Türkiye, 3 seçimli sürecin ikisini geride bıraktı. Yerel seçimler sonucu AKP oy düşüşü ile birlikte kısmi bir zafer kazanırken, cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucunda Tayyip Erdoğan kıl payı cumhurbaşkanı oldu. Seçimin reel siyasete etkisi çokça tartışıldı ve tartışılmaya da devam edecek. Ancak bu yazının konusu seçimlerin “bizim” cenahtaki etkileri. Başta belirtmekte fayda var, temsili demokrasi ve seçimler […]
Türkiye, 3 seçimli sürecin ikisini geride bıraktı. Yerel seçimler sonucu AKP oy düşüşü ile birlikte kısmi bir zafer kazanırken, cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucunda Tayyip Erdoğan kıl payı cumhurbaşkanı oldu. Seçimin reel siyasete etkisi çokça tartışıldı ve tartışılmaya da devam edecek. Ancak bu yazının konusu seçimlerin “bizim” cenahtaki etkileri.
Başta belirtmekte fayda var, temsili demokrasi ve seçimler burjuva siyasetinin birer enstrümanıdır ve devrimcilerin “burjuva parlamentosunda” var olmalarının sınırları çizilmiştir. Bu yönüyle her sistem içi araç gibi seçimler de devrimci siyaset için taktik bir değer taşımaktadır. İlkesel olarak seçimlere katılmak veya katılmamak iki ayrı hatalı bakış açısının ürünüdür. Devrimciler, seçim süreçlerinde herhangi bir adayı destekleyebilir, ittifaklar kurabilir, sandığa gitmemeyi örgütleyebilir ya da seçimleri tamamen görmezden gelebilir. Bunların her biri devrimci hareketin dönemsel ihtiyaçları ve reel siyasetin güncel durumu ile birlikte değerlendirildiğinde ortaya çıkan sonuçla belirlenmektedir. Farklı siyasi hareketlerin farklı yaklaşımları onların devrim stratejileri ve dönemsel taktikleri ile alakalı değerlendirilebilir/kıyaslanabilir.
İşte solun sandıkla imtihanı da bu noktada başlıyor. Özellikle cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra sol siyasette, seçimlere gereğinden fazla anlam yüklemek bulaşıcı bir hastalık gibi yayılır hale geldi. Cumhurbaşkanlığı seçimleri biter bitmez 2015 genel seçimlerine dönük seçim ittifakları ana tartışma haline gelebildi. Kimi sol siyasi hareketler için meclise girecek 3-5 milletvekili, adım adım başkanlık rejimine giden ve otoriterleşen Tayyip Erdoğan iktidarına karşı mücadeleden daha öncelikli hale geldi.
Sandık fetişizminin bu kadar yaygınlaşması muhakkak kendiliğinden değil. Başlıca sebepleri incelersek, seçimlere dair bakış açısını bulandıran bu durumu daha rahat anlayabiliriz:
1)Legalizasyon ve yasal particilik
1980 askeri darbesinin ardından hapishanelere doldurulan “eski önderler” in dışarı çıkar çıkmaz mevcut hareketleri yasal partiler etrafında topladıkları süreç EMEP ve ÖDP başta olmak üzere birçok yasal siyasi parti ortaya çıkarttı. Meşruiyet ve yasallık arasında, yasallığı tercih eden ve yasal bir siyasi partiyi “devrimci mücadelenin merkezine” yerleştiren anlayış, varlık sebebi parlamentoya girmek olan örgütlerini seçimlerde yarıştırmak zorunda kaldılar. Dönem dönem seçim ittifakları yaptılar, ama daha çok seçimlerde etkisiz oy oranları ile hayal kırıklığı yaşadılar. Bu dönemde de, başta bu yasal partilerin genel seçim tartışmalarını başlatmaya heveslendiğini görmek şaşırtıcı olmasa gerek.
2)Selahattin Demirtaş’ın başarısı
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine HDP’nin adayı olarak katılan Demirtaş’ın sol bir kampanya ile oylarını bir milyona yakın arttırması sosyalist solda muhakkak bir heyecan yarattı. Hedefine AKP’nin cinayetlerini ve yolsuzluğunu koyan seçim kampanyası, Kürt hareketine şimdiye kadar mesafeli yaklaşan pek çok insanı etkiledi, bunların bir kısmı ise sandığa oy olarak yansıdı. PKK’nin 30 yılı aşkın sürdürdüğü ulusal mücadele ile sol arasındaki bu kaynama oldukça değerli olmakla birlikte Selahattin Demirtaş’ın aldığı oy, CHP’nin adayının da İslamcı olması ile muhakkak ilgili. Ancak daha da önemlisi, Selahattin Demirtaş’ı önemli bir özne yapan Cumhurbaşkanlığı adayı olması değil, Kürt siyasi hareketinin partisinin lideri olmasıydı. Bu da seçim başarısı ile değil, süren halk hareketinin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Dolayısıyla, sadece sandıkta sol kampanya ile başarı kazanılamayacağını görmek gerekiyor. Ancak Demirtaş’ın sandıkta yakaladığı başarı, Cumhurbaşkanlığı seçimleri biter bitmez genel seçim tartışmalarının başlamasını tetikleyen en önemli faktör.
3)Gezi’nin siyasi partisinin olmayışı
Pek çok sosyalistin, seçimlere de referans olarak aldığı Gezi Direnişi kitlesi sandıkta blok hareket etmiyor. Yerel seçimlerde AKP karşısındaki en güçlü adaya oy verme eğilimi bu kitle içinde güçlenirken, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ağırlıklı olarak sandığa gitmeyi tercih etmedi. CHP’nin sağa açılması ve HDP’nin bu kitleyi kapsayamaması ile solda bu kitleyi kapsamaya dönük arayışlar uzun zamandır devam ediyor ve etmelidir de. Bu kitlenin muhakkak seçimlerde tavrı etkili ve hatta belirleyici de olacaktır. Ancak aslen kentli bir sokak hareketi olan Gezi Direnişi ve Haziran İsyanı, ancak ve ancak sokakta mücadele eden bir örgütlenmenin, sokağı adres gösteren bir siyasi hareketin etrafında kendisini ifade edebilir. Sokağa alışık olmayan veya sokağı miting, basın açıklaması gibi geleneksel yöntemlerle sınırlayan yaklaşım, ister istemez “Nereye gidiyor bu Gezi’nin oyları” sorusunun ardından, Gezi’nin argümanları ile oy istemeyi dâhiyane bir buluş gibi sunmaya çalışacaktır. Ancak üç seçimden ikisi de göstermiştir ki, Gezi kitlesinin seçimlerle kurduğu ilişki sınırlı ve daha çok CHP’nin(olumlu ya da olumsuz, ancak daha çok olumsuz yönde) belirleyiciliğinde ilerlemektedir.
4)Meclisteki HDP milletvekilleri
Mecliste bulunan HDP milletvekilleri, Kürt siyasi hareketi ve toplumsal muhalefet için önemli roller oynayabiliyorlar. Örneğin Öcalan ve Kandil ile görüşmeleri sürdüren heyetler bu vekillerden oluştuğu gibi, Sırrı Süreyya Önder, Gezi’de kepçelerin önünde durarak önemli bir rol oynamıştı. Bu haliyle değerlendirildiğinde, mecliste var olmanın siyasi pratiği de ilerlettiğine dönük bir algı oluşması gayet normal ve anlaşılır. Ancak bu süreci tek yönlü incelemek bizi yine hataya sürükleyecektir. Kürt hareketi asıl olarak silahlı gücü ve son yıllarda geliştirdiği kendine özgü yerel örgütlenmeleri ile ulaştığı gücün bir sonucu olarak mecliste kendini temsil etmektedir. Bunun yanında HDP projesi ile birlikte Kürt hareketinin gücünü ödünç alarak birkaç sosyalist milletvekili de mecliste yer almaktadır. Türkiye toplumsal muhalefetinin ve emek hareketinin ülke geneline yayılmış ve süreklileşmiş mücadelesinden ve bunları kapsayan örgütlerinden yoksun olduğu göz önüne alındığında; meclise girecek birkaç milletvekilinin devrimci hareketin ilerlemesi için çok önemli olduğunu söylemek kuru bir iyimserlikten öteye geçmiyor.
İşçi sınıfı, sol ve parlamento
Genel oy hakkı ve milletvekillerine ücret verilmesi bir işçi sınıfı hareketi olan çartist hareketin taleplerinin arasındaydı. Patronların aksine, ücret olmadan hayatta kalmaları mümkün olmayan işçilerin de parlamentoya girmesi için ücret talep edilmiş, herkesin oy kullanarak temsilin sağlanması için de genel oy hakkı talep edilmiştir. Burjuva demokrasisinin en önemli araçlarından olan parlamentoların oluşturulmasında işçi sınıfının katkıları yadsınamaz. Ancak kapitalistler, kendilerine düşman bir talebi boğamadıkları zaman her zaman onu sistem içi bir araç haline getirmekte hünerlidir. Modern anlamda parlamentolarda işçi sınıfının iktidar mücadelesinin aracı olmak bir yana, sistemin meşruiyetini yeniden ve yeniden pekiştirmek için kullanılan bir silah olarak işçi sınıfına ve sola çevrilmiştir. Mahir Çayan’ın “sandıksal demokrasi” diye tarif ettiği seçimler, siyaseti arada sandığa gidip oy vermeye indirgeyen ve halkın edilgenleştirildiği bir araç haline gelmiştir.
Türkiye’de sosyalist hareket açısından önemli yere sahip olan TİP’in seçim başarısı burada değerlendirmeye değer ve sistemin işleyişini parlamento açısından anlamak için önemlidir. TİP’in meclise girmesinin hemen ardından Türkiye egemenleri seçim barajı yasasını getirerek yeni bir TİP vakası yaşanmasını kalıcı olarak engellemişlerdir. Seçim barajı yasası çıktıktan sonra TİP’in oyları hızla erimiş ve Türkiye devrimci hareketinin gerek örgütsel gerek etki gücü açısından doruğa ulaştığı 1980 öncesinde dibe vurmuştur. Türkiye’de toplumsal muhalefetin ve sosyalist hareketin yükseldiği dönemlerde genelde seçimlere katılım oranı düşmüş, kitleler “sandıksal demokrasi” yerine, fiili meşru ve militan mücadeleyi tercih etmişlerdir. Bu Türkiye’ye özgü bir durum değildir. Tüm dünyada, yükselen devrimci hareketler, yanında düşük katılımlı seçimleri de getirmiştir.
Neoliberal kapitalist dönemde ise parlamentolar tamamen işlevini yitirmiş, karar alma süreçleri yönetişim aygıtlarında görev alan ve egemenler tarafından belirlenen teknokratlara devredilmiş parlamento ise yalnızca ilginç olaylar yaşandığında insanların ilgisini çeken bir noter merciine dönüşmüştür. Adil olmayan seçim sistemleri ile parlamentolar egemenlerin kendi içlerindeki iktidar mücadelesinin araçları haline gelmiş ve büyük sermaye gruplarının desteklemediği hareketlerin seçimlerde başarı şansı ortadan kalkmıştır. Bugün Türkiye de dahil olmak üzere, parlamentolar egemenlerin enstrümanı haline gelmiştir ve devrimciler için seçimler her koşulda deplasmandır.
2015 genel seçimlerine dair birkaç öngörü
Bir süredir solda birlik tartışması adı altında 2015 genel seçimlerine dönük bir seçim ittifakı tartışılıyor. Kaba biçimde ÖDP’nin Birleşik Muhalefet’i ile HTKP ve KP’nin Sol Cephesi etrafında toplanan aydınların da bir araya gelmesi gibi görünen bu oluşum 2015 genel seçimlerine de önemli bir anlam yüklüyor. Seçim sürecinde oluşturulacak birikimin Türkiye soluna yeni bir soluk getireceği iddia ediliyor.
Oysa ki 2015 genel seçimlerine baktığımız zaman sosyalistlerin milletvekili seçilmesinden çok daha önemli bir gündem var. O da Tayyip Erdoğan’ın tesis etmeye çalıştığı tek adam rejimi ve bunun anayasal olarak gerçekleştirilmesi için yeterli çoğunluğun sağlanması.
Adım adım diktatörlüğe giden Türkiye halklarının öncelikli sorunu mecliste sosyalist milletvekiline sahip olmak mıdır? Yoksa AKP’nin tek başına anayasayı değiştirecek güçten mahrum kalması mı?
Önümüzde uzun zaman olduğu için şimdiden net tahliller yapmak riskli olacaktır ancak AKP’nin anayasal çoğunluğu sağlayıp sağlamamasının dışında seçimlerin devrimci harekete doğrudan bir etkisi olacağını söylemek güç gibi duruyor.
AKP’nin asıl olarak sokakta ve bunun doğal bir sonucu olarak sandıkta geriletilmesi şimdiden tartışılabilecek tek gündem gibi gözüküyor. Bunun dışındaki tartışmalar, benzeri pek çok kere denenmiş ve başarısız olmuş, faydadan çok zarar getirmiş sandık denemelerinden başka hiçbir sonuç çıkartmayacaktır.
Türkiye devrimci hareketi 3 seçimli dönemin son seçiminden önce son bir nefes aralığındadır. En son yapacağı tartışma seçim tartışmasıdır. Devrimcilere sandıkta değil sokakta ihtiyaç var!