Doğu Ukrayna’da kreşleri, parkları, evleri füzelerle vuran, Odesa’da insanları gün ortasında Sendikalar Birliği binasında cayır cayır yakan faşistler emperyalist batı basını ve yönetimleri tarafından “vatansever özgürlük savaşçıları” olarak sunulurken, her gün yeni bir sivil katliamına imza atan İsrail “Ortadoğu’nun tek batılı demokrasisi” olarak aynı güçler tarafından yıllardır lanse ediliyor, destekleniyor Hastaneler, parklar, okullar, evler… Gazze’de […]
Doğu Ukrayna’da kreşleri, parkları, evleri füzelerle vuran, Odesa’da insanları gün ortasında Sendikalar Birliği binasında cayır cayır yakan faşistler emperyalist batı basını ve yönetimleri tarafından “vatansever özgürlük savaşçıları” olarak sunulurken, her gün yeni bir sivil katliamına imza atan İsrail “Ortadoğu’nun tek batılı demokrasisi” olarak aynı güçler tarafından yıllardır lanse ediliyor, destekleniyor
Hastaneler, parklar, okullar, evler… Gazze’de her yer ateş altında… İsrail askeri aygıtı Filistin halkına karşı en gelişmiş silahlarla, bir kez daha acımasız bir katliam yürütüyor. Filistin halkına diz çöktürmek için her aracı kullanıyor.
Doğu Ukrayna da, Ukrayna askeri aygıtının ateşi altında. Guardian’dan Shaun Walker’ın geniş haberine göre (29 Temmuz), Ukrayna ordu güçleri saldırılarında Grad füzeleri kullanıyor ve pek çok sivil bu saldırılarda yaşamını yitirdi. Ukrayna ordusunun Doğu Ukrayna’daki saldırılarının sivil hedeflere yönelik olduğu, bölge halkı tarafından “anti-terör operasyonu”nun henüz ilk günlerinde dile getirilmeye başlanmıştı, ancak, bu haberlerin Guardian’da kendine yer bulabilmesi için sivil ölü sayısının 1000 civarına ulaşması, sivil yerleşim alanlarının belirli bölgelerinin harabe haline gelmesi gerekti.
Ukrayna’nın İsrail Büyükelçisi Hennadii Nadolenko, İsrail gazetesi Haaretz’de 27 Temmuz’da yayınlanan “Ukrayna ve İsrail: Terörizmle Savaşta Beraberler” başlıklı yazısında, Ukrayna’nın Rusya yanlısı terörist şeytanla, İsrail’in ise Hamas adlı terörist şeytanla kararlı biçimde mücadele etmekte olduğunu ve birbirlerini sonuna dek savunmaları gerektiğini belirtiyordu.
Yazısında, terörist şeytanla savaşan ülkelerin işbirliğini daha da geliştirmesi ve uluslararası toplumun da terör tehdidiyle yüz yüze olan bu ülkelere yardımı arttırması çağrısı yapıyordu.
İsrail’in füze savunma sistemi demir kubbenin kriminal teröristlerin saldırıları karşısındaki işlevini bu süreçte, arkadaşlarıyla birlikte doğrudan müşahade ettiklerini belirten Nadolenko, İsrail’in Gazze’ye karşı yaşama geçirdiği terörizm karşıtı “koruyucu hat operasyonunu” da yakından izlediklerini dile getiriyordu.
Nadolenko yazısının sonunda, Ukrayna’daki “Maidan devrimi”ni destekleyen “İsrail Ukrayna’yı Savunuyor” ve “İsrail Maidan Yaralılarına Yardım Ediyor” adlı İsrailli grupların çalışmalarını selamlıyor ve teşekkürlerini bildiriyordu.
Nadolenko yazısında bir yerde; ülkesinde terör karşıtı askeri operasyonun başladığı tarih olan 15 Temmuz’dan bu yana aralarında çocuk ve kadınların da bulunduğu 500 sivilin öldüğünü Ukrayna resmi kaynaklarına dayanarak ifade ediyor.
Nadolenko’nun verdiği bu bilgiler, ABD ve AB destekli, vurucu gücünü “Ulusal Muhafız” üniforması giymiş faşistlerin oluşturduğu Ukrayna silahlı güçlerinin ülkenin doğusunda sivil halka karşı gerçekleştirdikleri vahşi saldırıların ve katliamların birinci elden kabullenilmesi anlamını taşıyor.
Ukrayna resmi kaynakları sivillere yönelik ölümcül saldırıları kabul ediyor, ancak bu ölümlerin nedeninin “Rusya yanlısı ayrılıkçı terör grupları” olduğunu iddia ediyordu. “Anti-terör operasyonu” kapsamına alınan ve Ukrayna silahlı güçleri tarafından saldırılan alanlarda yaşayan halkın büyük çoğunluğunun Halk Savunma Güçlerini desteklediği, saldırıların esas amacının da Halk Savunma Güçleri ve yerel halk arasındaki sıkı bağı koparmak, bölge halkına Kiev yönetimi karşısında diz çöktürmek olduğu süreci izleyenler açısından başından beri son derece açıktı.
Halklara diz çöktürme operasyonları emperyalist Batı İttifakı tarafından “terörizmle” mücadele olarak meşrulaştırılıyor. Doğu Ukrayna’da kreşleri, parkları, evleri füzelerle vuran, Odesa’da insanları gün ortasında Sendikalar Birliği binasında cayır cayır yakan faşistler emperyalist batı basını ve yönetimleri tarafından “vatansever özgürlük savaşçıları” olarak sunulurken, her gün yeni bir sivil katliamına imza atan İsrail “Ortadoğu’nun tek batılı demokrasisi” olarak aynı güçler tarafından yıllardır lanse ediliyor, destekleniyor.
Neo-Nazi Azov Taburu
Ukrayna’daki “vatansever özgürlük savaşçıları”nın kimler oldukları ve ne tür faaliyetlerde bulunduklarına ilişkin kimi bilgiler Aljazeera International’daki bir haberde 24 Temmuz’da yayınlandı. Sabra Ayres’in Ukrayna’dan yaptığı “Driven by far-right ideology, Azov Battalion mans Ukraine’s front line” başlıklı haberde; Ukrayna’ya savaşmak için İsveç, İtalya, Kanada, Fransa ve Rusya’dan gelen çeşitli faşist Neo-Nazi grup üyesi unsurlardan oluşan Azov Taburu konu ediliyordu.
Azov Taburu, ABD ve AB destekli hükümet darbesi sonrasında Ukrayna Geçici Hükümeti İçişleri Bakanlığı tarafından örgütlenen, insan kaynağı “Maidan Devrimi”nin vurucu gücü faşist gruplardan oluşan bir para-militer yapılanma. Doğu Ukrayna’daki “anti-terör operasyonları”na Ukrayna silahlı kuvvetleriyle birlikte katılan bu para-militer grubun üyelerinin dünyanın değişik ülkelerinden geldiğini; finansmanını ülke içinden ve diasporadaki Ukraynalı zengin iş adamlarından, Avrupa’nın diğer ülkelerindeki faşist grupların bağışlarından sağladığını Ayres’in haberinden öğreniyoruz.
Ayres, Azov Taburu üyeleriyle yaptığı görüşmelerden edindiği kimi bilgileri de haberinde paylaşıyor. Aile kökleri Ukrayna’da olan, ancak Kanada’da yaşayan Lemko isimli Azov Taburu üyesi Ukrayna’ya birkaç hafta önce döndüğünü söylüyor. Lemko Neo-Nazi olarak adlandırılmayı reddediyor, kendisini nasyonal-sosyalist olarak tanımlıyor. Kanada’da pek çok olan nasyonal-sosyalist gruplardan birisi içinde yer aldığını ve politik görüşleri nedeniyle Kanada devletiyle sorunlar yaşadığını ifade ediyor.
İsveç’in Göteborg şehrinden gelen 28 yaşındaki Sevren, Ukrayna ulusal idealini savunmak, bu ideali savunan insanlara yardım etmek ve haydutları dışarı atmak için geldiğini söylüyor.
Aljazeera’daki bu geniş haberden önce Global Research’de Prof. Michel Chossudovsky tarafından dikkat çekilen Azov Taburu, Avrupa’da gelişen faşist hareketin halklar açısından ne tür tehditler barındırdığını göstermesi bakımından büyük önem kazanıyor. Emperyalist-kapitalist dünyanın efendilerinin her türden gericiliğin ana kaynağı olduğu bu örnekle bir kez daha gözler önüne seriliyor.
Batı emperyalizminin ideolojik merkezleri sivil yerleşim birimlerini kana bulayan, insanları gün ortasında cayır cayır yakan faşistleri “vatansever özgürlük savaşçısı” olarak nasıl sunabiliyor?
Bu sorunun yanıtı, batı emperyalist merkezlerinin ideolojik aygıtlarında ve bunların etki alanlarının genişliğinde gizlidir. İsrail savaş aygıtının Filistin halkına düzenlediği acımasız saldırılar, havadan, karadan ve denizden bombardıman nasıl teörizme karşı bir öz-savunma eylemi olarak sunulabiliyorsa; Ukraynalı ve dünyanın çeşitli bölgelerinden Ukrayna’ya gelmiş faşistlerde aynı yöntemlerle “vatansever özgürlük savaşçıları” olarak kolaylıkla sunulabilir.
Bakan oğulları: Herkes çapına göre…
Tayyip Erdoğan’ın ve bakanlarının oğullarının icraatları malum…
Bugüne kadar açığa çıkan bilgiler, daha çok ülke içinde faaliyet gösterdiklerine işaret ediyor.
Dünyanın efendilerinin faaliyet alanı ise şüphesiz ki böyle sınırlı değil. Dünya çapında…
Washington Times ( 7 Haziran Cumartesi):
“Başkan Yardımcısı Joe Biden’in Ukrayna’nın kırılgan demokrasisini savunmak için yaptığı hafta sonu seyahati, küçük oğlunun, Rusya’ya enerji bağımlılığından kurtulmak gerektiğini savunan Ukraynalı bir özel enerji şirketi ile yaptığı iş sözleşmesinden hemen sonraya denk geldi.”
Washington Times, Hunter Biden’ın bu özel enerji şirketinde görev almasının; babasının da içinde yer aldığı Obama hükümetinin tam da yeni Ukrayna hükümetini özellikle enerji konusunda yönlendirmeye çalıştığı bir döneme denk gelmesine dikkat çekiyordu.
Gazetenin dikkat çektiği bu yön, tekelci kapitalizmin alamet-i farikası niteliğindedir. Ekonomik ve politik gücün giderek daha küçük bir azınlık elinde toplanması, devletler ve tekelci şirketler arasındaki bağlantıların daha sıkı ve bütünleşik hale gelmesi…
Babalarının sahip olduğu politik gücü kendi kişisel zenginleşme aracına dönüştürenlerin sadece bizde olduğunu düşünmek, batı ideolojik merkezlerinin ürettiği ve kabul ettirdiği bir başka yanılsama…
Financial Times bayram ediyor (1 Ağustos 2014):
“Çatışmada eğilim Rusya yanlısı isyancılara karşı savaşan Ukrayna güçlerine doğru döndü”
Haberin başlığı bu sevinç çığlığından oluşuyor. Çığlığın ardından haberciler devam ediyor:
“Bugün Azov taburu için anılmaya değer bir gün. Zengin bir Kievli iş adamının hediyesi olan ilk personel zırhlı taşıyıcısını teslim aldı.”
“Ukrayna’nın başından sonuna, vatansever düşüncelere sahip yurttaşlar ordunun Rusya yanlısı bölücülere karşı başlattığı operasyonları savunmak için seferber oldular ve su gibi para, silahlar ve askeri güçlere yeni katılımlar savaş alanında gerçek etkiler yaratmaya başladı.”
Temmuz ayındaki çatışmalarda Ukrayna güçlerinin üstünlük sağlamaya başladığının belirtildiği haberde, Azov Taburu’nun yanı sıra, aynı nitelikteki Dnepr, Donbass ve Aidar Taburları’nın da sert çatışmalara katıldığı, oldukça önemli roller oynadıkları Ukraynalı ve Avrupalı yetkililere dayanılarak haberde ifade ediliyor.
Azov Taburu’nun komutanı taburlarına yoğun bir katılım olduğunu ve bu katılımlarla 20 yeni tabur kuracaklarını söylüyor. Londra’daki Birleşik Krallık Hizmet Enstitüsü’nden bir askeri uzman, çatışmalardaki güç dengesi değişiminin nedenlerini soran Financial Times’a şu yanıtı veriyor:
“Geçtiğimiz üç ayda Ukrayna kuvvetleri nasıl savaşacaklarını öğrendiler. Yönetim onların –askeri güçlerin y.n.– ellerini serbest bıraktı ve onlar da merhametsizce savaşmaya başladılar.”
Bir Ukraynalı yetkili Poroshenko’nun seçimi kazanmasının ve ardından “anti-terör operasyonu”nun arkasında kararlı bir şekilde durmasının elde edilen ilerlemede bir başka faktör olduğunu dile getiriyor.
Ukraynalı yetkili, askeri donanımın güçlendirilmesinin, ABD’nin sağladığı maddi ve teknolojik olanakların, özellikle can alıcı istihbarat ve askeri strateji danışmanlığının önemli rollere sahip olduğunu belirtiyor.
ABD’nin sağladığı olanaklarla donanan, Çikolata kralı oligark Poroshenko’nun ellerini tümden serbest bıraktığı faşistler sivil yerleşim birimlerini füzelerle, ağır silahlarla vurarak başarı elde ediyorlar. Filistin halkı karşısında İsrail’in elde ettiği başarılara ne kadar benziyor değil mi?
Bazı ellerin neden bu derece “serbest olduğu”, ancak emperyalist-kapitalist dünya sisteminin yapısının sağlam bir analiziyle kavranılabilir. Diğer türlü, “Maidan Devrimi”nin “sokak performansı”yla efsunlanıp, hareketin taleplerine, siyasal yönelişlerine, temel sosyal güçlerinin niteliğine değil “aşağıdan gelmesi”ne takılıp ABD, AB ve Neo-Nazi gruplarla aynı saflara yerleşirsiniz. Böylece, emperyalist merkezlerin desteklediği faşist güçlere karşı gerçekleştirilen bir anti-faşist halk direnişi “Maidan Devrimi”nin kapladığının dörtte biri kadar yer kaplamaz dünyanızda.
Para-militer faşist taburlar tarafından gerçekleştirilen sivil katliamlara karşı solun sessizliğini nasıl açıklamak gerekir? Sanırız, solun kavramsal dünyasında yaşanan değişimin ciddi bir analizi bu konuda açıklayıcı olacaktır. Solun ideolojik dünyasında böylesi bir değişim yaşanmış olmasa idi; bu denli vahşi, acımasız saldırılar, taraflar arasında var olan güç eşitsizlikleri karşısında bu denli zayıf tepkiler ya da suskunluk var olabilir miydi? Solun Gazze ve Doğu Ukrayna’daki katliamlar karşısındaki tutumları, eylem kapasitesinin zayıflığı bu soruları sormamızı gerektiriyor.
Ukrayna’nın doğusunda katliamlar yaşanırken, ülkenin batısında faşist grupların sendikalardan gazetelere, Komünist Parti yöneticilerine uzanan baskı ve sindirme eylemleri hız kesmeden devam ediyor. “Maidan Devrimi” ile iktidara gelen yönetimin ilk yaptığı işlerden birisi IMF ile anlaşma masasına oturmak olmuştu. “Maidan Devrimi” Ukrayna halkına bir IMF Şok Terapisi armağan etmişti.
IMF Şok terapisinin ne anlama geldiği ve yaratacağı sonuçlar belirginleşmeye başladıkça ilk günlerdeki heyecan ve coşku da yerini belirsizliğe bıraktı. “Maidan Devrimi”nden sonra oluşan geçici hükümette ilk ciddi çatlak ortaya çıkmaya başladı ve Başbakan Yatsenyuk istifa etti. “Maidan Devrimcileri” Batı’nın parçası olmak istiyorlardı, ancak fatura önlerine konulduğunda, bunun düşündükleri kadar kolay olmadığını anlamaya başladılar. Faturayı kim ödeyecek tartışması hükümet bloğunu çatlattı.
Brzezinski’nin 1997 yılında “Büyük Satranç Tahtası” adlı kitabında ifade ettiği, “Rusya’nın Avrasya İmparatorluğu Ukrayna olmadan sekteye uğrar” görüşünün ABD politikalarına yön veren asli perspektif olduğu yaşananlarla birlikte biraz daha netleşmeye başladı.
Ortadoğu’dan Ukrayna’ya, Ukrayna’dan Asya’ya ABD öncülüğündeki emperyalist batı ittifakı giderek daha saldırgan ve savaşı kışkırtan agresif politikalar izliyor. Ortadoğu’da cihatçılardan, Avrupa’da Neo-Nazi faşistlerine, Venezüella’da faşist narko çetelere en gerici ve tehlikeli güçleri kendi politik ihtiyaçları çerçevesinde kullanmaya çalışıyor. Bunun için bu gericilikleri besliyor, büyütüyor.
Ortadoğu’da cihatçı çeteler potansiyel bir tehditten gerçek bir katliam ordusuna dönüştü. Hemen yanıbaşımızda… Ukrayna da Avrupa’nın yanı başında; Avrupa’nın her yerinde faşist hareketler güçleniyor. Ukrayna pratikleri, oluşan bu taburlardan da anlaşılabileceği gibi Avrupalı faşistlere yeni eğitim ve motivasyon kaynakları sunuyor. Siyonist İsrail devleti zaten hep eğitimli; katliam için hep hazır ve nazır bekliyor… Ukrayna Büyükelçisinin dile getirdiği Ukrayna-İsrail kardeşliğine karşı Halkların Kardeşliği ve İşçilerin Birliği dışında hiçbir perspektif halklarımıza çıkış yolu sunmuyor. Şimdi tüm sol güçlerin bu perspektifi canlı bir gerçeklik haline getirmek için anti-emperyalizm, anti-kapitalizm, anti-şovenizm temeline dayanan, merkezine işçi sınıfını alan gerçek bir halklar cephesi örgütlemek için harekete geçmesi gerekiyor.
3 Ağustos 2014
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.