Sabah saatlerinde milisler eşliğinde Maxmur’a gidiyoruz. Yollar çok sakin. Karşılaştığımız araçlar da genelde askeri; ya peşmerge ya da hevalleri taşıyor. Oysa daha bir hafta önce de bu yollardaki trafik çok yoğundu. Hewler, Maxmur ve Musul yolunun kesiştiği noktaya, yani Dibega’ya varmadan önce yeni inşa edilen ve daha çok kontrol noktasına benzeyen bir yer dikkatimi çekiyor. […]
Sabah saatlerinde milisler eşliğinde Maxmur’a gidiyoruz. Yollar çok sakin. Karşılaştığımız araçlar da genelde askeri; ya peşmerge ya da hevalleri taşıyor. Oysa daha bir hafta önce de bu yollardaki trafik çok yoğundu.
Hewler, Maxmur ve Musul yolunun kesiştiği noktaya, yani Dibega’ya varmadan önce yeni inşa edilen ve daha çok kontrol noktasına benzeyen bir yer dikkatimi çekiyor. “Bu da ne?” diye soruyorum yanımdaki milise. Biraz da öfkeli bir şekilde “Sınır kapısıdır” diyor, milis. Bu konuyu konuşmaya devam ediyoruz arabanın içinde. Onlara göre KDP, 140. Madde kapsamındaki tüm coğrafyadan vazgeçmiş ve dolayısıyla buraları IŞİD’e bırakmış. Amaç Bağdat hükümetiyle kendi aralarında bir duvar örmekmiş. Böylece daha rahat bir şekilde devletlerini kurabileceklermiş.
Bu konuda verilen örnekler ve öne sürülen veriler de öyle yabana atılır gibi değildi gerçekten. Altmış yaşlarındaki bu tecrübeli milis “Önce Musul’u, ardından Şengal’ı ve şimdi de Maxmur’u bırakmalarının sebebi başka ne olabilir ki?” diye soruyor.
Dibega dört yolunda çok sayıda peşmerge bulunuyordu. Yolun sağında ve solunda tank dahil birçok ağır silah konumlandırılmıştı. Bunları eliyle işaret eden milis, kendi kendine “Hala ağır silahlarımız yok diyorlar. İşte ağır silahlar, bunları kullansanıza, daha ne bekliyorsunuz…”
Burayı da geçtikten sonra nihayet son kontrol noktasına varıyoruz. Burada da denetim peşmergelerin elindeydi. Burada yolun her iki şeridi de trafiğe kapatılmıştı. Arabalar için de burası son duraktı. Buradan itibaren arazide yürüyoruz. Hava çok sıcak. Meteoroloji verileri kaç derece gösteriyordu bilemiyorum ama resmen yer gök yanıyordu.
Bizleri kampın silahlı gençleri karşılıyor. Çoğu üniversite mezunu. İçlerinde hala öğrenci olan gençler de bulunuyor. “Burada ne yapıyorsunuz?” sorusuna “Çetelerle savaşıyoruz”, bir diğeri de “Hem kampımızı hem de Aşağı Maxmur’u geri almak için buradayız” diyor. Gençler çok kararlı görünüyordu. IŞİD’in ismi geçtiğinde öfkeleri gözlerinden okunuyordu. Gazeteci arkadaşımız Deniz Fırat’ın şehadeti özellikle de kampın gençlerini çok derinden etkilemişti. Hepsi de onu çok yakından tanıyordu. Zaten onların içinden çıkmış birisiydi.
Bulunduğumuz alan en son savunma hataydı. Burada HPG, YJA Star, Kamp Milis Güçleri ve peşmergeler hummalı bir hazırlık içerisindeydi. Büyük bir operasyona hazırlandıkları her hallerinden belliydi.
Kamp milislerinin olduğu tarafa uğruyorum. Kimi yanındakiyle sohbet ediyor, kimi silahını temizliyor, kimi de fırsat bu fırsat deyip dinlenmeye koyulmuştu. O esnada tanıdık birkaç yüz görüyorum. Hemen onların yanına gidip durumlarını soruyorum. Aralarında kampın eski belediye başkanları ve dış ilişki sözcüsü de bulunuyor. Durumları yüzlerinden okunuyor. Uykusuz ve yorgunlar. Ama yine de dimdik ayaktalardı.
Bundan sonra ne olacak? diye soruyorum onlara. Kampın eski belediye başkanlarından Abdullah Tunç, çok keskin bir ifadeyle “Kampımızı kimseye bırakmayacağız” diyor.
Kampın belediyesini Tunç’tan devralan ve iki dönem belediye başkanlığı yapmış olan Ahmet Özer ise “Önemli olan Aşağı Maxmur’dur. Peşmergeler biraz daha aktifleşse ve ağır silahlarını kullanabilse biz bir saldırıyla kesin alırız ” diyor.
Omuzunda Bruno marka bir tüfek taşıyan yaşlı bir milis uluslararası güçlerden şikâyetçi. “Bu çeteleri başımıza bela edenler onlar. BM nerede? ABD, Rusya yine AB devletleri nerede? Bir iki uçak kaldırmaları çok mu zor?” deyip tepkisini dile getiriyor.
Kampın eski dış ilişki sözcüsü Hüseyin Çelê de ellerini sakallarını götürüp “Halimizi görüyorsun” demekle yetiniyor.
Daha fazla ilerleyemiyoruz. Zira çeteler karşıdan top ve havan atışları yapıyor. Milislerin verdiği bilgilere göre Karaço silsilesi boydan boya Maxmur Direniş Güçlerinin denetimindeydi. HPG ve YJA Star gerillalarının da içinde bulunduğu bu güçler özellikle de hakim tepelere kurdukları Doçka, BKC ve Karnas silahlarıyla çetelerin kampa girip rahat hareket etmelerini engelliyordu.
Burada her şey kolektif ruh ekseninde dönüyordu. Birileri mevzide, birileri cephane ve lojistik arayışında, birileri de yaşanan her önemli kareyi dünyaya yansıtmaya çalışıyordu. Tıpkı Deniz Fırat’ın yaptığı gibi…
Ve bir gün aradan sonra kazanan bu kolektif ruh olmuştu.