Kobanî destanı iki ayını geride bıraktı. Direniş destanı sürdükçe Kürtler arasında birlik ve dayanışma da güçlenmekte ve aynı zamanda bu durum Kürtler için yeni ilişki ve ittifakları gündeme getirmektedir. Direniş destanının başarıya ulaşmasıyla da, bu yeni ilişkiler yeni stratejik ittifaklar olarak Ortadoğu’da Kürtler açısından yeni avantajları ortaya çıkartacaktır. Tabi bu direnişin başarısıyla mümkün olacaktır. Böyle […]
Kobanî destanı iki ayını geride bıraktı. Direniş destanı sürdükçe Kürtler arasında birlik ve dayanışma da güçlenmekte ve aynı zamanda bu durum Kürtler için yeni ilişki ve ittifakları gündeme getirmektedir. Direniş destanının başarıya ulaşmasıyla da, bu yeni ilişkiler yeni stratejik ittifaklar olarak Ortadoğu’da Kürtler açısından yeni avantajları ortaya çıkartacaktır. Tabi bu direnişin başarısıyla mümkün olacaktır. Böyle kısa bir anekdottan sonra, geçen haftaki yazımdan kısa bazı hususlar hatırlatmakta yarar var.
Dünya devletleri Kürtleri 20. Yüzyılda yedeklerine alarak ve dinamik bir güç olarak kullanmak adına haksız ve hukuksuz bıraktılar. Bunda en büyük yararı Türk ve İran devletleri sağladılar. Her ne kadar Kürtleri yedeklerine alan uluslar arası güçler Kürtlerin hak taleplerini bu devletlerden taviz koparmak için kullandılarsa da, Kürtlerin kendi coğrafyasında haksız ve hukuksuz yaşamalarını kendi çıkarlarına gördüler. Kürtlerin halk olmaktan kaynaklı haklarını elde edilmesindeki en büyük engel ise NATO içinde yer alan Türk devleti ve İran İslam devleti oldu. Bu devletlere zamanın Irak ve Suriye devletlerini de eklemek gerek. Bu devletler Kürtlerin parçalı ve kendi aralarındaki çatışmalı siyasetinden de yararlanarak, “ateşi maşayla” tutmayı, yani Kürtleri kendi aralarında çatıştırtmayı temel politika olarak benimsemişlerdir. Kürt örgütleri bu politikaların birazda gönüllü uygulayıcıları olmuşlardır. Belki de Kürtlerin en büyük zafiyeti de, sömürgeci olan bu devletlerin politikalarına güvenmeleridir.
Bu noktada Güney Kürdistan bölgesi ciddi bir katalizör görevi görüyor. Hem İran hem de Türk devleti Güney Kürdistan üzerinden ciddi bir iktidar mücadelesi veriyor. Fakat bu iktidar mücadelesinde Kürtlere yaklaşımlarında ciddi bir değişiklik olmadığını başta belirtmek gerek. İki devlet de Kürtleri Güney Kürdistan’da dengeleyerek, kendi siyasi sınırları içindeki Kürtlerin hak ve hukuk elde etmemeleri veya talep etmemeleri üzerinden yaklaşıyor.
Güney Kürdistanlı güçlerin İran ile ilişkileri uzun yıllara dayanıyor. Hem PDK hem YNK İran’ın Şahlık döneminde hem de sonrasında kurulan İslam devletiyle iyi ilişkileri olduğu biliniyor. Bu ilişkiler daha çok Irak ile Saddam rejimiyle olan savaş ve öncesindeki sınırlar ve toprak talebi üzerinde var olan gerginlik üzerine şekillenmişti. Tabi burada şu hususu özellikle vurgulamak gerekir ki, İran Güney Kürdistan örgütleriyle ilişkilenirken, kendi siyasi sınırları içindeki Doğu Kürdistanlı Kürtlere katliamlar uyguladı.
Türk devleti ise özellikle 80’li yıllarla birlikte Güney Kürdistanlı örgütlerle dolaylı ilişkiler içine girdi. Bu yıllar aynı zamanda Kürt Özgürlük Hareketinin bu bölgeye yerleşmeye başladığı ve Kuzey Kürdistan’da silahlı mücadeleye başladığı yıllara denk geliyor. Bu ilişkiler Körfez savaşıyla yeni bir aşamaya geçti. Bu geçilen yeni aşama sadece Türk devlet sistemiyle bağlantılı değildi. Aynı zamanda uluslar arası güçlerinde içinde yer aldığı bir değişimdi. Türk devleti bu durumu, kendisince Lozan anlaşmasından kaynaklanan kayıplarını gidermeyi ve Kerkük petrolünden hak almak için kullanmak istedi. Fakat böyle olmadı. Daha çok klasik politika devreye girdi ve Kürtleri bir birine vurdurtma ve bunun karşılığında Güney Kürdistanlı güçlere biraz maddi destek sundular. Güney Kürdistanlı güçlere ne ölsün ne de yaşasın dediler. Kürt özgürlük hareketine karşı kullanılacak bir güç olarak gördüler. Ki, uzun yıllar böyle bir rol da biçilmişti.
2003 yılıyla birlikte Güney eksenli Kürtleri, Kürtlere karşı savaştırma stratejisi önemli bir darbe aldı. Bu aynı zamanda Güney Kürdistan’ın hukuki olarak güvence altına girme süreci oldu. 2003’te Saddam rejiminin yıkılmasında uluslar arası güçler ile birlikte hareket etmeyen Türk-AKP devleti uzun süre Güney Kürdistan ile gergin bir siyaset izledi. Devletin bu siyasi yaklaşımı sürerken, alttan da özellikle AKP yöneticileri ve Gülen cemaati Güney Kürdistan’da önemli kazançlar sağlıyordu. Almanya’dan sonra Türk mallarının en fazla tüketildiği yer Güney Kürdistan’dır. Hata 2011 yılında dünyada ortaya çıkan ekonomik krizden Türk-AKP devleti Güney Kürdistan üzerinden sağladığı sıcak para akışıyla çıktığı biliniyor.
Özal ile başlayan ve Türk-AKP devletiyle devam eden Güney Kürdistan ile ilişkilerin bazı Güney Kürdistanlı yetkililerin deyimiyle “stratejik ittifak” noktasına gelmediğini tespitini yapmak gerek. Aslında Türk-AKP iktidarı da yaptıkları açıklamalarda bunu açık bir şekilde söylüyorlar. En son AKP’nin önde gelen isimlerinde Ömer Çelik yaptığı bir açıklamada Güney Kürdistan ile yapılan petrol anlaşmasının “Lozan anlaşmasıyla ortaya çıkan kayıplarının telafisi” olarak değerlendirmişti. Türk-AKP devletiyle Güney Kürdistan ilişkileri “stratejik ittifak”’tan ziyade, Türk devletinin Kürtleri kullanma yaklaşımının yeni bir boyutudur veya kullanma istemidir.
Türk-AKP devletinin Güney Kürdistan ile ilişkilerinin tamamen kullanma temelinde olduğu, genel olarak Kürtlere yaklaşımda ortaya çıkıyor. Kobanî bunun en somut örneği oldu. Kürtler ile Kürdistan’ı egemenlikleri altında tutan devletlerin ilişkileri, başka devletlerin siyasi sınırları içinde yer alan Kürdistan parçalarındaki Kürtlerle olan ilişkileriyle değil, kendi siyasi sınırları içinde olan Kürdistan parçalarıyla olan ilişkileriyle ortaya çıkar.
Bu açıdan Güney Kürdistan yetkileri, Türk-AKP devletinin kendileriyle olan ilişkileriyle değil, Kuzey Kürdistan ile olan ilişkilerine bakmalı ve Türk-AKP devletinin Kürtlerle bir “stratejik ittifak” kurup kurmadığı veya kurmak isteyip istemediğini analiz etmelidir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.