18 milyon boş ev bankaların elinde duruyor. Kapitalizm öyle bir sistem ki 3,5 milyon evsizi bu değersiz ve boş evlere yerleştirmiyor
ABD’de yılın herhangi bir gecesinde ortalama 610 bin evsiz insan var. Her yıl boyunca en az birkaç gece evsizlik yaşamış 3,5 milyon farklı Amerikalı var. Öte yandan mortgage krizinden sonra 18 milyon boş ev bankaların elinde değersiz bir şekilde duruyor. Kapitalizm öyle bir sistem ki 3,5 milyon evsizi bu değersiz ve boş olan evlere yerleştirmiyor
Digitürk’ü olanlar bilir, History Channel’da Pawn Stars ve benzeri “reality” şovlar vardır. “Pawn shop”, rehinci demektir; ya da yasal tefeci. Paraya sıkışıksınızdır, bu dükkânlara değerli bir eşyanızı (mesela bir akıllı telefon) götürürsünüz, rehinci size o eşyanın ikinci el piyasa değerinin %30’u kadar para verir (mesela 30 dolar) ve eşyanızı rehin alır. Bugünden sonra her gün için faiz işletir. Mesela 3 gün sonra 40 dolar getirirseniz eşyanızı geri alırsınız; getirmezseniz, ya gelip faizi arttırarak vadeyi uzatırsınız ya da eşyanız artık rehincinin olur. Veya gelip eşyanızı direk yarı fiyatına filan satabilirsiniz de. Programın öncelikli işi şov yapmak olduğundan genelde dükkâna getirilen ilginç şeyleri yayınlıyorlar. Örneğin, adamın biri NASA’nın uzay aracından aldığını iddia ettiği bir Ay taşı getiriyor, işte bizimkiler değer biçemiyor, bir uzman çağırıyorlar adam sahte olduğunu tespit ediyor böylece programa tartışmalı konu çıkıyor. Ya da işte başka biri 25 sene önce üretilmiş R2D2 şeklinde bir çöp kutusu getiriyor; ilginç bir eşya, pazarlık yapılıyor dükkanın sahibinin oğlu 60 dolar verip alıyor, babası gelip çok vermişsin 40 dolar bile etmez diyor, polemik yaşanıyor, reyting artıyor vs. (aman bizim Acun görmesin bu şamatayı). Fakat programı devamlı izleyenler dikkat etsinler, gelen 3 kişiden 2’si böyle baba yadigârı bir köstekli saat, annesinin evlilik yüzüğü, karısının küpesi vs. gibi maddi değeri az ama manevi değeri çok yüksek şeyler getiriyorlar genelde. Dükkân sahibi de eşyanın manevi değerini umursamadığı için 30 dolar verip yolluyor gelenleri. Program sonunda dükkâna gelenlerle işte ederine satabildin mi, niye sattın, kaç yıldır elinde tutuyordun gibi soruların sorulduğu röportajdan kesitler yayınlıyorlar ve çoğu “Valla 30 dolar az tabi ama buraya gelirken cebimde hiç param yoktu, şimdi 30 dolarım var, hemen gidip karnımı doyurcam” minvalinde şeyler söylüyor.
Yani düşünebiliyor musunuz Amerika’da insanlar açlıktan, fakirlikten, belki değer bile biçemeyeceğiniz baba yadigârı saatlerini, yüzüklerini, kolyelerini, şamdanlarını yok pahasına bu ölücülere verip karınlarını doyurmaya çalışıyorlar. Benim hayatımda ilk defa gördüğüm bu rehincilerden zaten burada nerdeyse her köşe başında var, o kadar yaygın ki düşünün üstüne reality şov bile yapmışlar. Buradan referansla Amerika’da giderek artan fakirliği ve sefaleti siz hesap edin artık.
Bunca insan yalnızken neden bunca insan yalnız?
Amerika’ya gelenleriniz ne görmüştür? Ne görmek isterse onu görmüştür. Algıda seçicilik. Holivud ve medya pazarlamasına maruz kalaraktan Amerika’nın çok zengin bir ülke olduğunu zanneden insanlar Amerika’ya gelince zenginlik görecektir; nitekim zenginlik yok değil, var. Desperate Housewives tarzı müstakil evlerle dolu mahalleler, evlerin içinde bilardo masaları, TV’nin altına konmuş bütün markaların oyun sistemleri vs. Zaten veriler de gösteriyor ki Amerika toplam GSYH açısından dünyanın en zengin ülkesi. Eyvallah.
Barcelona FC dünyanın en zengin takımı, tabii ki dünyanın en pahalı oyuncularını satın alacak. Yani Barcelona takımına baktığınızda dünyanın en pahalı oyuncularının orda olmasında ilginç bir nokta yok. Esas şaşılacak şey dünyanın en kötü futbolcularının Barcelona gibi zengin bir takımda oynaması olurdu, değil mi?
Amerikan kapitalizminin asıl ilginç olan yanı da bu zaten. Yani burada bazı insanların evlerinde bilardo masası olması gayet normal bir şey; dünyanın en zengin ülkesi, ya ne olacaktı?! Esas ilginç olan dünyanın en zengin ülkesinde akla hayale gelmeyecek derecede bir fakirlik olması. Dolayısıyla, algıda seçicilik, maalesef Amerika’da yaşayan biri olarak ben Amerika’ya baktığımda bazı insanların evlerindeki bilardo masalarını değil evsiz oldukları için her kış sokakta donarak ölen insanları görüyorum. Zaten veriler de gösteriyor ki (olmayan bir şeyi görüyor değiliz) yılın herhangi bir gecesinde ortalama 610 bin evsiz insan var. Her yıl boyunca en az birkaç gece evsizlik yaşamış 3,5 milyon farklı Amerikalı var. Öte yandan mortgage krizinden sonra 18 milyon boş ev bankaların elinde değersiz bir şekilde duruyor. İşte kapitalizm öyle bir sistemdir ki 3,5 milyon evsizi bu değersiz ve boş olan evlere yerleştirmiyor. Koca koca şehirler tamamen terk edilip hayalet kentler haline geliyor.
Yıllar önce izlediğim bir belgeselde Avustralya’dan New York’a getirilen bir aborijin yerlisi sokakta gezdirilirken koca koca gökdelenlere bakıp “Bu kadar fazla odanız varken neden insanlar bu soğukta parkta bir bankta yatıyor?” diye sormuş ve devamında “Bizim de bir arkadaşımızın kulübesi rüzgârdan yıkılmıştı, ertesi gün hemen bütün kabile çalışıp ona yeni bir kulübe yapmıştık” demişti. Yani bunca ev boşken neden bunca insan evsiz? Hadi gel de anlat, anlatabilirsen.
Evsizliğin ve fakirliğin sebepleri
Su üstünde görünen sebepler yüksek işsizlik, krizler, kira ve ev fiyatlarının aşırı artması, faturaların yüksek olması vs. olsa da meselenin özünde tabii ki kapitalizm var. Geçen yıl bu zamanlar bir ay boyunca Küba’nın altını üstüne getirdik. Valla hiçbir evde bilardo masası görmedik ama hiçbir yerde evsizlik de görmedik. Kapitalizmde ikisini de görüyorsunuz. Nasıl oluyor bu iş? Çünkü birileri diğerlerini sömürerek ve ezerek yoksullaştırıyor. Birilerinin evinde bilardo masası olmasının bedeli birilerinin evsiz olması noktasına geliyor. Sıfır toplamlı bir oyun gibi yani. Sosyal bir üretim var ve bu üretim bir şekilde topluma bölüştürülüyor. Eğer ben bu toplam üretimden kendime, iknayla ya da zorla, bilardo masalı bir ev alırsam sana geriye bir alışveriş sepeti ve battaniye kalıyor. İşte Marx’ın da hayatı boyunca göstermeye çalıştığı aslında buydu; yani kapitalizmin sınıflı bir üretim biçimi olduğu ve bu üretim biçiminde bir sınıfın diğer sınıfı sömürerek servet elde ettiği. Diğer bir tabirle: emek-sermaye çelişkisi. Piketty şu meşhur kitabında, meselenin sınıfsal ve sömürü boyuna fazla girmeden, bu servet makasının açılıyor olmasının basit bir matematiğini geniş bir veriseti kullanarak gösteriyor. Bizim için zaten bilinenin ifşası.
Amerika’daki evsizlik ve fakirlik meselesindeki en enteresan detaylardan biri ideolojik dayatma ve kabullenme. Radikal ekonomi politik penceresinden bakıldığında evsizliğin, gelir dağılımı adaletsizliğinin, fakirliğin sebepleri üretim biçiminin yapısı ile ikna edici bir şekilde açıklanabiliyor. Fakat Amerika’da liberal ideoloji o kadar kuvvetli ki kapitalizmin yarattığı bütün sorunları kapitalizmin maliyeti olmaktan çıkartacak şekilde vatandaşların beyinlerini yıkanmış. Buna, sistemin iç maliyetlerini dışsallaştırması diyebiliriz. Örnek: Amerika, üretimi pis olan, çok fazla zararlı atık yaratan işleri Meksika’ya ya da Çin’e iteleyip, pazarlama, reklamcılık, finans vs. gibi “temiz” işleri kendisi yapıyor. Böylece “ayfon”ların dokunmatik ekranlarının üretiminde kullanılan kimyasal madde yüzünden Amerikalı işçiler değil, Çinli işçiler kör oluyorlar. Akıllı telefonları Amerikalılar tüketirken üretimdeki sağlıksızlık maliyetine Çinliler katlanıyor, yani Amerika’nın kendi maliyeti Çin’e ihraç edilmiş oluyor. Ya da ülke içerisinde işsizlik ve fakirlik var; kapitalizm sistem olarak bunu yarattığı için maliyetini de sistem karşılamalı (misal, evsizlere ev yapılmalı, aborjinlerin yaptığı gibi). Ama sistem, ideolojik aparatlarla, kendi maliyetini bireye naklederek dışsallaştırıyor. Diyor ki, kapitalizmde, çok çalışan herkes Bill Gates olabilir. Sonuçta piyasada “8 Adımda Nasıl CEO Olunur”, “Zengin Olmanın Kuralları”, “İçindeki Enerji Nasıl Dışarı Çıkarılır” diye kişisel gelişim kitapları var, al oku enerjini çıkart zengin ol, bu kadar basit. Beyin bedava. Çünkü anaakım iktisat öğretisi optimize edilen bireysel tercihlerden ibarettir. Eğer senin tercihlerin Bill Gates olma yönündeyse çalışarak olursun zaten, şüphesiz ki sistem sana bu fırsatı verir. Ama sen hayatın boyunca tembellik yaparsan, iyi bir eğitim almazsan, bankadan yatırım sermayesi için kredi çekerek risk almazsan, suç işlersen, alkolik olursan bu yanlış tercihlerin bedelini evsiz, işsiz ya da fakir kalarak ödersin. Yani kendin ettin, kendin buldun. Senin işsiz kalmanda kapitalizmin hiçbir suçu yok, aksine kapitalistler “işveren”dir, onlar iş yaratırlar; biz onları iş versinler diye yarattık. O işleri sen bulamıyorsan, bu senin kabahatindir, bak Warren Buffett’a o senin gibi tembellik etmemiş, çalışmış, kazanmış. Piyasa sisteminde herkes hak ettiğini alır.
Ahteri düşkün garibim, evsiz avareyim
Bakın çok enteresan, Türkiye’de bizim şehir kütüphanelerimiz genelde boştur, en fazla 3-5 kişi olur içerde, zaten üniversite kütüphaneleri de sınavdan sınava dolar. Amerika’da herhangi bir şehir kütüphanesine giderseniz kütüphanenin ağzına kadar dolu olduğunu görürsünüz, neredeyse oturacak sandalye bulamazsınız. Duyan gelmiş, adeta ana baba günüdür. Eğer turist iseniz muhtemelen “Yaa bak Amerikalılar okumaya ne kadar düşkünler, gelişmiş ülke işte, süper güç kolay olunmuyor” diye düşünebilirsiniz. Oysa sabah saat 8’de kütüphanenin önünde kuyruk oluşmaya başlar; 9’da kapılar açılınca herkes içeri koşup kaloriferlerin yanındaki sandalyeleri kapmaya çalışır. Yani aslında evsizlerin evidir şehir kütüphaneleri, çünkü sıcaktır içerisi. Gün boyunca onca evsiz insanın gidebileceği tek kamusal alandır. Evsizlerin çoğu kütüphanenin bilgisayarlarında günlük 2 saatlik kullanım hakkıyla film izler, League of Legends filan oynar, facebook’a girer.
Yemin ediyorum ben hayatım boyunca bu kadar akıl hastasını bir arada görmedim. Geri geri koşan adam mı dersiniz, devamlı duvarlara sürtünerek yürüyenini mi isterseniz, şapkası ve mahmuzlarıyla kendini kovboy sanan dayı mı, yoksa kontrol edemediği konuşmasını durdurmak isteyip eliyle ağzını kapatmaya çalışan bir evsiz mi… İnsanlar kafayı yemişler var ya resmen fıttırmışlar yani anlatamam size. Amerika’nın garibi bir acayip garip yani öyle böyle değil. Öyle garip, öyle düşkün insanlar ki konuşsanız size hikâyelerini anlatırlar oturur beraber ağlarsınız. Milyonlarca insan bu durumda, zaten normal Amerikalı da normal değil ki babasını satayım, hepsi deli bunların. Mesela buraya ilk geldiğimde normal gözüken insanlar böyle hep gülüyorlar, hep selam veriyorlar, bölümde sekreter süper güler yüzlü, herkes neşeli, paso sırıtıyor filan, Truman Show gibi yani her şey “aşırı” normal. Sonra öğrendim ki bin kişi başına düşen anti-depresan kullanımında Utah Amerika’da uzak ara 1 numara, Amerika da dünyada 1 numara. Yani cidden hepsi kafayı yemiş bunların. Sadece, parası olup ilaç alabilen paso sırıtıyor, evsiz olup mutluluk ilacı içemeyen de kütüphanede duvarlara sürtünerek yürüyor.
Şehir kütüphanesini kendilerine mesken eden bu evsizlere “Neden böyle?” diye sorduğumda bazısı “Yanlış hayat seçimleri yaptım” diye cevap veriyor. Düşünün ideoloji ne kadar kuvvetli çalışmış. Sistemin en altına hapsolmuş bu insanların kazan kaldırıp isyan etmesini beklersiniz ama onlar bile kendilerini tembel, kötü kararlar vermiş, yanlış zamanda yanlış yerde bulunmuş insanlar olarak görebiliyorlar. Beyinleri yıkanarak durumu kabullenmeleri sağlanıyor, böylece sisteme karşı ayaklanmıyorlar. Hepsi böyle değil tabi. Troy vardı, bar pokeri oynardık her hafta, ne zaman n’aber diye sorsam “Rüyayı yaşıyorum, kardeşim!!” (Livin the “dream” bro) diye cevap verirdi “rüya” kelimesini vurgulayarak. Ama birasını biz ısmarlardık, parası yoktu çünkü. Adam 2 kere iyi iş tutturmuş, 2 kere batmış. Son krizdeki batışında bütün mortgage’ları da elinden alınmış, karısı da çocukları alarak boşanıp gitmiş, evi yok kiraya çıkmış, 500 bin dolar da borcu var sağa sola, sorunca sarkastik bir şekilde Amerikan rüyasını yaşadığını söyleyerek dalga geçiyor, düzenin farkında yani. Çünkü Amerikan rüyasını sadece %1 yaşıyor, geri kalanı ise anti-depresana talim.
Dahası, Amerika’da evsizlik sanki dünyanın en büyük suçuymuş gibi algılanır, adeta kast sistemindeki “dokunulmazlar” gibi, yanlarına bile yaklaşmayacaksın, gölgen bile değmeyecek. Amerika’nın en büyük dolandırıcısı olabilirsiniz, cinayet işlemiş bir suçlu ya da bir tecavüzcü olabilirsiniz; hapisten çıkarsınız, “Boş anıma geldi yaptım, cezamı çektim, şimdi temizim” dersiniz olur biter, unutulur gider, hayatınıza normal devam edersiniz. İnanın bunların hiçbiri “evsizlik” ya da “fakirlik” kadar kötü algılanmaz burada. Resmen dünyanın en utanç verici şeyidir, dip noktasıdır, bütün toplumdan dışlanırsınız.
Yine bakın çok enteresan, geçenlerde Florida’da 90 yaşında bir adam evsizlere yemek verdiği için tutuklandı, dava sonuçlandığında hapse atılması muhtemel. Düşünebiliyor musunuz, Florida’da “evsiz bir insana yemek verme” diye bir suç var ve hapse filan girebiliyorsun bu suçtan. Gerçekten. Sebebi açık. Eğer birileri evsizlere yardım ederse, yemek filan verirse o zaman bu evsizler hep burada takılırlar, hatta bedava yemek var diye başka evsizler de buraya gelir ve bu durum da zenginleri rahatsız eder çünkü oradaki evlerin değerleri düşecektir. Bu yüzden zenginler vergi dolarlarını, evsizleri kendi muhitlerinden uzaklaştıracak yasaları çıkaracak lobicilere harcıyorlar ve böyle yasalar çıkartabiliyorlar. Amerika’da büyük şehirler ve eyaletler evsizliği git gide daha fazla “suç” haline getiriyor. Yani sistem hem evsizlik yaratıyor hem de bu insanları şehirlerden öteliyor; bir nevi “Escape From New York” distopyası. Mesela bir diğer yaygın suç “bankta uyumak”; bu bir suç yani, inanılır gibi değil. Daha da ilginci, bazı insanlar evlerini kaybettiklerinde arabasında yatıyor ve inanın Amerika’daki şehirlerin %43’ünde arabada uyumak da bir suç, cidden. Git gide saçmalaşıyor, değil mi? En ilginci, şehirlerin %53’ünde bazı kamusal alanlara oturmak ya da yatmak dahi bir suç teşkil ediyor ve cezası var. New York City ve Las Vegas’ın tünellerinde, metrolarındaki gizli bölmelerde yani yeraltında yaşayan insanlar var. Evsizlerin şehirlerden ötelenmesini çok çarpıcı şekilde gösteren “Fakir’s Rest” isimli bu videoyu lütfen sonuna kadar izleyin, resmen sistemik bir saldırıdan söz edebiliriz: https://www.youtube.com/watch?v=Qv3M7FxJqtM
Peki ya bizdeki durum?
E bizde de kapitalizm var, üstelik Amerika’dan daha fakiriz ama neden bizde bu derece evsizlik yok? Bana kalırsa bunun cevabı “sosyal bağlar”. Kapitalizmdeki bireyselleşme henüz bizim damarlarımıza kadar işlememiş, hala bazı gelenek görenekler değerini muhafaza ediyor. Dünya haritasında, istisnaları olsa da, doğuya doğru gittikçe sosyal bağlar, aile kurumu, arkadaşlık, sevgililik, insan ilişkileri vs. daha kuvvetli hale geliyor. Bizde de bu ilişkiler henüz Amerika’daki kadar piyasalaşmış değil, her ne kadar gidişat o yönde olsa da. Vecihi’yi ya da Rıza’yı düşünün, bir ailede bir birey ne kadar boş beleş biri olursa olsun, hayatında ne kadar yanlış kararlar vermişse versin, işini batırsın, alkolik olsun, eşinden boşansın, okuldan atılsın, palavracının teki olsun, cinayet işlemiş olsun, yani ne olursa olsun ve ailesi de ne kadar fakir olursa olsun o kişi sokakta bırakılmaz. Ocakta bir tencere çorba kaynıyorsa bir tabak da ona konur. Ama Amerika’da bir anne-baba, çocuğu “yanlış” kararlar vermişse gayet tepkisizce “Kendi hayatı, kendi tercihleri, kendi kararı; sonuçlarına da kendi katlanır. Eğer yardım edip onu düştüğü bataktan kurtarırsak yaptığı yanlışları mükâfatlandırmış oluruz” diye düşünerek kendi çocuğuna dahi el uzatmıyor, muhtemelen nerde olduğunu bile bilmiyorlar, hatta çocuklarının yaşayıp yaşamadığını bilmeyen aileler var. Ama bizde bir kişiyi ailesi dahi reddedip sokağa koysa, hele soğuk bir gecede hiçbir arkadaş bir arkadaşını sokakta yatırmaz. Var olanlar çok istisnai durumlardır.
Valla evsizlikle ilgili anlatacak ve detaylandırılması gereken daha çok şey var ama daha fazla uzatmayım ve “San Francisco’da yaşayan evsiz Türk” videosuyla konuyu kapatmış olayım. Konuyla ilgili “Şeker Adamın Laneti” filmini ayrıca tavsiye ederim. Bu arada yolladığınız e-postalar için teşekkürler, hepsini okuyor ve cevap yazmaya çalışıyorum.
San Francisco’da yaşayan evsiz Türk
anil.aba@economics.utah.edu
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.