Cumhurbaşkanlığı seçimi bize gösterdi ki bazı şeyler sosyoloji meselesi, artı doğru zaman/doğru işler. Şahsen farklı beklentim yoktu, Tayyip üç aşağı beş yukarı yerel seçimlerdeki oyu aldı. Demirtaş’ınsa bu kadar oy alabileceğini ummuyordum. Bence bu seçimlerin en önemli ve hayırlı sonucu gündelikçi, pragmatist ve popülist yaklaşımların en azından muhalefet cenahında ciddi bir darbe almış olmasıdır. Özünde […]
Cumhurbaşkanlığı seçimi bize gösterdi ki bazı şeyler sosyoloji meselesi, artı doğru zaman/doğru işler. Şahsen farklı beklentim yoktu, Tayyip üç aşağı beş yukarı yerel seçimlerdeki oyu aldı. Demirtaş’ınsa bu kadar oy alabileceğini ummuyordum.
Bence bu seçimlerin en önemli ve hayırlı sonucu gündelikçi, pragmatist ve popülist yaklaşımların en azından muhalefet cenahında ciddi bir darbe almış olmasıdır. Özünde ‘muhalif’ bile olamayan sığ ve pragmatist yaklaşımların Gezi’de ortaya çıkan genç, enerjik ve etkin dinamizmi kucaklayamadığı ortadaydı. Bilakis bu pragmatizm Gezi’de boy veren özgün dinamikleri örseleme işlevini bile gördü. Sosyal medyada gördüğüm bir pasajla ifade edersek: Erdoğan’ı aday gösterseydi Çatı belki kazanırdı!
Mevlana’yı diriltsen bu kafayla olmaz
Seçimleri ‘boykot’ değil, muhafazakar-milliyetçi taban belirledi. MHP kalelerinde yerel seçimlerle CB seçimi arasındaki farka bakarsanız anlarsınız.
Demirtaş’ın %10’a yaklaşan oyu muazzam. Sol-demokrat kitlenin bu oranı %20’ye yaklaşırsa bu ülke iflah olur. Ense kararmasın.
Gündelikçi ve pragmatist ‘muhalefet/siyaset’ iflas etmiştir, nokta.
***
İktidarın ‘kültürel çatışma ve karşıtlıkları kaşıma’ üzerinden kurduğu tuzak bir kere daha tutmuştur. Dahası Çatı tercihi kültürel çatışma siyasetini tasdik eden bir tercihtir. Çatışmayı ‘doğru’ zeminde kurmak demokrasi ve özgürlükler açısından fırsatlar yaratacağı gibi suni zeminlerde oyalanmaktan kurtulursun. Kundurayla karda kayılmaz: Ya kıçın donar ya ayağın kayar.
Evvelden de söyledik: Hakikisi varken çakmasına kimse kanmaz. Tayyip o mahallenin ‘bıçkın, biraz haylaz’ ama ‘çalışkan’ çocuğu. Algı ve malzeme bu. Tuzakları ve oyunu ‘kültürel’ sahada kursalar da, pratiği kendi meşreplerince sınıfsal bir düzlemde eyliyorlar. AKP’ye oy veren yoksullara ve orta sınıfa bakarsanız sınıfsal kaygılarla davrandıklarını görebilirsiniz. O sınıfların güvenini kazanmak için de belli-başlı kaygılarını dindirmeniz lazımdır. O insanlara ‘özgürlüğün’ soyut bir kavram olmaktan öte, pekala somut bir istihdam alanı olduğunu anlatabilmek şart. Özgürlüğün somut bir istihdam sahası olduğunu ise bu alanda yetişmiş dinamik kadrolarınız anlatabilir.
Puşta Bel Bağlama…
…
Bu dağda aslan yatar
Zalıma mermi atar
Öldü diyen halt etmiş
Dağlarda martin tutar
Şal yüzün dönmüş
Vurgun vurmuş
Civan ölmüş
Puşta bel bağlama!…
Bir dirhem özgürlük için bin can verenlerdir haysiyetin destanını yazanlar. Onlar ki istatistiği yalnızca öldükleri zaman ceset sayılarından bildiler. Kaderleriyse ya savaşmak zorunda oldukları bir er meydanı yahut vurmak zorunda oldukları bir kazmadan ibaretti. Böylesi fıtratlarında vardır çünkü. Çünkü hayat, çünkü amansız döngü kendi hakikatini yaratır ve istemeseniz de o hakikatin çevresinde bir hare olursunuz. O vakit, ya kendi kaderinizi tahkiye eden bir destan anlatıcısı yahut da sarayın soytarılarına bile düçar olmuş bir avare olursunuz. Yine bir vakit ‘Gezi’de ne gördük?’ diye sorulursa, tam da böyle bir hikaye değil miydi? Ne ağaç ne kadife bir devrim ne de büyük ütopyalardı derdimiz bir dirhem özgürlükten gayrı. Hepimiz haysiyetimize gebe kalmışız ki doğumlarımıza zelil fetvalar veriliyordu. Derebeylerinin ağızlarında zulüm kirli dualarına inat, gülüşlerimiz ve sözcüklerimiz yeşil bir hayat akıyordu. Say ki hepimiz bir ağaç dalından bin tohum oluyor, bin tohumdan binlerce çiçek açıyorduk. Hepimiz birer ağaç her ağaç bir özgürlük oluyordu. Ve insan ki doğayla kurduğu şu istatistik tutmaz diyalektik ilişkiyle beşer olmuyor mu? O sebepledir ki haysiyet yani yaşam, kimileyin bir karanfil, kimileyin bir ağaç, kimi Berkin kimi de Medeni adında isimsiz(?) çocuklardır. Biliniz ki o çocuklar gündelikçi siyasetlerinizin pazarlama departmanlarında değil; hamuru hakiki vicdan ve özgürlükle bezenmiş riyasız yaşam alanlarımızda büyürler. İşte bu sebepledir ki o çocuklar büyürken düşer, hata yapar, bazen de incinirler. O sebepledir ki o çocuklar büyürken bir şeyleri feda edersiniz: Kimi kırılan bir vazo, kimi düşen bir sehpa, kimi yarık bir kaş ve kimi de bir seçim.
Hülasa; o çocukları büyütecek olan dürüst, şeffaf ve onların özneleşebilecekleri riyasız ilişkilerdir. Toplumu ahmak yerine koyup insanı kendi başına değerli ve özerk bir birey olarak düşünmeyen gündelikçi stratejiler kaybetmeye mahkumdur. Dahası, kazanıyor göründükleri anda bile! Çünkü değer, çünkü mana, hakikat, vicdan ve hasılı insanlık/beşer ancak dürüst/özgür /riyasız ilişkilerde kendini küllerinden de olsa yaratır ki buna en rafine haliyle demokrasi denir! Demokrasiyse, hafıza demektir. Bir dirhem haysiyet için bin can verenleri çiğneyip haysiyet cellatlarıyla pazarlık yapanları unutmaz özgürlüğe gebe kalanlar. Değil ellerinden pespayelik ve riya akan derebeyi sözcülerini getirmek, bir dirhem haysiyet yoksa gökten evliya olup inseniz haysiyetinden zerre ödün vermez yeni doğanlar…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.