Düzkan’la Leyla Halid’in biyografisini, Filistin mücadelesini ve bu mücadele içinde kadınların özgürleşme mücadelesini konuştuk
“Tanıdığı ilk gerilla olan Leyla Halid’in biyografisini tercüme ettiği için mutlu.” Filistin Kurtuluşunun Simgesi Leyla Halid kitabını Türkçeleştiren Ayşe Düzkan kitapta çevirmene yani kendisine ayrılan tanıtım köşesine bu notu da düşmüş. Feminist hareket içindeki çalışmalarıyla bilinen gazeteci Düzkan, aynı zamanda 2009’dan bu yana Türkiye solunun Filistin davasıyla dayanışma kanalını oluşturmaya çalışan Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi’nde de aktif rol alıyor. Leyla Halid onun için yalnızca “tanıdığı ilk gerilla” olmasıyla değil, Filistin mücadelesinin bir simgesi olması ve Ortadoğu’da sol bir hareketin içindeki bir kadının özgürleşme mücadelesinin farklı boyutlarına ışık tutmasıyla da önem taşıyor. Düzkan’la Leyla Halid’in biyografisini, Filistin mücadelesini ve bu mücadele içinde yer alan kadınların özgürleşme mücadelesini konuştuk.
Ayşe Düzkan, Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi’nin son Gazze savaşını protesto etmek için düzenlediği bir eylemde basın açıklaması okurken.
Sendika.Org: Leyla Halid’in hayatını Filistin’deki kadın mücadelesi ve FHKC’nin geçirdiği tarihsel süreçlerle birlikte anlatan bu kitabı yayımlama ihtiyacı nereden doğdu? Bu kitap bugün hangi önemli soruların yanıtlarını barındırıyor?
Ayşe Düzkan: Her şeyden önce Filistin, bölgenin önemli devrimci dinamiklerinden biri. Filistin solunun büyüdüğü ve silahlı mücadele deneyimi ile birleştiği dönem dünyanın her yerinde ulusal kurtuluş hareketlerinin sol hareketlerle bağlantılı olduğu, eşitlik ve özgürlük taleplerini programına aldığı, sosyalizmden ilham ve bütün olumlu, olumsuz anlamlarıyla reel sosyalist sistemden güç aldığı bir dönem. Filistin, kefiyeli savaşçılar, Deniz Gezmiş’in cebinden çıkan FKÖ kimliği gibi imgeler Türkiye solunun tarihinde de yer buluyor. Ama hem tarihi hem de kaderi birbirine böyle yakın iki ülkenin sol güçleri arasındaki ilişki nostalji ve simgelere bırakılamayacak kadar ciddi bir konu diye düşünüyorum. Leyla Halid’in hayatı, Filistin’in ve Filistin solunun tarihiyle adeta iç içe geçmiş. Kitabı kaleme alan Sarah Irwing ise Uluslararası Dayanışma hareketinden, Filistin’le ilgili en önemli internet sitelerinden biri olan Electronic Intifada’nın editörlerinden biri. Yıllar boyu ilmek ilmem örülmüş Uluslararası Dayanışma’nın önemini son Gazze saldırısında dünyanın her yanında yükselen eylemlerde gördük. Tarihi günümüze bağlayan ve dünyanın en tanınmış kadınlarından birinin, bir Arap devrimcisinin hayatını bir macera romanı akıcılığıyla ve eleştirelliği de bir kenara bırakmadan anlatan bu kitabın yayınevinin adına yakıştığına şüphe yok. Bu kitap, ülkemizdeki mücadelenin sorularına ve sorunlarına cevap ararken bakışımızı yanı başımıza ve doğumuza çevirmesi açısından önemli. Filistin sorunu, bölgenin şekillenişi, Arap ülkelerinin varlığı ve ilişkileri gibi birçok konuda okurunu bilgilendiren bir kitap.
Pek çoğumuz için Leyla Halid uçak kaçıran ilk kadın gerilla olarak bilinir. Kitabı okuduğumuzda böyle olmadığını anlıyoruz. Leyla Halid’in bu kadar popülerleşmesinin sebebi nedir sizce?
Leyla Halid, ilk kez denenen bu mücadele biçimiyle adı duyulan bir kadın. Uçak kaçırma eylemleri, 1960’lı yıllarda Filistin kurtuluş hareketi tarafından Filistin sorununa dünyanın dikkatini çekme amacıyla gerçekleştiriliyor. Leyla Halid, cesareti, askeri dehası, davasına sahip çıkmasındaki kararlılık ve tabii kadın oluşu ve güzelliğiyle dünya kamuoyunun ilgisini üstüne çekiyor.
Filistin’de silahlı uçak kaçırma eylemi de yapan bir kadın gerilla, dışarıdan bakıldığında toplumdaki kadına yönelik baskıyı aşmış/özgürleşmiş olarak görünür. Peki, Leyla Halid ve Filistinli diğer kadın gerillalar için örgüt içi ve toplumsal erkek egemenliğinin aşıldığı söylenebilir mi?
Bir kadının, kadınların hayatın erkeklere mahsus addedilen alanlarında yer alması -mühendis, milletvekili, sanatçı, gerilla olması- onların hayatlarında önemli değişikliklere sebep olur ve kadınlar için olumlu rol modelleri yaratır ama bunun tek başına onların üzerindeki baskıyı ortadan kaldırmasını ummak, patriyarkanın bir sistem olduğunu inkâr etmek anlamına gelir. Ne Leyla Halid ne diğer Filistinli kadın gerillalar erkek egemenliğinin farklı baskı biçimlerinden azade değil. Hatta genel olarak sol/muhalif hareketlerin Filistin toplumu üzerinde yaptığı etki bile bunun çaresi değil. Bunu kitapta çok açık bir biçimiyle görüyoruz.
İntifada Yayınları’nın ilk kitabı “Filistin Kurtuluşunun Simgesi: Leyla Halid” Ağustos ayında kitapçılardaki yerini aldı ve büyük ilgi gördü. Kitabın yazarı, Filistin kurtuluş mücadelesinin bugününün sol perspektiften takip edilebileceği önemli kaynaklardan Electronic Intifada internet sitesi yazarlarından feminist eylemci Sarah Irving. Irving, Filistin halkının Siyonist yerleşimci sömürgeciliğe karşı direniş tarihiyle iç içe geçen Leyla Halid’in devrimci yaşamını kendisiyle ve tanıyanlarla yaptığı röportajlara dayanarak eleştirel bir mercekten yansıtıyor. Leyla Halid’in bu kısa biyografisi, Filistin direnişinin ve Halid’in üyesi olduğu Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’nin geçirdiği tarihsel dönüşümlere ayna tutarken, Filistinli kadınların özgürleşme mücadelesinin ulusal kurtuluş mücadelesi ve silahlı mücadele ile etkileşimini tartışıyor.
Leyla Halid kitapta geçen ifadelerinde “Bizim için en yüksek rütbe silah taşımaktı, bu şekilde kendimizi onların (erkeklerin) alanında kanıtlamak istiyorduk” diyerek erkeklerle aynı işleri yapabileceklerini ispatlayarak “eşit” olacaklarına inandığını söylüyor. Halid’in mücadele içerisindeki konumu feminist çevrelerde zaman zaman da eleştiri ile karşılanmış. Bir feminist olarak siz hem Leyla Halid özelinde hem de silahlı mücadele içinde aktif rol alan kadın gerillalar açısından bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kitabı yazan Sarah Irwing de bir feminist ve böyle bir çalışma için çok değerli olan eleştirel dayanışmayı gerçekleştirmiş ve zaman zaman hem Halid’e hem de FHKC’ye eleştirilerini dillendiriyor. Bu eleştiri noktalarından biri de eşitlik için Halid’in önerdiği bu yöntem. Eşitlik için çabalarken bir zamanlar aynı fikirleri benimsemiş ama haksız olduğunu görmüş bir kadın olarak, askeri yönü önemli bir harekette, bu alanın bir parçası olmanın önemini görüyorum. Ama bu eşitlik için yeterli değil, eşitlik siyasal bir program ve bu programın topluma uygulanması meselesi. Bu programın oluşturulması ve uygulanması her şeyden önce bunu hedefleyen ayrı bir örgütlülük gerektiriyor. Irving, aynı şekilde, bir feminist olarak Filistinlilerin mücadelesine ve özelde Halid’in silahlı mücadele içindeki konumuna karşı çıkan başka feministleri eleştirmekten de geri durmamış. Aslında tıpkı sosyalizm gibi feminizm de faklı akımları içinde barındıran çok genel bir başlık. Benzer tartışmaları Türkiye’de de yaşadık. 1990’lı yıllarda benim de parçası olduğum Pazartesi dergisi Kürt kadın hareketine ve kadınlardan oluşan gerilla birliklerine yer verirken buna şüpheyle yaklaşan hem sosyalist hem de feminist kadınlar vardı. Bunların arasında şimdilerde HDP çevresinde olanlar var, bu eleştirinin yararının da bir kanıtı. Sarah Irving’in o dönem yazdıklarını alıntılayıp eleştirdiği kadınlar da belki bugün farklı düşünüyordur.
Çok daha yakından bildiğimiz Kürt kadın gerillaların mücadelesi bu tartışmanın neresindedir?
Kürt kadın hareketi tam da bu noktada öğretici bir pratik sergiliyor diye düşünüyorum. Çok söylediğim, söylediğimiz bir şey tekrar edeyim. Uluslaşma süreçleri, bir biçimde modernleşme süreçleridir ve kadınların nasıl yaşadığı bunun önemli bir parçasıdır ve bütün uluslaşma süreçleri kadınların hayatını bir biçimde değiştirir; buna Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu da dahil. Ama cumhuriyetlerin, ulusların kurulduğu süreçlerin devrimci ateşi söndükçe kadınlar da evin yolunu tutar. Fransız İhtilâli’nin memeleri açıktaki simge kadınlarından Cumhuriyet Kızları’na kadar böyle bu. Tabii ki zaferden önce her şey belli olmaz ama Kürt kadın hareketi, bundan farklı bir pratiğin ve geleceğin kapısını açtı. Dünyanın her yerindeki kadın hareketlerinin onlardan öğreneceği şeyler var, onların da dünyanın farklı yerlerindeki özellikle de güney ve doğudaki kadın hareketlerinden öğrenecekleri olduğu gibi.
Kitapta Halid, FHKC’nin ilk yıllarından örgüt içindeki kadınların genç ve bekar olduklarını ama zaman geçtikçe kendilerinin de evlenip çocuk sahibi olmasıyla savaşın yanı sıra kadınların günlük hayatta yaşadıkları sorunların daha çok farkına vardıklarını ve bu konuda çalışmalar yaptıklarını dile getiriyor. Peki, Türkiye’den bakınca o dönemlerde, Filistin’deki kadın mücadelesinin seyri nasıl görünüyordu?
Bir hareketin kurucu kadrolarının yaşlarının ilerlemesiyle farklı hayat pratiklerini tanıması ve buna göre çözümler üretmesi yaygın bir şey. Bunu Türkiye’deki kadrolar da yaşadı, ancak bizim kuşağınki 12 Eylül dönemine de denk geldiği için çözümler örgütlü olmadı. Nitekim ben de henüz o “genç ve bekar” kategorisinde yaşadığım o yıllarda Filistin kadın mücadelesi hatta kadın mücadelesi hiç ilgimi çekmemişti, kadınların eşitliği örgüt içindeki konumlarıyla elde edeceklerine inanıyordum, hayatı solculardan ibaret sanıyordum. O yüzden maalesef bu soruya bir cevabım yok.
Halid, 1990’larla birlikte Filistin direnişinde solun düşüşü ve İslami hareketin yükselişinin; hem FHKC gib sol örgütlerin İsrail baskı ve tutuklamaları, örgütten ayrılmalar, Sovyet Bloğu’nun dağılması ve dış desteğin azalması gibi pek çok bağlamın etkisi sonucu gerçekleştiğini ifade ediyor. Siz bu dönüşümü nasıl ele alıyorsunuz?
Ben de bunlara katılıyorum, İslami hareketlerin bölgede nasıl güçlendirildiğini hep birlikte gördük, görüyoruz. Reel sosyalist bloğun dünya dengelerinde nasıl büyük bir etkisi olduğu, en azından yıkılmasının ardından görüldü diye düşünüyorum. Bununla birlikte Pan-Arabizmin gerileyişi, FHKC gibi tüm FKÖ örgütlerinin direnişi 1990’lı yıllarda fiilen sürdürememesi gibi faktörler var. Benim gözlemim Abbas yönetimindeki FKÖ liderliğinin uzlaşmacı tutumunun da Hamas’ı güçlendirdiği yönünde.
Kitapta, İslami hareketlerin yükselişi ile birlikte Filistinli kadınların mücadele ile kazandığı birtakım hakların kaybedildiği anlatılıyor. Gazze’deki duvarlarda kadınlara örtünme çağrısı yapan yazıların olması gibi. Biraz bundan ve bu konuda Filistin direniş örgütlerinin tavrından bahseder misiniz?
Hamas’ın Filistin direnişindeki yeri de, kadınlar konusundaki politikası da ortada. Filistin solunun, bu kitapta anlatılan ve bugünün devrimci kadınlarına şaşırtıcı gelen tutumlarının benzerini ben ve kuşak arkadaşlarım yaşadık. Örtü Müslüman bir simgedir ve iliştin toplumu gibi Müslümanların çoğunlukta olduğu bir toplumda, kadınların örtünmesini savunanlar olacaktır. Asıl mesele, kadınlara eşitlik vaat eden sol örgütlerin tutumu. Bu noktada, Leyla Halid’in ve Filistin kadın hareketinin önceliği hep işgal olmuş. Hamas ve islami güçlerin kadınlar konusundaki tutumu ve özellikle LGBTİ’ler üzerindeki baskı İsrail’in çok sık kullandığı bir propaganda aracı. Dünya üzerinde “pink-washing Israel” olarak bilinen bu siyaset, kabaca İsrail’i çevresindeki Arap ülkelerinden farklı olarak, LGBTİ’ler için cennet olan özgür bir ülke olarak tarif ediyor ve uluslararası LGBTİ hareket içinde taraftarları kadar muhalifleri de var.
Şu an Türkiye’de de başörtüsünün ortaokula kadar girmesi bir “özgürlük” meselesi olarak sunuluyor? Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bu sürecin bize getirisi ne olacaktır?
Her şeyden önce, başörtüsünü yetişkinlerin takması bile özgürlük eğil hak olarak tanımlanabilir ancak. En kutsal güç tarafından verilmiş bile olsa, bir emre itaat özgürlük olarak tanımlanamaz. Ailelerinin küçük çocukları örtünmeye zorlamasına imkân tanımanın özgürlükle ne ilgisi olabilir? Ailenin çocuk üzerindeki yetkilerini genişletmenin nesi özgürlükçü? Bu süreç ciddi bir muhalefetle karşılaştı, bunun etkilerini azaltacağını düşünüyorum ama dini eğitimin Türkiye’ye dayatılması harekâtının bir parçası. Eğer karşı durulmazsa gündelik hayatlarımızı etkileyecek, korkunç bir sürece gireceğiz.
Son olarak, direnişçi kadınların biyografilerinin devamı gelecek mi, bu konuda süren çalışmalarınız var mı?
İntifada’nın yayın programında şimdilik başka bir biyografi yok ama bölgeyle ilgili önemli kitaplar sırada.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.