Geçen hafta IŞİD’e giden süreci AKP’nin Yeni Osmanlıcı-mezhepçi bölge stratejisinin çöküşü üzerinden ele almış ve “IŞİD AKP için bir beka stratejisi olabilir mi?” sorusunu tartışmayı bu haftaya devretmiştik. Önce yönteme dair bir hatırlatma: Burada IŞİD’in arkasındaki güçleri aramak, komplolar üretmek ya da IŞİD’e katılımların, cihatçılığın yükselişine dair sosyolojik açıklamalar yapmak gibi bir derde yaslanmıyoruz. IŞİD’in […]
Geçen hafta IŞİD’e giden süreci AKP’nin Yeni Osmanlıcı-mezhepçi bölge stratejisinin çöküşü üzerinden ele almış ve “IŞİD AKP için bir beka stratejisi olabilir mi?” sorusunu tartışmayı bu haftaya devretmiştik.
Önce yönteme dair bir hatırlatma: Burada IŞİD’in arkasındaki güçleri aramak, komplolar üretmek ya da IŞİD’e katılımların, cihatçılığın yükselişine dair sosyolojik açıklamalar yapmak gibi bir derde yaslanmıyoruz. IŞİD’in pratiğine, olgulara ve bunların güç ilişkilerinde yarattığı fırsat ve sonuçlara bakmakla, yani IŞİD’in arkasından çok önünü açtığı gelişmelerle ilgiliyiz.
IŞİD öncesi tablo: AKP-Körfez gericiliği eliyle ABD himayesinde Suriye’de sınanan ve ağırlıklı olarak Şii Yayı’nın etkisini kırarken ABD’den doğan güç boşluğu içinde kendisine düzen kurucu bir altgörev tanımlayan mezhepçi strateji duvara tosladı. Esad kaldı, üstüne üstlük Suriye üzerinden yürüyen ve yeni jeopolitik dünya saflaşmasını açığa vuran vekalet savaşının sonucunda İran ve Rusya’nın bölge üzerindeki etkisi arttı. Şii Yayı’nın artan etkisi en çok Suriye’de Esad’ın kalışı ve Irak’ta Maliki’nin politikalarında belirdi. Bir Sünni radikalizm örgütü olarak IŞİD tam da bu ortamda saldırılarını yoğunlaştırdı.
Bugün sadece IŞİD’in saldırdığı şehirlere bakarak bile yeni bir stratejinin açığa çıktığını söyleyebiliriz: “Düşmanı doğrudan deviremiyorsan zayıflat; merkezden değil çevreden kuşat” şeklinde özetleyebileceğimiz bu stratejinin gayrinizami bir harp tekniği olduğu söylenebilir; IŞİD tam da bu tekniğin imkanları içinden saldırıyor. Esad’ın kalması ve Batı cephesinin desteğiyle bölgeye dayatılan mezhepçi stratejiden Şii Yayı’nın güçlenerek çıkması karşısında, Yeni Osmanlı fantezilerinin, Sünni jeopolitiğinin bu etkiyi kırarak kendisine çıkış ve müdahale kanalları aradığı bir ortamda IŞİD saldırıları, çökmüş bu stratejiye ve onun siyasetine bir bakıma “can vermeye” çalışıyor. Bu niyetle yapıyor veya yapmıyor, ilgilenmiyoruz; sonuçları bu niyeti besliyor. Soğuk Savaş’ta Sovyetler’i çevrelemek için geliştirilen ve “dostlarda İslam’ı kontrol et, düşmanlarda kışkırt” cümlesiyle özetlenebilecek Yeşil Kuşak stratejisinin bugün İran/Irak/Suriye ve kısmen Lübnan Yayı’na karşı IŞİD eliyle “dostlarda Sünniliği kontrol et, düşmanlarda kışkırt” şeklinde güncellendiğini ve IŞİD’in bu stratejide merkezi bir rol üstlendiğini görebiliyoruz. IŞİD bölgesel statükonun dağıtılmasında ve yeni bir statükonun kurulmasında bir köprü, yaratıcı bir “barbarlık” göreviyle ilerliyor.
Şimdi bu tablo içinde AKP için IŞİD’in işlevini madde madde tartışalım.
AKP IŞİD üzerinden uluslararası sistemdeki işlev ve anlam krizini gidermeye, kendisini, rolünü ve değerini IŞİD üzerinden yeniden tarif etmeye soyunuyor. AKP, çeşitli alanlardaki sıkışma ve krizlerine paralel olarak kendisine karşı gelişlerin yoğunlaşacağı öngörüsü taşıyor; bu okuma içinde IŞİD’in bölgesel varlığının ve “modeli”nin Türkiye’ye yayılması riskine vurgu yaparak IŞİD’i bir güvenlik teminatına dönüştürüyor, içe dönük bir siyasal beka stratejisi olarak anlamlandırıyor. Buna İhvan’ın geriletildiği ortamda, IŞİD radikalizmi üzerinden yeniden Ilımlı İslamcı tarif ve görevlere alan açma, bir tür restorasyon girişimi olarak bakabiliriz. Batı’ya dönük bütün seslenişlerinde böyle bir altmesaj (bir tür sopa) dikkat çekiyor. Özetle “Eğer burada inşa ettiğim piyasa ve Batı dostu İslamcı rejimin geriletilmesine izin verirseniz, denetlediğim, sistem içinde yumuşattığım geniş muhafazakar tabanda “kırılma” olur, “tercihlerimizi seçim yoluyla ifade etmemize izin vermiyorlar” hissi oluşur ve yanıbaşımızdaki IŞİD gibi radikal akımlar Türkiye’de büyüme zemini yakalar, dolayısıyla benden vazgeçmeyin” diyor. AKP’nin artan kriz ve sıkışmalar karşısında varlığını güvence altına almak için bir beka stratejisi olarak IŞİD’i değerlendirmesinde bu altmesaj çok belirgin. Buna karşın Batı merkezleri de bunun bilincinde. Nitekim aynı merkezler IŞİD’in büyümesinde, gelişmesinde AKP’nin payına dair ellerindeki “istihbarat”ı açıktan dünya ile paylaşıyor ve AKP’nin bölgesel denetim içinde tutulması ve yaratılan IŞİD sorununu “temizlemesi” adına bu bilgileri AKP’den vazgeçmeyen, ancak törpüleyip denetim altına sokan bir “beka stratejisi” olarak karşı kullanıma sokuyor. Böylece kendi rolünü de “aklamış” oluyor. Kerry ve Biden’in son açıklamalarını bu eksende görebiliriz.
AKP açısından IŞİD’in varlığı aynı zamanda dinselleşme siyasetinin doğrulanması, meşrulaştırılması ve hızlandırılması adına bir araca dönüştü, daha da dönüşme ihtimali bulunuyor. IŞİD’in artan etkisine paralel, son haftalarda bunu kanıtlayan örnekler sıklaşmaya başladı. Mesela Davutoğlu Türkiye’de zorunlu din derslerinin IŞİD’leşmeyi engellediğini, imam hatip liseleri sayesinde Türkiye’de radikal İslamcılığın gelişmediğini söylerken de; Erdoğan geçen hafta zorunlu din dersi olmazsa IŞİD gibi “terör” yapılarının gelişeceğini belirtirken de artan dinselleşme hamlelerini bu işlevsellik içinden ve IŞİD üzerinden meşrulaştırdı. Yine Diyanet İşleri Başkanı, IŞİD gibi radikal yapılarla mücadele için Türkiye’de El Ezher benzeri bir İslam Üniversitesi kurulacağını da geçen hafta açıkladı. Özetle IŞİD’le “sınır olmak”, şimdiden AKP Rejimi tarafından dinselleşmenin hem mazereti hem de dozunun arttırılması vesilesi olarak görülüyor, görülecek. AKP IŞİD üzerinden dinselleşme stratejisini doğruluyor, kaçınılmazlığını bir “güvenlik” konsepti olarak vurguluyor, bölgede İslamcılığın ve İhvancılığın artan kayıpları karşısında İslamcılığı IŞİD tehdidi üzerinden kalıcılaştırmaya çalışıyor.
Bunlar iç politikaya etkileri. Ya bölgesel etkiler? AKP IŞİD’in varlığı üzerinden bir Sünni isyanı anlatısı çıkararak, Ortadoğu’da Şii/Alevi etkisinin kırılmaması ve Sünni, AKP-İhvan tipi siyasetlerin iktidara yerleşmesine izin verilmemesi sonucunda IŞİD’in ortaya çıktığını söylüyor. Böylece AKP IŞİD’i kendi mezhepçi politikasının ve komşu ülkeye iç savaş ihracı stratejisinin bir sonucu olmaktan çok; bölgesel stratejisinin, Yeni Osmanlıcı fantezisinin sağlaması, doğrulanması ve önerdiklerinin gerçekleşmemesinin sonucu olarak sunuyor. Bu bakış, “Maliki ile Esad gitseydi, İhvan’a Suriye’de iktidar yolu açılsaydı, IŞİD doğmazdı.” bakışı. Nitekim tezkere tam da bu aklı yansıtıyor ve bu yüzden IŞİD’le mücadeleden çok Suriye Rejimi ile mücadele/savaş tezkeresi niteliği taşıyor. İçeride uyuşturucudan “terör”e her sorunun kaynağına giderek toplumun yeterince “dindar” olmamasını yerleştiren AKP, bölgedeki her sorunun kaynağına da iktidarların Sünni ve İslamcı olmaması gerekçesini yerleştiriyor. İslamcılık dış siyasete, Yeni Osmanlıcı bölge stratejisi iç siyasete karışıyor, eklemleniyor.
Yine bu eksende AKP, Yeni Osmanlıcı-mezhepçi siyasetinin krizini, bu krizi daha da derinleştirecek bir hamleyle çözmeye, mezhepçi bölge stratejisini krizden çıkarmaya, diriltmeye çalışıyor. IŞİD’in Musul saldırısı sonucunda yaşananlara bakmak, IŞİD üzerinden Şii Yayı’nı etkisizleştirme siyasetinin Irak’ta hamle yaptığı hissini kuvvetlendiriyor, hatırlayalım: Irak’ın en büyük ikinci kenti olan Musul IŞİD’in eline geçti, Türkiye’nin himayesindeki Sünni lider Haşimi bunu “Sünni devrimi” olarak niteledi; ABD sessiz kaldı; uzun süredir Kürt ve Sünni siyaseti dışlayıp Irak’ı Şii etkisine soktuğunu düşündüğü ve Esad’ın da kalışına harç taşımış Maliki’nin istifa etmemesi durumunda IŞİD’in Bağdat’a ilerlemesine müdahale etmeyeceğini açıkladı. Sonuç bir, Irak’taki Şii etkisini zayıflatmak adına AKP, ABD ve KDP ortaklığının Maliki’den kurtulma hedefi gerçekleşti, Maliki bıraktı. Sonuç iki, IŞİD kuvvetleri Erbil’e doğru ilerlerken ABD operasyon yaptı, engelledi ve Barzani’nin daha önce “Kürdistan’ın kalbi” olarak nitelediği, “uğruna gerekirse savaşırız” dediği Kerkük, Irak Kürdistan yönetimine geçti. 100 yıllık petrol rezerviyle ve Irak’ın merkezi petrol gelirlerinin yarısını sağlayan özelliğiyle Kerkük’ün Irak merkezi yönetiminden/Şii etkisinden alınıp Barzani yönetimine teslim edilmesi hem bölge enerji jeopolitiği hem de merkezi Irak yönetiminin zayıflatılması açısından yeni bir aşama. Sonuç: IŞİD’in Musul saldırısı sonucu Sünni-mezhepçi hat Irak siyasetine kazanımla döndü, ABD Irak siyasetine Maliki’nin gitmesi şartı üzerinden döndü, AKP’nin Yeni Osmanlıcı fantezilerinde “ideal” müttefik olarak gördüğü Barzani yönetimi de petrol/boru hattı denklemi açısından kritik bir şehri kendisine katarak elini bağımsızlık yolunda kuvvetlendirdi.
AKP’nin beka stratejisi içinde IŞİD’in işlevlerinden bir diğeri, IŞİD’in Kobane’ye dönük “stratejik” saldırılarında açığa çıkıyor. AKP bu üç yıllık mezhepçi savaş süresince Esad Rejimi’ne ve Suriye halklarına silah çekmeyip gerici unsurlarla “muhalefet” adı altında yan yana gelmeyen Rojava Kürtlerini “terbiye” etmek, PYD’nin Esad’a karşı savaşan cepheye geçmesini sağlamak ve böylece Suriye’de “Esad’ı dayanak ve ittifaklarından mahrum bırakmak”, rejimin cephe gerisini zayıflatmak, Şii cephesinin etkisini çevreden yalnızlaştırarak kırmak istiyor. AKP’nin IŞİD’in Kobane saldırılarına karşı takındığı tavır tam bu işlev üzerinden anlam kazanıyor. Yalçın Akdoğan’ın Kürdü IŞİD’le “terbiye” niyetini gösterircesine “Sırtını kime dayayacağına iyi karar vereceksin” sözleri, Davutoğlu’nun “Esad’a karşı cepheye geçin” çağrıları ve Erdoğan’ın son olarak “Bugün Kobane’de olanlar, yarın Haseke’de, Afrin’de de olacak” şeklindeki tehdit kokan ifadeleri toplandığında AKP açısından IŞİD saldırılarının nasıl “araçsallaştırıldığı” açık. Kimin yaptırdığından çok kimin nasıl yararlandığına bakıyoruz. Bu açıdan AKP’nin beka stratejisi içinde IŞİD’in kazandığı rolü en net ve berrak haliyle Kobane saldırıları açığa vurdu diyebiliriz.
AKP “Suriye Kürtlerinin Esad’a karşı savaşması, Türkiye Kürtlerinin AKP’ye karşı savaşmaması planı” olarak özetlenebilecek “çözüm” sürecinin içeriğini seküler ve demokratik bir arada yaşam modeli olarak Rojava kanton modeli vesilesiyle Kürt hareketinin belirlemesini engellemek; çözümün içeriğini de kendi mezhepçi bölgesel stratejisinin içinden tarif etmek istiyor. Bu açıdan IŞİD üzerinden Suriye Kürdünü “terbiye” stratejisi, bölgesel/dış politika merkezli ve Suriye düşmanı karakter taşıdığı kadar, aynı zamanda etkileriyle iç politikaya bağlanıyor. Bunu son 5 gündür ülkede yaşananlarla daha net gördük. IŞİD’in Kobane saldırıları ve AKP’nin “kantonlardan vazgeçin” çağrıları birlikte düşünüldüğünde, AKP’nin IŞİD saldırıları vesilesiyle çözümün içeriğini gerici-mezhepçi karakterde belirleme ve Rojava modelini yıkma hedefi net. O halde IŞİD saldırılarının AKP’nin beka stratejisi içindeki anlamı, Kürt sorununa çözümü Suriye’de savaşa ve Türkiye’de gerici-mezhepçi çözüme bağlaması oluyor. AKP’nin “çözüm” sürecini en başından beri Yeni Osmanlıcı-mezhepçi bölgesel yıkım siyaseti içinden okuduğu ve bu eksende Türkiye’de “barış” için Suriye’de savaş şartına yaslandığı yine görülüyor.
Peki, bütün bu stratejiler işler mi? Haftaya çözümün içerik savaşı olarak Kobane Serhildanı üzerinden tartışalım.