Hegel Napoleon’u Jena sokaklarında at üzerinde görünce koşarak evine gitmiş ve defterine su satırlari yazmıştı; “Bugün Dünya Tinini at üzerinde giderken gördüm.” Hegel felsefesi bir tür gelişim/oluş felsefesidir. Tarih içerisinde gerçeklik demlenir/gelişir/serpilir. Türlü türlü uğraklarında konaklar; bu kesimlerde görünür/gözükür/görünürleşir. Bu konaklara moment/uğrak/kıpı denmiştir. Napoleon figürü Hegel için önemlidir çünkü artık tarihsel bilinç/farkındalık ile donanmış kişi […]
Hegel Napoleon’u Jena sokaklarında at üzerinde görünce koşarak evine gitmiş ve defterine su satırlari yazmıştı; “Bugün Dünya Tinini at üzerinde giderken gördüm.”
Hegel felsefesi bir tür gelişim/oluş felsefesidir. Tarih içerisinde gerçeklik demlenir/gelişir/serpilir. Türlü türlü uğraklarında konaklar; bu kesimlerde görünür/gözükür/görünürleşir. Bu konaklara moment/uğrak/kıpı denmiştir.
Napoleon figürü Hegel için önemlidir çünkü artık tarihsel bilinç/farkındalık ile donanmış kişi tarih yapmaya koyulmuştur.
Hegel’in daha sonra kendi varoluş gerçekliğini de kucaklayacak bir felsefenin dokuyucusu olması belki de felsefesinin bir ruh haline dönüşmesidir. “Bilge adam” kavramsallaştırmasında olduğu gibi tarihsel deneyimi bilen/işleyen/incelten/anlayan adam olarak kendisini de dizgesine dahil eder.
Tin türlü kılıklarda tarihin sahnesinde görünürleşir. Bu alabildiğine esnek kavram felsefenin estetikleşmesine de yol acar. Çamuru yoğura yoğura istediği biçimi veren çömlek ustası Tini çekiştirip/büzüştürerek/eğip/bükerek istediği gibi anlar/anlatır.
Her yerde erkeklik üyesini görmeye yazgılı Fröytçüler gibi bir her-şeye-dönüşen kilit kavram/anlayış/bakış açısı bir tür beyin humması gibi; artık bir anlayışın değil fizyolojinin bir tuhaflığına dönüşüyor.
Çevremi kuşatan gerçekliğe yaklaşım tarzım her zaman anlayış/kavrayış/algılayışımın yankısı ile çınıldar. Rengi ile bezenir.
2014 yılında olduğumuz için ayrıca önümüzde de 2023, 2071 gibi gelecek yıllar olduğu için; 100 yıl önce cumhuriyet kurulduğu ve de bin yıl için “Anadolu’nun kapısı Türklere açıldı”ğı için “önder” olan kişi kendisini çok yankılı bir kavşağın ortasında “seçilmiş” algısı ile ıslanmış duyumsuyor.
Buradaki sorun tarih okumanın bilinçliliği/farkındalığının tarih yazmaya/yapmaya uygun olmakla eş değer tutulup tutulamayacağıdır.
“Belki çevremdeki tüm başarılı insanlar o işe girmekten vazgeçecek olsalardı ben de o işe girebilirdim… (bu yetersizliğimle)”
Şimdi burada bu olanaklılık koşullarını eldeki ortamdaki gerilim ve dengelerin kendiliğinden bir sürece dönüştürülebileceğini tartışmayacağım. Bu iktidar anlayışı taraftarlarının algılarını yönlendirip, tutkularını tutuşturup ve benliklerini aynı renge boyayarak aynı ereğe sürükleme ve nereye bakarlarsa bir ve aynı şeyin izini/imasını görmelerinden ve bunun yarattığı olası tarihsel anlatılardan/yanılsamalardan söz edeceğim.
Buradaki iktidarın ayrıksılaştırıcı ve/veya bütünleştirici siyasi dili sözcüklerin içindeki mekan-zamanı sıkıştırıp gevşeterek kendisine dilsel bir varlık alanı/adası türetmekte. Bir yazılan tarih varsa eğer bu noktada bu anlamsılığın tarihinden söz edebilmek mümkün.
Çok yakın zamanlarda sözcük dağarcığımıza ya da güncel sözlüğe (kısa süreli birlik ve yandaş gerektiren süreçler) sızan birkaç sözcük hatırlayalım;
“Gezici, halkın iradesi, darbe, paralel yapı, haşhaşi…”
Gezi olaylarını okumayan/okuyamayan anlayış yüzleşmek yerine kestirip atarak; sorumluluk almak yerine onu karşısına alarak tek bir toprak parçasından iki ada yaratıyor. Her ne kadar aynı diller konuşulsa da aynı sözcüklerin farklı anlamlara geldiği, farklı yankıdığı iki ada devleti.
Bu iktidarın tarih yapma/yazma arzusunun önüne çıkan tüm engelleri “iyiye/doğruya/güzele/gelişmekte olana” yapılan saldırı olarak benimseyip duygulanımlarını (mitinglerde/meydanlarda/ekranlarda) anlam olarak sözcüklerin içerisine sıkıştırmaya çalışıyor.
Bir ruh halinin bir yönetim biçimine dönüşmesi; bir duygulanımın bir anlam yaratıcı etkinlik olarak işlev görmesi: İşte içerisine düşülen büyük hezeyan.
Siyaset eğer politikalar üretebilmek demekse herkesin üzerine uyan elbiseler üretip bir büyük kesimi aynı elbisenin içerisine sokabilmek demekse bu elbiselerin içerisindeki ağızlara söyleyiş kolaylığı kafalara anlayış kıvraklığı türetebilmek demekti. O kafaların muhafaza edebileceği/kavrayacağı bilgi/anlayış türleri. Buradan şuraya ulaşmak istiyorum;
Tarihin bir oluş içerisinde şu an burada demlenebilen bir şey olması düşüncesi anı tarihselleştirir. Anın gelecek için bir esneklik ve sıçrama tahtası değil ama geçmişte temeli atılmış daha gerçek olan bir geleceğe gebe görmeye algıların yoğrulması. İşte bu tür siyasetin özgülüğü.
Bende beni aşan şeyler olması “Seçilmişlik.” “İşte tarihin bağrından fışkıran bir umut/ışık”, “geleceğimizi özlediğimiz renge boyayacak kişi.” Ve efsaneler yazılmaya başlar “Uzun adam…”
Bu noktada ne dünya renksiz ne gelecek yönsüz ne de biz amaçsızızdır. Her şeye anlam atamada usta olan bu yukarıdan aşağıya iktidar/gerilim olarak inen/ete kemiğe bürünen ruh hali bir devlet felsefesi/siyasi, politik eylem felsefesine dönüşür
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.