nitekim İD (IŞİD) Güney Kürdistan’a, Erbil’e saldırdığında, herkesin dostluğunu, boyunun ölçüsünü çok iyi gördük. Dahası da var. Erdoğan, bu bağlamda PKK hareketiyle varılacak bir olası ulusal kongreyi içerden engellemekte, dinamitlemektedir.
Beşincisi: Aynen o zamanlar Saddam’a karşı yapılmış olduğu üzere, uluslararası sistem sahipleri kesinkes Erdoğan’ın da biletini kesmiştir. Tabi bu demek değildir ki, Erdoğan’ın da sonu mutlaka Saddam Hüseyin’in yaşadığı biçimde olacaktır. Hayır, onun düşürüleceği konum çok daha faklı olabilir.
Batı dünyasının en saygın gazete ve dergilerinin, bu aralar üst üste Erdoğan’ı, IŞİD sembolleriyle yan yana kapağa çıkarıp deşifre etmeleri ne bir tesadüf ne de sadece bir propaganda durumundan ibarettir. Özellikle bu bağlamda bir kez daha hafızamızı yoklayıp, Saddam Hüseyin’in, o son süreçlerini iyi hatırlayalım, diyorum.
Belki biraz komik olacak ama bir düşün ki, gelinen aşamada Doğu Perinçek gibi bir ajan-provokatör bile, artık açık açık bütün gücüyle Erdoğan’ı destekliyor, sahip çıkıyor. Bu arada unutmayalım ki, bu aynı Doğu Perinçek, daha önce de böyle bir tarzda Saddam Hüseyin’e sahip çıkmıştı. Dolayısıyla Doğu Perinçek’in bir yoldaşı olmuş bulunan Erdoğan’ın resminin, bundan böyle hangi tabloda olduğu ortaya çıkıyor. Mesele, ortak sömürgecilik hegemonyasının artık can çekişmesidir. İşte bu temelde Erdoğan ve Perinçek gibilerini ölüm sıtması tutmuştur.
Peki, Erdoğan’ın asıl derdi nedir? ABD ve Batılı ülkelerle ne gibi bir politik sorunu, alıp veremediği vardır? Besbelli ki, Erdoğan “Bırakın biz TC=AKP Devleti ve İD (IŞİD) olarak beraber Kürtlerin köküne, Kobanê’de kibrit suyunu dökelim. Rojava Kürdistan’ı ortadan kaldıralım ve siz de buna hiç ses çıkarmayın, gözünüzü kapatın,” diyor. Fakat birçok politik denklemden dolayı, ABD, eskisi gibi bir 30 yıl daha her bakımdan Türk devletini, Kürdistan halkına karşı desteklemek istemiyor.
Yapmış olduğumuz bu özet sıralamadan sonra, düz yazmaya devam edelim. Bir kere çok açık bir biçimde, aynen Saddam gibi Erdoğan da, tamamen bir Kürt düşmanıdır. Düşünün ki, 2005 yılında Amed’de, bir mitingde “Kürt sorunu vardır ve bu benim de sorunumdur”, dedi ve fakat sonra da bir daha asla Kürt sorunu diye bir kavramı kullanmadı. Dahası, Cengiz Çandar’a, o zaman, o kelimeyi kullanmasının da çok yanlış olduğunu söylemiştir, pişman olmuştur.
Yine ha keza daha sonra iki defa MİT üzerinden Sn Öcalan ile bir diyalog içerisine girilmiş ve fakat bunu da yine asla bir Kürt sorunu olarak adlandırmamış, adını koymamıştır. Bunun yerine meseleyi bir “terör” sorunu biçimde ele almıştır. Daha doğrusu, salt kuru bir “Kürt kökenli kardeşlerim” lafı dışında, Kürt sorununun varlığını sözlü olarak dahi telaffuz etmemiştir. Bu arada iyi biliyoruz ki, Saddam Hüseyin, Kürdistan ifadesini hiç komplekse düşmeden kullanıyordu. Ve bilinen hesaplar bağlamında Erdoğan da, ancak Güney Kürdistan üzerinden bu ifadeyi bir iki defa kullanmakla yetindi.
İşte tam da bu düzlemde Recep Tayyip Erdoğan, Saddam Hüseyin’in bir ikizi olarak karşımıza çıkıyor. Hatta birçok yönüyle Saddam’dan bile beterdir. Örneğin, Saddam asla “şayet Meksika’da bile bir Kürdistan kurulacak olunursa, biz oraya da müdahale ederiz,” dememiştir, demedi. Burada asıl konumuz duygusallıktan çok öte, Kürdistan’ın varlık yokluk meselesidir. Onun geleceğe dair politik strateji kuramıdır.
Tamam, Saddam Hüseyin bir Halepçe katliamını yapmıştır ve bu zaten bu biçimde tarihe mal olmuştur ve de bunun bedelini de ödedi. Ancak dediğim gibi Saddam hiçbir zaman, ideolojik ve politik olarak dört parça Kürdistan düşmanlığını, bir temel strateji biçiminde ele almamıştır.
Ne Rojava Kürdistan’a ne de Kuzey ve Doğu Kürdistan’a düşmanlık gayesine düşmüştür. Dolayısıyla aynı şeyi İran ve Suriye sömürgeci devletlerinin Kürdi politikası için de söyleyebiliriz. Yani kendi egemenlikleri altında bulunan Kürdistan parçalarına her türlü sömürgeci uygulamayı reva görmüşlerdir, ama başka parçalara karşıtlık temelinde müdahil olmamışlardır. Bu politik stratejiyi, sadece bir Türk sömürgeci devleti, onun egemen sınıf zihniyeti öngörür ve bu yalnız ona mahsustur. Buradan hareketle Erdoğan’ın, Kürt ve Kürdistan düşmanlığını daha iyi okuyabiliriz, anlayabiliriz.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, artık ABD ve Batı sistemi bu çağ dışı sömürgeciliği daha fazla bir yük olarak kendi sırtlarında taşımak istemiyor. Bu işin bir yanıyken, diğer bir taraf da Erdoğan’ın tamamen bir radikal İslam ideolojisine sahip olduğunun anlaşılmasıdır. Öyle ki, gelinen aşamada ABD ile Batı açısından bir Beşar Esad bile, Erdoğan’a kıyasla evladır. Her ne kadar bunu açıktan söylemeseler de, bu böyledir.
Bütün bu ifade ettiklerimiz, işin uluslararası politika ve diplomasi kısmını içeriyor. Birçok çevre boşuna Türkiye’nin, hemen NATO’dan atılması, çıkarılması söylemini kullanmadı.
Dolayısıyla daha doğru bir tanımla, tüm bu politika ve diplomasi çekişmelerinin odağı, artık esas olarak Kürdistan merkezli Ortadoğu bölgesidir. Kürdistan’ın jeopolitik konumu bakımından sahip olduğu politik denklem, ABD ve diğer uluslararası güçlere, yeni bir sistemin kuruluşu ve inşası için çok büyük fırsatlar sunuyor. Tam da bu günlerde İngiltere’nin Afganistan’la ilişkilerini tamamıyla koparması ve bunu açıkça ilan etmesi boşuna değildir. Bunun basit bir haber olarak okunmaması gerekiyor. Mesele bunun çok ötesindedir. Radikal İslam’la mücadelenin zaman ve zemin değişimi burada deklere edilmiştir. Ve adres Kürdistan’dır. Ortadoğu eşittir Kürdistan somutu oluyor. Çünkü hakikaten de Radikal İslam ideolojisi bölgede bir baş belası olarak ilerliyor ve başta Türkiye olmak üzere, her güç bu verili durumu kendince kullanıyor. Onun için bu durumda, herkes biraz şapkasını önüne koymuş oluyor. AKP ile IŞİD’in ortak bir politik stratejiye yatmaları, Batı’yı ciddi biçimde korkuttu. İşte ABD ve Kürdistan’ın ilişkisi bu bölgesel denklemlerin ışığında oluşuyor.
En önemlisi, bundan böyle Rojava Kürdistan Devrimi’nin karakteri bir üst düzeye çıkarılarak, buna başarı ve zafer yolu açılarak buradan Erdoğan stratejik bir politik yenilgiye uğratılacaktır. Bu durumun pratikte hayat bulmasının, yaşamsallaşmasının kaynağı, ABD ile “AKP = Erdoğanlı TC devleti”nin ortaya çıkan uzlaşmaz çelişki noktasıdır. Buradan hareketle Kürt ve Kürdistan üzerinden bir hesaplama söz konusudur.
ABD emperyalizmi, Erdoğan önderlikli Türkiye hükümetini değiştirmek istiyor. Bunun için de, Rojava’nın mevcut pozisyonu bir fırsat olmuştur. Dolayısıyla ortaya çıkan bu açık çelişkiden Kürdistan Özgürlük Hareketi de kendi planları doğrultusunda yararlanmak durumunda oluyor. İD’i (IŞİD) her bakımdan destekleyen, donatan bir Erdoğan Devleti gerçekliği karşısında Kürdistan Özgürlük Hareketi adeta bu taktik politikayı zorunlu olarak benimsemiş, buna mecbur kalmıştır. Önemli olan bunun uzun erimli bir politik stratejiye dönüşmeden, mevcut imha kuşatmasını kırmaktır, yarmaktır. Bu bilinçle hareket edildiğinde, daha önce de dediğimiz gibi, Rojava Devrimi yenilgiden kurtulacak ve bir üst aşamaya çıkacaktır. Haliyle de Rojava Kürdistan’ın Devrimi, her bakımdan Kuzey Kürdistan’ın da Özgürlük Devrimi demektir.
Hemen herkes, bu son süreçte hep şu soruyu sorup durdu: AKP = TC Devleti kendi içinde çözüm sürecini sürdürüyor, ama buna karşın, Rojava’da Kürt ve Kürdistan karşıtlığını yürütüyor, düşmanlık yapıyor, diyorlardı. Dolayısıyla bu ne biçim iştir, bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu, diye çokça kafalar karışıyordu. Oysa işin iç yüzü, gerçek mahiyet hiç de bu formüle edilen bir biçimde değildi. Yani esas olarak işin iç yüzünde herhangi bir terslik yoktu, perde arkasında bir karışıklık bulunmuyordu.
Doğru olan, orijinal olan TC=AKP’nin Rojava-Kobanê politikasıydı. Fakat buna karşın Kuzey Kürdistan’a dair yürütülen sözüm ona çözüm süreci esas olarak yamuktu, yalandı, sahteydi. Burada amaç, Kürtleri yanıltmaya dayalı, tasfiye hesapları üzerinde yürüyordu.
Nitekim bugün, hiç kimsenin artık inkâr edemeyeceği bir biçimde bu hakikat açığa çıkmıştır. Bülent Arınç’ın bile ne denli şahinleşmiş olduğunu ibretle izliyoruz. Çünkü AKP=TC Devleti ile İD’in (IŞİD) bütün kirli planları Rojava’da deşifre oldu. İşte bu yüzden sözüm ona ılımlı, güvercin olan bir Bülent Arınç bile çılgınlaşıyor. Ama olsun. Bu biçimde maskelerin indirilmesi çok daha iyidir. Kürt ve Kürdistan halkı buradan asla kayıp etmeyecektir. Çünkü Kürtler hep yanıltılarak kayıp ettiler. Şimdi kesinlikle iyi yoldayız, iyi bir yerdeyiz.
Rojava- Kobanê savaş pozisyonunda bir netleşmeye doğru gidiliyor. Burada bir zamanlar Saddam’ın sömürgesi olan Güney Kürdistan peşmerge güçleri ile YPG’nin bir ortak savunması durumuna şahit oluyoruz. Haliyle gördüğümüz gibi nihai sonuç, Kürdistan kuvvetlerinin üstünlüğüyle noktalanacaktır.
Dolaysıyla bu durumda İD (IŞİD) ve Erdoğan’ın sonu ortak olacaktır. Buna Saddam’ın bir farklı tonu, rengi de diyebiliriz.
alihidir20@hotmail.com
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.