Devrim programı, dinsel faşizm inşasına karşı mücadele koşullarına uyarlansa bile, “cumhuriyet” talebiyle yetinilemez 1960-1980 yılları arasında Türkiye devrimci hareketinin teorik düzeyi toplumsal mücadeleyi geriden takip ediyordu. Dünya devrim modellerinin taklitleri olan MDD’cilik, “İkinci Kurtuluş Savaşı”, “güler yüzlü sosyalizm”, “fokoculuk” gibi sulandırılmış stratejiler bu sayede tutunabildi. Buna rağmen yine de bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm talebi daima […]
Devrim programı, dinsel faşizm inşasına karşı mücadele koşullarına uyarlansa bile, “cumhuriyet” talebiyle yetinilemez
1960-1980 yılları arasında Türkiye devrimci hareketinin teorik düzeyi toplumsal mücadeleyi geriden takip ediyordu. Dünya devrim modellerinin taklitleri olan MDD’cilik, “İkinci Kurtuluş Savaşı”, “güler yüzlü sosyalizm”, “fokoculuk” gibi sulandırılmış stratejiler bu sayede tutunabildi. Buna rağmen yine de bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm talebi daima gür bir sesle dile getirildi.
Hareketin cılız, ama entelektüel birikimin ileri olduğu günümüzdeyse tersi bir görünüm var: Sosyalist devrim, halk devrimi gibi projelere artık eskisi kadar itibar edilmiyor. Bileşenlerinden yalıtılmış ve içi boşaltılmış antiemperyalizm, özgürlük, laiklik savunuculuğu revaçta. Sosyalist yerine “Aydınlanmacı”, devrim yerine “Aydınlanma Devrimi”, proletarya hegemonyası yerine “karşı hegemonya” denilebiliyor. Sol Kemalizm esinli eski kavramlar cilalanıp yeniden dolaşıma sokuluyor: “Laiklik mücadelesi”, “cumhuriyetin kazanımlarının korunması”, “yeni Orta Çağ”, “yeni Aydınlanma”, “emekçi aydınlanması”, “sol Türkiye”, “yeni Cumhuriyet” bunlardan bazıları. Gelgelelim AKP iktidarına ve dinsel faşizm inşasına alternatif diye sunulan bu projede sosyalizmin adını fazla duymuyoruz.
Çeşitli gruplar ve aydınlar arasında yayılan bu eğilim son zamanlarda daha da göze çarpar hale geldi: 29 Ekim’de Türkiye Cumhuriyeti’nin 91., 7 Kasım’daysa Ekim Devriminin 97. yıldönümü kutlandı. Ne ki Cumhuriyet’i makaleler, bildirgeler, anmalar ile bir hafta boyu şen şakrak kutlayan bu çevreler, aynı hassasiyeti Ekim Devrimi’ne göstermediler, yasak savmakla yetindiler. Oysaki yazının başında andığımız dönemde bunun tam tersi olurdu: Ekim Devrimi coşkuyla kutlanır, Cumhuriyet ritüelleri devlet ricaline bırakılırdı. Çünkü birinin sosyalizmi ve sömürüsüz baskısız geleceği, diğerininse geçmişi ve mevcut egemenlik sistemini temsil ettiği düşünülürdü.
Burjuvazinin ve büyük toprak sahiplerinin iktidarını yıkarak proletaryayı ve yoksul köylüleri başa getiren Ekim Devrimi, sınıflı toplumlar tarihinin o güne kadar tanıdığı en radikal, en dönüştürücü devrimdir. Hem burjuva demokratik devrimlerin klasiği sayılan 1789 Fransız Devrimi’ni kat kat aşmış, hem de emperyalist dünya sisteminde dev bir gedik açmıştır. Kısa bir bilançosu çıkarıldığında proletarya devriminin nasıl bir şey olduğu, hangi sınıflara karşı ne amaçlarla yapıldığı, başardığı siyasi ve iktisadi dönüşümler ve yarattığı uluslararası sonuçlar gayet berrak bir şekilde görülür. Bunlar bugünün de sorunları ve hedefleridir. Sosyalist görevlerin olsun, acilen çözülmesi gereken demokratik görevlerin (barış, toprak, ulusal sorun) olsun nasıl bir arada çözülebileceğine ışık tutmaya devam etmektedir.
Yukarıda andığımız “yeni” kavramlarsa Ekim Devrimi’nden Fransız Devrimi’ne doğru bir geri dönüşe denk düşüyor. Ne devriminin ana bileşenlerine, ne de iktidarın nasıl elde edileceğine dair bir görüş serdediliyor. Sosyalist cumhuriyet, proletarya iktidarı, bağımsızlık, devrim, sosyalizm gibi kavramların yerini, “yeni Cumhuriyet”, “Aydınlanma”, “laiklik”, “kamuculuk”, “eşitlik”, “özgürlük” gibi burjuva cumhuriyetçi bir söylem alıyor. Böylece, devrimcilik, “acil tehlike hali” bahanesiyle burjuva demokratik talep ve şiarlara sığdırılmış oluyor.
Oysa, kim neyi savunuyorsa onun, sosyalizmi isteyen sosyalizmin, laik cumhuriyeti isteyen burjuva demokrasinin diliyle konuşmalı, kaçak güreşmemelidir. Örtük, muğlâk ve elastiki terimler bir yana bırakılmalı, sosyalizmin bilinen açık ve duru kavramları kullanılmalıdır. Sınıflara indirgenmemiş, önderliği, dolaylı ve dolaysız yedekleri belirlenmemiş (mevzilenme planı), üstelik siyasi hedefi belirsiz bir “hegemonya projesi” reformist olmaktan kaçınamaz.
Nasıl bir devrim savunulacağı yazı turayla değil, dünyanın durumunun, sosyoekonomik yapının ve öznel koşulların tahliliyle belirlenir. “Yeni cumhuriyet” de neymiş? Osmanlı kabuğundan çıkmakta olan yarı feodal Türkiye’de ilerici-gerici kavgası mı veriyoruz? Devrim programı, dinsel faşizm inşasına karşı mücadele koşullarına uyarlansa bile, “cumhuriyet” talebiyle yetinilemez. Bütün ilerici-devrimci güçleri birleştirmek, kısa ve uzun vadeli ittifaklar kurmak elbette gerekir. Ancak bunun, CHP tabanı ve laikliğe duyarlı Aleviler (“Aydınlanmacı damar”-“birikim”) üzerine restore edilmiş bir Kemalist cumhuriyet projesiyle bir ilgisi yoktur. İçinde erinmekten kaçınılamayacak düzen-içi çözümler işçi sınıfının yolu değildir.
Ya sosyalist cumhuriyet/halk cumhuriyeti, ya da demokratik burjuva cumhuriyeti. İlk ikisi proletarya iktidarı, üçüncüsü burjuva iktidarı ailesine dâhildir. “Yeni” eki bu ayrımı ortadan kaldırmıyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.