Sosyalistler ezen sınıfları kendi silahıyla içerden vurmak gibi (beyhude) bir işgüzarlıkla İslam’ı yeniden tarif etme gayretine girip, “aslında İslam öyle değil, şöyledir, böyledir” gibi dini referanslarla bir tartışma yürütmeyi kategorik olarak reddetmelidir IŞİD mevzusu siyasal İslam’ın bir başka boyutunu bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Bir yanda kendisini dindar, muhafazakar olarak tarif edenlerden etmeyenlere kadar herkes “böyle […]
Sosyalistler ezen sınıfları kendi silahıyla içerden vurmak gibi (beyhude) bir işgüzarlıkla İslam’ı yeniden tarif etme gayretine girip, “aslında İslam öyle değil, şöyledir, böyledir” gibi dini referanslarla bir tartışma yürütmeyi kategorik olarak reddetmelidir
IŞİD mevzusu siyasal İslam’ın bir başka boyutunu bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Bir yanda kendisini dindar, muhafazakar olarak tarif edenlerden etmeyenlere kadar herkes “böyle Müslümanlık olmaz” diye koro yaparken diğer tarafta sessiz sedasız hatırı sayılır kadar genç-orta yaşlı erkek savaşmak için IŞİD’e katılıyor.
AKP devleti ABD’nin baskısına daha fazla dayanamayıp IŞİD’e karşı daha net tavır almasıyla birlikte “böyle Müslümanlık olmaz” korosunun daha da güçleneceği beklenmelidir. Kuşkusuz her toplumsal siyasal akımın içinde olduğu gibi İslami hareketin de kendi içinde çeşitli çizgileri vardır. Bir yanda İslam’ı “sevgi, şefkat, rahmet” dini olarak görenler diğer yanda “kelle kesip, kırbaç cezası uygulayarak” İslam’ın kaynağına dönmeyi hayal edenler… Bu ikisi arasında başka renkteki çizgileri saymak da mümkündür…
Egemen ideoloji karşısında cılız durumda olan emek hareketi, mevcut haliyle, toplumun karşısına bir alternatif olarak çıkma iddiasında olmadığından bu İslami baskıyı çok fazla hissetmeyebilir. CHP’nin yerel seçimlerdeki tercihleri, cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ve MHP’nin “çatı adayı” tercihi bu baskının çok net ifadesidir. Aynı baskı 1990 sonrası kitleselleşme sürecinde Kürt hareketinin de üzerine geldi. Kürt hareketi biraz da bayrağındaki sosyalist sembolleri sökmenin rahatlığıyla siyasetinde dini semboller ve kurumlar oluşturmaya başladı.
Egemen ideoloji; İslam dini gibi Türkiye toplumunun tarihsel köklerini etkilemiş bir ideolojik formasyon tarafından kuşatılmış olunca bu baskının dayanılmaz ağırlığı çok daha bariz olarak ortaya çıkıyor. Bu baskı esas olarak egemen ideolojinin taşıyıcıları tarafından değil ve fakat esas olarak kendisini topluma kabul ettirmek isteyen muhalif kesimlerin daha geniş toplumsal kesimlerle buluşma isteğinin doğal sonucuymuş gibi kendini gösterir.
Bu anlamıyla edilgen, pasif ve güdülen olan kitlenin aslında hiç de öyle olmadığı ve kendisini değiştirip dönüştürmek isteyenleri çok kuvvetli bir çekim gücüyle kendisine doğru çektiğini görmemiz gerekir. Zira kitleler çok uzun yılların ve hatta tarihsel birikim içerisindeki pek çok öznel ve nesnel koşulların etkilemesiyle kendisi bir öznedir ve sürekli değişik dönüşerek özneliğini korur ve kendisini etkilemek isteyenlerle açık olmayan bir mücadeleyi alttan alta yürütür. Bu durum tersinden Erbakan’ın 1994’te ilk iktidara geldiğinde mayo defilelerinden tanınan bir mankeni partisine almasında ve kamuoyuna tanıtmasında veya AKP’nin 2010 referandumuna kadar liberal sol – sağ kesimlerle flört etmesinde de geçerlidir.
Din mevzusu bu anlamda eğer bir gün sosyalistler toplumun karşısında hatırı sayılır bir güç haline gelirse benzer bir şekilde gündeme gelecektir. Gelmemesi mümkün değildir.
Sosyalistlerin 1960-1980 arasındaki süreçte kısmen bu konuda rahat olması dünyanın kapitalist ve sosyalist olarak ikiye bölünmüş olmasının verdiği ideolojik hegemonya avantajına bağlanabilir. Kaldı ki bu dönemde bile milliyetçi-muhafazakar egemen ideolojinin sosyalistlere karşı (bütün dünyada olduğu gibi) temel argümanı “dinsizlik” olmuştur.
Sosyalist ideoloji ve sınıf hareketi çok net olarak laik bir harekettir. Bu, onun tarihsel köklerini oluşturan pratik-politik sürecin sonucu olarak böyle olduğu gibi bundan bağımsız olarak da dini ideolojinin bilimden-akıldan uzak, otoriter ve totaliter yapısından dolayı da böyledir. Bu bağlamda toplumsal mücadelesinde dini program veya programatik hedeflere yer vermediği gibi dini sembol veya söylemlere de yer vermez, vermemelidir.
Sosyalist hareketin İslam dini gibi halen çok canlı ve güçlü bir ideoloji tarafından baskılanacağı gerçeği sosyalistlerin bugünden dinsel ideoloji ve görünümlerine karşı çok net tutumlar belirlemesini gerekli kılar. Bu belirlenim esas olarak ideolojik bir duruşla ifade edilmelidir. Bu olmadığı sürece bazı politik konjonktürler din veya din kökenli toplumsal hareketlerle pragmatik ilişkiler kurulmasını zorlar.
Bu durumda ise tıpkı CHP’nin son seçim süreçlerinde yaptığı gibi veya pek çok sosyalistin Demokratik Toplum Kongresi’nin düzenlediği din konulu konferanstaki tutumuna yansıyan “İslam aslında ezilenlerin dini” vb. İslam’ın bir yanıyla uzlaşma gayretine dönüşebilir.
İslam’ın hangi sınıfların ihtiyacı olarak ortaya çıktığı veya hangi tarihsel sürecin sonunda İslam peygamberinin yeni bir dini tebliğ etme ihtiyacını duyduğu ayrı bir tartışma konusudur. Sosyalistler bu tartışmaları bilimsel yöntemlerle yapmalı ve kendi duruşlarını tespit etmelidirler. Ezen sınıfları kendi silahıyla içerden vurmak gibi (beyhude) bir işgüzarlıkla İslam’ı yeniden tarif etme gayretine girip, “aslında İslam öyle değil, şöyledir, böyledir” gibi dini referanslarla bir tartışma yürütmeyi kategorik olarak reddetmelidir. Böyle bir tartışmayı hayatının tamamını veya bir kısmını dini esaslar üzerine kurmak isteyen vatandaşlarımız veya akademisyenlerimiz yapabilirler ama sosyalistlerin din tartışmasını bu şekilde yapmak istemesi kendilerini içinden çıkamayacakları bir kuyuya atmalarıyla aynı anlama gelir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.