Hiçbir diktatör toplumun yarısının nefretini kazanarak iktidarını sürdüremez. Ancak, Erdoğan’ın da başka çaresi yok artık. Ve çok açık ki AKP’nin siyasi geleceği de artık Erdoğan’ın geleceğiyle bir ve aynı hale geldi Erdoğan bildiği yolda tam gaz gidiyor. 2010 referandumundan bu yana yaşananlar tam anlamıyla tek parti CHP dönemini andıran bir seyir izliyor. Bu tarz bir […]
Hiçbir diktatör toplumun yarısının nefretini kazanarak iktidarını sürdüremez. Ancak, Erdoğan’ın da başka çaresi yok artık. Ve çok açık ki AKP’nin siyasi geleceği de artık Erdoğan’ın geleceğiyle bir ve aynı hale geldi
Erdoğan bildiği yolda tam gaz gidiyor. 2010 referandumundan bu yana yaşananlar tam anlamıyla tek parti CHP dönemini andıran bir seyir izliyor. Bu tarz bir siyasetin kesin bir otoriterlik kurmadan sürmesi mümkün değil. Kuşkusuz güncel yerel ve uluslararası konjonktür düşünüldüğünde böylesi bir ortamın oluşturulmasının lehinde ve aleyhinde bazı koşulların olduğu söylenebilir. Bugünden söylenebilecek tek şey, Erdoğan giderek bir çıkmaza doğru ilerliyor ve bu çıkmazla karşılaştığında karşılaştığı duvarı yıkması için uygun koşullarla karşılaşmaz ve/veya bunu yapacak gücü kalmazsa vay başına gelen! Kuşkusuz bütün meseleyi Erdoğan ve AKP olarak görmeyen toplumsal muhalefet için mücadelenin kurucu karakteri her zaman yıkıcı olandan daha önemlidir ve (belki bazı istisnalar hariç) tarih göstermiştir ki ancak yeniden kurma kabiliyeti olanlar yıkmayı başarabilmiştir.
Bu anlamıyla toplumsal muhalefet hareketi Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi karanlığın iyice koyulaştığı bir ortamda dahi gözlerini sabahın ilk ışıklarına dikmelidir. Zira hayat devam ediyor!
Emekçiler cephesinde alttan alta bir saflaşma süreci yaşanıyor. AKP hükümeti işçilerin emek sürecindeki üretken güçleriyle topluma kattığı değerleri görmezden gelmeye devam ediyor. İşçiler AKP ve Erdoğan için sadece bir “kul”. Herkes gibi işçiler de Erdoğan’a hayran olacak, ona biat edecek, ihtiyacı var ise kuyruğa girip belediyeden, AKP örgütlerinden, vakıflardan, cemaatlerden, tarikatlardan yardım dilenecek… Ama asla işçi olarak hakkını aramayacak. İşçi mevzusu olunca “alınteri kurumadan hakkını verin” sözünden başka söyleyecek bir şey bulamayanlar bu sözün bile hakkını vermekten imtina ederek emekçilerin haklarını gasp etmeye devam ediyorlar. Bu anlamıyla Erdoğan’ın ne Demirel’den ne Özal’dan ne de başkalarından bir farkı var. Tam anlamıyla işçi düşmanı yani.
Kamu çalışanları alanında AKP devleti eliyle örgütlenen Memur Sen İtalya’daki faşist Mussolini dönemini kıskandıracak bir korporatizm örneği sergiliyor. Kamu çalışanlarının haklarını resmen AKP devletine peşkeş çekiyor. Diğer tarafta greve çıkan maden işçilerinin, cam işçilerinin grev hakları hiçbir mesnedi olmayan gerekçelerle yasaklanıyor. Örgütlenme ve toplu sözleşme haklarını kullanmak isteyen işçiler her yerde baskı ve zorbalıkla karşılaşıyor.
Farkındaysak (kadın, Filistin, barış süreci vs.) her konuda rakipleriyle polemiğe girmekten çekinmeyen ve pervasızca saldıran AKP ve Erdoğan emekçilerin haklarına yönelik saldırılarında bir savunma dili oluşturamıyor. Sadece duymazdan ve görmezden gelerek emekçi muhalefetin eylemsizliğine veya istikrarsızlığına güveniyor. “Bir basın açıklaması yapıp susarlar” diye düşünüyor.
İşçiler yaşadıkları haksızlıklar karşısında tüm imkansızlıklara rağmen seslerini çıkartmaya ve örgütlenme gayreti içine girmeye devam ediyorlar. Aksi bir durum mümkün değil. Şüphesiz AKP devletinin hegemonik baskısı diğer toplumsal kesimler gibi işçileri de büyük ölçüde teslim alıyor. Şu an yaşadığımız gıda işçilerinin, enerji işçilerinin, metal işçilerinin, sağlık işçilerinin, maden işçilerinin tepkileri demir çelik fabrikalarında sönmemesi gereken fırınları canlı tutma gayretlerinden ibaret. Emekçilerin mücadele ateşini söndürmemek için bütün zorluklara rağmen direniyorlar. Zira biliyorlar ki, bu ateş yeniden gürül gürül yanmak için zamanını bekliyor. Toplumsal hafızaları onları buna çağırıyor.
12 Eylül darbesinin ardından gelen ilk dalgada Özal yönetimi işçilerin bütün taleplerini kabul etmek ikincisinde ise Özal, Başbakanlığı bırakıp Cumhurbaşkanlığı köşküne sığınmak zorunda kalmıştı. Sonrasında ise zaten temsil ettiği siyasal anlayıştan iz bile kalmadı.
Erdoğan’ın ve AKP devletinin sonu da böyle olacak. Kuşkusuz bu son sadece emekçilerin ayağa kalkışıyla olmayacak. Şu anda Erdoğan’dan nefret eden yüzde 50’nin toplumsal/sınıfsal talepleriyle bunun gerçekleştiğini göreceğiz. Hiçbir diktatör toplumun yarısının nefretini kazanarak iktidarını sürdüremez. Ancak, dediğimiz gibi, Erdoğan’ın da başka çaresi yok artık. Ve çok açık ki AKP’nin siyasi geleceği de artık Erdoğan’ın geleceğiyle bir ve aynı hale geldi…
Zamanı gelince Erdoğan’ın sonunu getirmenin en meşru ve haklı zemini emek cephesi tarafından oluşturulacaktır. Emek örgütleri, başta kamu çalışanları hareketi olmak üzere bunun bilincinde ve farkında olarak mücadele ve örgütlenme azimlerini daha da arttırmak zorundalar. Zira kader ağlarını örüyor, gerisini Tayyip düşünsün!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.