İslamcılığın ‘hakikisi’ de denebilecek bu güruhla faraza 50 yıllık bir komşuluk mezhepçi faşizmin, ırkçılığın ve ilkelliğin ağdalısı ve din soslusunu peyderpey evine davet etmek demektir. Sahi, istiyor musunuz? Defalarca söylenmiş şeyleri tekrar gibi olacak; ama Kobane ve Türkiye Kürtleri kimi yakın tarihte göçer olmuş, kimi pratikte bir hükmü olmamış suni sınırlarla ayrılmış iki akraba gruptur. […]
İslamcılığın ‘hakikisi’ de denebilecek bu güruhla faraza 50 yıllık bir komşuluk mezhepçi faşizmin, ırkçılığın ve ilkelliğin ağdalısı ve din soslusunu peyderpey evine davet etmek demektir. Sahi, istiyor musunuz?
Defalarca söylenmiş şeyleri tekrar gibi olacak; ama Kobane ve Türkiye Kürtleri kimi yakın tarihte göçer olmuş, kimi pratikte bir hükmü olmamış suni sınırlarla ayrılmış iki akraba gruptur. Öyle mecazen değil, hakiki manada akraba, kardeş ve komşu. Öyle ki Kobane’de eşek anırsa Suruç’un çarşısında duyulur. Hal buyken Kürtlerin öfke ve isyanını anlamak çok zor olmamalı. Benzetmem mazur görülsün; ancak Kürtlerin durumu en yakınlarının vahşice katledildiği bir ‘ölüm pornosu’ filmini izlemekten farksız.
IŞİD’i henüz idrak edememişler yahut edip de Kürt alerjisi tutanlar Türkiye’ye ve barışa fena halde kötülük yapıyor. Halihazırda Suriye’de olan şey; önceleri büyük bir vekalet savaşının yaşandığı, sonrasındaysa Esad karşıtlarının giderek ‘iç mücadelelere döndüğü’, bir yandan da savaşın diğer bölgelere ithal edildiği kaotik bir süreç. IŞİD’se, savaşın yarattığı umutsuzluk ve yıkımı alabildiğine sömüren bir hareket, daha doğrusu politik bir konsept. IŞİD, El-Kaide yöntemlerini birkaç tık yukarı taşıyıp insan benliğinin görüp görebileceği en ilkel güdüleri tahrik eden, bunu yaparken oldukça sekter-öfkeli bir politik ideaya yaslanan stratejik bir akıldır. Kolektif vahşet ve cinneti, reaksiyonel İslamcılıkla birleştiren IŞİD’in savaş aklı yaydığı kolektif korku, cinnet ve öfkeyle düşmanlarında psikolojik bir yılgınlık yaratmak üzere kuruludur. Kolektif cinnet ve korkuyu araçsallaştıran bu hakiki vandallar, dünyanın dört bir yanından devşirdiği sadist ve psikopat katil sürülerinin herhangi bir ahlaki denetim gütmeden cinayet ve infazlarını gerçekleştirmelerine alan tanıyor. IŞİD’le birlikte savaşan bu katil sürüleri dini-politik ideallerini araçsallaştırıp tamamen kendi ilkel-vahşi güdülerini tatmin ediyor, denebilir. Tecavüz, kadınların cariyeleştirilmesi, kölelik ve toplu infazlar politik bir cinnete işaret ettiği kadar sadistik bir tatmin duygusunun da eseri.
Kürtler neden öfkeli?
Şuurunu hepten yitirmiş ırkçıları bir yana bırakalım. 30 yıllık savaşı da bahane ederek Kürtlere dair her türlü şeye öfkeliler. Zaten onlar için Kürt diye bir şey, dolayısıyla sorun da yok. Bir de bunlar dışında kalan, IŞİD’e ve AKP’ye muhalif olup da PYD-PKK dolayısıyla Kürtlere öfke kusanlar mevcut. Tane tane anlatalım:
Evet. Yangına körükle giden, IŞİD’e kah lojistik sunan kah dolaylı-doğrudan alan açan bir ülkeyiz. Tüm dünya ve özellikle bölgedeki Kürtler bu gerçeği defalarca gördü. Hani bir yerlerden okuyup da celallenmiş değiller. Suruç’la Kobane arası bir taş atımı mesafe. Bölge halkı IŞİD’e doğru giden yardımları, militanlarca kevgire döndürülmüş sınırı vs her şeyi kendi gözleriyle gördü.
Buna karşın PYD kurulduğundan beri Türkiye önce cephe aldı, özellikle IŞİD saldırıları esnasında yardım gitmesini bazen engelledi, sınırı geçmek isteyenlere saldırdı, vs.
2.Türkiye ile Rojava’da yaşananlar birbirine bağlanabilir mi?
Evet. Kobane’nin aylardır, ama özellikle son 20 gündür yoğun saldırı altında olması normal değil. IŞİD’in asıl saldırdığı şey, eğrisiyle-doğrusuyla aslında bir projedir. Bir arada ve eşit bir biçimde yaşamı savunan, farklı kesimlere hak tanıyıp kadını toplumsal yaşamda ciddi statüye kavuşturan bir proje. Seküler, laik, anti-faşist, kadını önceleyen ve gelişmeye açık bir konsept. Düşünün, Kobane’de Kürtlerin müttefiki olan en büyük Arap aşiretlerinde bile ‘eş başkanlık-kadın yönetimi’ alternatifi kurmaya çalışan bir hareket. Meclis’teki en kallavi 80 küsur yıllık ‘modernist parti’ %10 kadın vekile sahip olmazken, yaşamın her alanında eşit cinsiyet temsili iddiası taşıyan henüz iki yıllık bir konsepti küçümseyebilir miyiz? IŞİD bizim ulusalcılarımız kadar küçümsemediği için canhıraş saldırıyor. IŞİD’in bile gördüğünü, bizler inkar edebilir miyiz?
Öte yandan tüm dünya biliyor ki Türk devleti, şu haliyle sınırda bu konseptte bir Kürt varlığındansa IŞİD’i tercih ediyor. Kürtler de bunu çok açık görüyor. Sorun şu: Türkiye’de güya barışı konuşurken Rojava’da savaş ve imha mümkün mü? Değil.
Şu soruyu birçok ulusalcı soruyor. O halde biz de soralım: Min. %80’i öyle ya da böyle kendini TÜRK olarak tarif eden bir ülkede, Irak’ta Türkmenler katledilirken ortalığın şu durumdan on kat beter sarsılması gerekmez miydi? Asıl siz neredeydiniz? IŞİD aylardır yakıp yıkarken, T.C. hükümeti IŞİD’e alan açarken bu ülkenin çoğunluğu ulusalcılar çok değil bir tane eylem yapmış mı?
Bir soru daha: Telafer’de evvelinde de Kürtler saldırıya uğruyordu. Şu soruyu soranların zerre-i miskal gık olsun çıkarmışlar mı? Ve son soru: Yıllardır Türkmenleri ‘basamak’ yapan Türkiye Telafer’e gık edemezken, Türkmenler şu anda IŞİD’e karşı bilin bakalım kiminle aynı cephede savaşıyor?
Demek ki neymiş? Asıl tutarsız ve ilkesiz olan bu tavırmış. Kusura bakmayın kardeşim, senin derdin Türkmenler falan değil; fena halde Kürtler.
Diğer üç madde anlaşıldıysa, şu ‘şiddet’ meselesine gelelim. Öncelikle aylardır susan, evinde oturan, rahatı bir kez olsun kaçmamış tiplerin ‘eylem dersi’ vermesinden artık sıkıldık. Buyrun kardeşim, daha medenisini siz yapın, engel mi oldular? Nasıl ki Gezi’de, milyonlarca insan sokağa çıkıp yeri geldi kontrolden çıkan eylemcilere mani oldu, e buyrun? Kem-küm etmeden Kobane’de yaşananların hakkını veriyorsan, vicdanın tutulmadıysa daha neyi bekliyorsunuz?
Kürdistan’da çocuklar bombalanırken ‘kamu malına (eşeklere) zarar geldiği için üzgünüz’ diyen necip milletimizin ortalama yurttaşının mal’dan anladığı iki şey var: Eşekler ve yurttaşlar (Kürt, gayrimüslim, Ermeni vs).
Yeri gelmişken: Ethemler, Ali İsmailler, Berkinler öldürülürken muktedirin derdi neydi? Fışkiye!(kamu malı) Tarihin ironisi midir yoksa cehaletin örgütlenmiş gafilliği mi bilinmez, örtülü-açık ödeneklerden bizatihi kendi vergisinin (haracı) devlet-i ali’nin açık-kirli savaş harcamalarına kaç para aktarıldığını bilmeyen ortalama yurttaş aklının derdi ‘kamu malı’. Şayet ki bir malın israfı diye bir şey söz konusuysa, nereye gittiğini zinhar bilmemiz mümkün olmayan(?) vergilerde kaybı aramakla işe başlamak elzemdir. Sokakta çevirip 100 lira borç istesek elli sefer düşünecek insanlar, devlete verdiği haracın hesabını sormuyor da kırılan iki sokak lambasına yanıyor. Allah göstermeye Roma’da yaşasa, köle isyancılarının lideri Spartaküs’e ‘Sfenkslere zarar veriyon, ahmak!’ diyecekler.
Hülasa, Türkiye halkları ciddi bir sınav veriyor. Nasıl ki Gezi’de kırılan üç-beş kaldırım taşı, yakılan birkaç araç bahane edilip söylenen onca kara propagandaya rağmen Gezi vicdanlarda mahkum edilemediyse, yakıp yıkılan yerler bahane edilip Kobane de mahkum edilemez!
Ve tekrar edelim: Kobane ve aslında Suriye genelinde yaşananlar, son haliyle adeta ölüm pornosudur. İnsanlığa ve beşere dair yeni ve umutlu bir şey kurmak şöyle dursun, Suriye halklarını şu an için 100 yıl geriye taşımış; kültürel olarak da 1500 yıl geriye götürmeye çalışan bir vandallıkla imtihan ediliyoruz. Savaşın elbet zaruri olduğu haller vardır; ancak Suriye’deki savaş, halihazırdaki ‘genel’ muhalefet biçimiyle birilerinin vekalet ettiği, körüklediği, hesaplaştığı bir bağnazlıktan ötesi değildir. Kazara ‘muhalifler’ denen güruh kazanacak olsa, vaat ettiği şey tüm bölge halklarına daha fazla ‘savaş’tan ötesi olmadığı gibi, ele geçirdiği sahada yaptığı ve yapacakları şeyse Taliban’a bile rahmet okutacak ilkellikten başka bir şey değildir. Halihazırda 5-6 yaşında çocuklara bile kadın vekaleti zimmetleyip onda mahremiyet arayan ‘Yeni Türkiye’ davası giderek yakıcı bir hal alırken, sınırda bunu rahmet kere rahmetle aratacak bir vahşeti Kürtlere ‘izletmek’ ne insanlıkla ne de başka bir şeyle bağdaşır. Fenası, İslamcılığın ‘hakikisi’ de denebilecek bu güruhla faraza 50 yıllık bir komşuluk mezhepçi faşizmin, ırkçılığın ve ilkelliğin ağdalısı ve din soslusunu peyderpey evine davet etmek demektir. Sahi, istiyor musunuz?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.