1993 Madımak katliamında kaybettiğimiz insanların cenazesini hatırlıyorum. Ülke tarihinin görüp göreceği en görkemli cenaze törenlerinden biriydi. Görülmemiş kalabalık, görülmemiş öfke, görülmemiş hüzünle yürümüştük. Kabullenmesi zordu; gericiler arkadaşlarımızı, kardeşlerimizi katletmişti. Mahşeri kalabalık Dikmen’den Kızılay’a doğru akıyordu. Sol parti ve örgütlerin henüz görünür olmadığı yıllardı. Sol ağırlıkla İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Tutuklu ve Hükümlü Aileleri ile […]
1993 Madımak katliamında kaybettiğimiz insanların cenazesini hatırlıyorum. Ülke tarihinin görüp göreceği en görkemli cenaze törenlerinden biriydi. Görülmemiş kalabalık, görülmemiş öfke, görülmemiş hüzünle yürümüştük. Kabullenmesi zordu; gericiler arkadaşlarımızı, kardeşlerimizi katletmişti.
Mahşeri kalabalık Dikmen’den Kızılay’a doğru akıyordu.
Sol parti ve örgütlerin henüz görünür olmadığı yıllardı. Sol ağırlıkla İnsan Hakları Derneği (İHD) ve Tutuklu ve Hükümlü Aileleri ile Dayanışma Derneği (TAYAD) çatısı altında cezaevleri sorunları ve insan hakkı savunuculuğu temelinde kendini ifade ediyordu.
Daha önce yine gericiler tarafından katledilen Muammer Aksoy, Bahriye Üçok gibi aydınlar için düzenlenen cenaze törenlerinden farklılık taşıyordu; Devrimci Yol geleneğinden insanlar ilk kez kendi kortejlerini oluşturmuştu. Kelimenin tam karşılığıyla; müthiş bir kortejdi: Kitleseldi, militandı, disiplinliydi. Tabi ki o hal, 1980’lerin ikinci yarısından sonra başlayan Devrimciler süreci ve insan hakları mücadelesi ile Devrimci Gençlik ve İşçilerin Sesi çalışmasıyla doğrudan ilintiliydi.
Sonra ne mi oldu? Olan şuydu: Tartışma Süreci başladı, Devrimci Yol geleneği bölündü.
Bunun karşılığı; bölünmemek için tartışmayalım değil elbette. Tartışma Süreci’nin zorlama olduğunu düşünmedim hiç. 1991 yılında Özal Hükümeti’nin yaptığı infaz düzenlemesiyle cezaevinden çıkan Devrimci Yolcularla, dışarıda siyasal-sosyal müdahale kanalları oluşturanlar ve örgütlenmelerini geliştirmeye çalışanlar arasında memleketin ve solun sorunlarına, örgütlenme ve çalışma tarzına dair bir tartışma yaşanması kaçınılmazdı. Nitekim kimse bundan kaçamadı.
Ne zaman Devrimci Yol tarihiyle ilgili bir tartışmaya denk gelsem, Sivas’ta katledilenlerin cenaze törenindeki kortejimizi, Tartışma Süreci’nin başlamasına kadar başarılanları hatırlar ve hüzünlenirim.
Sorun hüzün değil; hüzünden zarar gelmez. Ortada kocaman bir hayal kırıklığı var; hayal kırıklığı zararlıdır, umudu azaltır.
Devam edelim. Eksiği gediği, acemiliği gençliğiyle umudu hep diri tuttuğumuz dönem sona erdi. Aralarında benim de olduğum büyük çoğunluk Geleceği Birlikte Kuralım (GBK) sürecine evrildi. Diğer ekip daha güçsüz olarak yoluna devam etti.
Şunu rahatlıkla ifade edebilirim: Ayrılanların toplamı ve örgütlenme düzeyi hiçbir zaman 80’lerin sonu, 90’ların başı çıtasını yakalayamadı. Tartışma Süreci, Devrimci Yol geleneği için “kırılma” anlamına geldi.
Bölünmek kötüdür ancak birleşmek büyümek demek değildir, her birleşme doğru sonuçlar doğurmaz.
GBK sürecinde farklı sol/sosyalist gelenekler bir aradaydı. Ancak henüz süreç tamamlanmadan ÖDP projesi ete kemiğe bürünüverdi. ÖDP gözleri kamaştıran bir birlik projesiydi. Solun pek çok rengi parti içinde kendini ifade ediyordu. Kamuoyunda yarattığı tepki partinin önünün açık olduğunu gösteriyordu.
Sonrası daha yakın bir tarih: ÖDP hızla bölünme sürecine girdi. Birleşmenin yarattığı ses, yerini bölünmenin gürültüsüne bıraktı. Hiç istenmeyen sonuç açığa çıktı: “Bölünmeler solun kaderidir” şeklindeki inanış daha da pekişti.
Bölünen ve sonrasında ayrı parti, grup, çevre vb. şekilde yoluna devam edenlerin toplamı hiçbir zaman ÖDP düzeyine ulaşamadı.
Nedeni açık. Solun hanesine yazılan her olumsuzluk, inandırıcılığa halel getiriyor, kadro ve kitle kaybı kayda değer boyutta yaşanıyor.
Kuruluş arifesinde yapılmayan program tartışmasının, sonraki süreçlerde de yapılmaması, daha çok tarza, parti iç hayatına ve ittifaklar siyasetine dair farklılıkların sonu hazırlaması, açıkçası birleşmenin sanal olduğunu açığa çıkarttı. ÖDP bileşenlerinin hassasiyetleri, popüler ifadeyle kırmızı çizgileri baz alınarak oluşturulan denge, belki ilk başlarda sorunların görünür olmasını engelledi ancak partiyi de siyaset üretemez, harekete geçemez bir durumda bıraktı.
İşin ilginç tarafı, parti bileşenleri, parti içindeki dengeler bahane edilerek hayata geçirilmeyen sosyal-siyasal pratik, bölünme sonrasında, yani tabiri caizse; herkesin eli rahatladığında da hayata geçirilmedi. Demek ki sorunun kaynağı başkaydı.
Bugün geriye dönüp bakıldığında -ki dünyanın en kolay işidir bu- birliğin kutsanması, bütün dertlere deva olarak görülmesi sorunu çözemediği gibi, solu yeni sorunlarla baş başa bırakıyor, birleşen güçlerin tek tek kendi kulvarında yaratabileceği değer önemini yitiriyor.
ÖDP’nin kuruluş dönemiydi sanırım. O yıllarda ÖDP üyesi olan Murat Belge birlik üzerine yazısında şu mealde bir şey ifade etmişti: “Önemli olan solun birleşmesi değil, solun halkla bütünleşmesidir.” Eğer birleşme, solun halkla bütünleşmesini sağlıyorsa anlamlıdır, aksi durumda zararları ÖDP sürecine bakılarak görülebilir.
Türkiye devrimci hareketinin önemli damarlarından olan Devrimci Yol geleneği, salt birlik fikrinin kutsanması nedeniyle değil, birleşme zemininin oturtulduğu teorik çerçevenin kaçınılmaz sonuçları üzerinden de heba edilmiş, özgün yanı ve çalışma tarzı unutulmuş, ideolojik-politik kabul ve hassasiyetlerinden uzaklaşmıştır.
Bugünün temel soruları şunlardır: Solun birliği mi, barikat kardeşliği mi önemlidir? Solun birliği barikatın güçlenmesine mi neden olur yoksa barikatta gedik açılmasına mı yol açar?
Herkesin malumudur: Türkiye sol tarihi, aynı zamanda “bölünme-birleşme-bölünme” tarihidir. Buna rağmen söylemeliyiz ki, ne birlik fikri önemini yitirmiştir ne de yeni bölünmeler ihtimal dışındadır.
Tılsımlı sözcük, barikattır. Açık ki barikat, simgeseldir.
Barikat; yoksullarla kader birliği yapılmasını, yoksulların hareketin öznesi olmasını, taşeronlaşmaya karşı mücadeleyi, taşeron işçilerin hareketin içinde yer almasını, barınma hakkı mücadelesini, barınma sorunu yaşayanların harekete önderlik yapmasını, sınıf mücadelesini, sınıfın hareketin taşıyıcı gücü haline gelmesini, yoksul mahallelerde kök salmayı, mahallelilerin hareketin motor gücü olmasını, sorunların dışardan müdahale ile çözülmesini değil, sorun yaşayanların bizzat hareketin önüne geçmesini, kurum bürokratizmine yaslanmamayı, yoksullarla keder ve kader birliğinin sağlanmasını, politik iddiaya uygun bir hayat tanzim edilmesini, yani inandırıcılık sorunu olmamasını, boğazımızdan “haram lokma” geçmemesini, mütevazılığın, fedakarlığın belirleyici olmasını, gericilikten ve faşizmden yakınmayı değil, gericiliğe ve faşizme fiili direnişi, yapay birliktelikleri değil, hayatın içinde sağlanan doğal ittifakları simgelemektedir.
12 Eylül sonrası hemen her bölünme-birleşme-bölünme sürecini yakından takip ettim, bizzat içinde yer aldım. 20 seneyi aşkın zaman Tartışma Süreci, GBK ve ÖDP içinde farklı görevlerde bulundum. Sonra yolumu ayırdım. Birlik tartışmalarının yavaş yavaş ısınmaya başladığı şu günlerde, katkı olsun diye hafıza tazelemek istedim. Dikkat çekmiştir, solda birlik tartışmaları üzerine yazılan her yazı, özellikle ÖDP projesine temas ediyor. Ben de ÖDP öncesine ve ÖDP’ye ilişkin hatırlatmalarda bulundum. Yoksa ne Tartışma Süreci’ne ne GBK’ya ne de ÖDP’ye ilişkin tartışma açma niyeti taşımıyorum.
Kendi namı hesabıma derim ki, “barikat kardeşliğine” varsak, varım.
Attila İlhan’ın “Şahane Serseri” isimli şahane şiiri ile yazıyı bitirelim:
Yolumdan çekil yavrum
bağlasalar duramam
demir asa demir çarık dedim
neyleyim!
yolculuk dedim
ağaçlara tünedi yine akşam kargalarla bir
rüzgar kendini yerden yere vuruyor
kırık dökük yıldızlar belirdi uzaktan
telsiz mevceleri ardım sıra koşturuyor
anamdan yolcu doğmuşum
yedi dağın yolları kalbimden geçer
salkım salkım mısralar gelir içimden
dudaklarımda yağmur damlaları
alır beni yollar beni alır gider
anamdan yolcu doğmuşum
nehirlerle birlikte denizlere kavuştum
akşam dedim
şu koca dünya dedim
ağlasam dedim
yola bir düşüldü mü ömür boyunca gidilir
ekmeğin ve şarabın peşinden
turnaların peşinden
büyük şehirler büyük aşklar
çığlık çığlığa terkedilir
ben
çocuklar gibi sevdim devler gibi ızdırap çektim
damarlarımda dünyanın bütün rüzgarları
harblere açlıklara yalnızlığıma rağmen
anamdan yolcu doğmuşum
neyleyim
gurbet dedim
vatan dedim
hürriyet dedim
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.