“Mecidiyeköy’deki iş cinayetinde 10 emekçi hayatını kaybetti. Kaza olan inşaattaki işçiler çok değil birkaç ay önce Somalı kardeşlerini anmak için toplandığımızda bizlere destek için baretlerini havaya kaldırarak iş bırakmışlardı” (*) “Sınıf soykırımı” ifadesinin, mecaz ya da mübalağa sanatlı bir söyleyiş olmadığı bir memlekette çoğumuz “rast gele” yaşıyoruz. Sadece son sekiz aydaki iş cinayetleriyle, her güne […]
“Mecidiyeköy’deki iş cinayetinde 10 emekçi hayatını kaybetti. Kaza olan inşaattaki işçiler çok değil birkaç ay önce Somalı kardeşlerini anmak için toplandığımızda bizlere destek için baretlerini havaya kaldırarak iş bırakmışlardı” (*)
“Sınıf soykırımı” ifadesinin, mecaz ya da mübalağa sanatlı bir söyleyiş olmadığı bir memlekette çoğumuz “rast gele” yaşıyoruz.
Sadece son sekiz aydaki iş cinayetleriyle, her güne yaklaşık olarak beş; her aya yüz elli işçi cesedi düşüyor. Toplam 1274 işçi ölümü…Peki, bu hangi savaşın bilançosu? Hangi savaşın tek taraflı ağır kayıplarının çetelesini tutuyoruz biz?
Soma daha dünken ve “devletçe tescillenmiş” 301 ölümün hesabı hiçbir şekilde sorulamamışken, dün gece Mecidiyeköy’de sessizliğin dibine çakılan 7 işçi cesedi, sorulamayan tüm hesapların, susanlara ödettirdiği yeni bir diyet değil mi?
Susan sokakların ve boyun eğdirilmiş, alıştırılmış ruhların zaferden zafere koşturduğu bir vasatın, bir kötü olma hâlinin iktidarı, varlığının ve sıradanlaşmışlığının bedelini, kendini omuzları üstünde tutan milyonlara iştahla ödetiyor, ödetecek…
Bütün ölümler yine bağıra bağıra gelecek.
Engel olamıyoruz.
Engel olamıyoruz çünkü; gıda yardımı yapılıyor, yakacak veriliyor, hatta biraz şanslıysak, bir ilçe başkanlığı koltuğunda dayımız oturuyorsa yani, belediyeye taşeron çalışan olarak bile girebiliyoruz!
Ölmeyelim diye ölümüne çalışıyoruz.
Diller suskun, bir “rant müştereki” ülkenin alınyazısına çöreklenmiş, kiminin kârı makro, ihâleden ihâleye yardırır; kiminin “kâr”ı mikro, en azından maaşı kirasını ödeyebilmesine yeter gerisi eşten, dosttan, köyden. Acımasız ve soğuk bir tamah iklimi bu toprakların tüm hücrelerine kıra döke, sarsa yıka işliyor.
Ama ölüyoruz!
Biz öldüğümüzü çoktan ilân ettik, yas bayrağını dalgalandıran yok. Aksine çoğunluk “hâlinden memnun”.
Yarım asırdır yiğitlerimizin cenazelerini omuzladık; öldürenler her durumda illâ ödüllendirildi. Mahkemeler uzaklara taşındı, taşınan mahkemeler uzadı, uzayan mahkemeler düştü…
Hukuk öldü.
Öldük.
6-7 Eylül’de, Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta, Gazi’de… Dersim’de, Zilan’da, Hakkari’de, Mardin’de, Karadeniz’de, Gezi’de.
Öldük.
19 Aralık’ta, Buca’da, Amed’de, Ümraniye’de. Şemdinli’de, Lice’de, Gever’de.
Öldük.
Ölüyoruz.
Belki de bu satırları yazarken bir kadın cinayeti daha işlenyor, belki kim bilir yine bir cinsiyet belalısı karakolda kaba dayaktan geçiriliyor.
“Dur” ihtarına uymayanlarla, tipi beğenilmeyenler vuruluyor.
Bak, “askerde dayak yemedim abi” diyene kimse inanmıyor.
Akademi biteviye çöpleştiriliyor.
İnkâr, kibir ve imha üzerine kurulu bir devlet geleneği tabanıyla birlikte büyüyor.
Gücünü “halk”tan alan faşizm, gücüyle bir halkı zehirliyor. “Halk” hızla devletleşiyor.
Gencecik bir çocuğu döve döve öldürüyor sıradan insanlar.
Ve bu memleketin meydanlarında henüz 14 yaşındayken devlet öfkesiyle vurulmuş, 15 yaşında gözünü muradına yummuş bir çocuğun anası, tıpkı senin benim gibi olan binlerce insan tarafından yuhalanabiliyor.
Öldük ulan öldük!
Muhtemeldir ki çoğunluk o çocuğu “terörist” diye belliyor. Birazcık “insaflı” olabilense “e ne işi varmış o çocuğun orada yüzünde maskeyle!” diyor, demiyor mu?!
Bir büyük baş, başka bir gencin kâtiline aşkını ve desteğini ilân eden tivitlerle sosyal medyayı sallıyor.
“Öl de ölelim, vur de vuralımcı”lar milyonlarla ifade edilirken, birileri saraylarında milyonlarını sayıyor.
Garez, nefret, intikam, kâr hırsı, inanç tüccarlığı ve düşmanlıkla yoğrulmuş, bir vasat, bir kötülük, yine iktidarla taltif ediliyor.
Buna “milli irade” demişler.
Biz ölmüşüz ne ki? En fazla çevik kuvvet “olay yeri”ne damlar.
Açıklamalar ardı ardına yapılır: “İnceledik, hata ölenlerde.”
E hata elbet “ölenler”de.
Daha susmayalım.
Adalet!
(*) Eğitimde Sınıf Tavrı, Facebook sayfası.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.