İsrail’in Koruyucu Hat (Protective Edge) operasyonunun arkasındaki yalanlar Aslına bakılırsa bu yöneticiler Hamas’ın elini kuvvetlendirmek için oynamıyorlar. Onlar Hamas’la birlikte oynuyorlar ve top olarak kullandıkları ise İsrail ve Gazze’de oturanlar Ocak 2011’de, Arap Baharı’nın rüzgarları Gazze’den Batı Şeria’ya kadar esiyordu ve Filistin Yönetimi ile Hamas arasındaki çatışma sona ermek üzereydi. Üç ay boyunca süren mutabakat […]
Aslına bakılırsa bu yöneticiler Hamas’ın elini kuvvetlendirmek için oynamıyorlar. Onlar Hamas’la birlikte oynuyorlar ve top olarak kullandıkları ise İsrail ve Gazze’de oturanlar
Ocak 2011’de, Arap Baharı’nın rüzgarları Gazze’den Batı Şeria’ya kadar esiyordu ve Filistin Yönetimi ile Hamas arasındaki çatışma sona ermek üzereydi. Üç ay boyunca süren mutabakat görüşmeleri, hem Gazze’de düzenledikleri kitlesel gösterileriyle Filistinliler tarafından hem de ikisi arasında bir birliğe olumlu bakan Ramallah tarafından desteklenmişti. Dahası Mahmud Abbas (Abu Mazen) Gazze’ye giderek anlaşmayı imzalamaya hazır olduğunu da açıklamıştı.
Diğer bir ifadeyle Bibi’nin (Benyamin Netanyahu) kâbusu gerçek olmuştu. Mahmud Abbas’ın açıklamasının hemen ertesi günü, IDF (İsrail Özel Operasyon Askeri Birliği) en üst düzey iki makamdan – Savunma Bakanı ile IDF Başkanlığından- aldıkları emirle iki Hamas militanını Gazze’de öldürdü. Daha önce atılan ve kimseyi vurmayan Kassam füzesine bir cevap olarak resmedilen bu iki cinayet, Yedioth gazetesinden Alex Fishman gibi yazarlar tarafından İsrail’in “şiddeti planlı olarak artırdığı” şeklinde yorumlandı. Ertesi gün, 17 Mart’ta, Netanyahu halen anlamamış olanlara açıkça şunu söyledi: Söz konusu olan İsrail ise Filistin’in birliği bir kırmızı çizgidir.
Bunun üzerine İsrail, diplomatik tehdit hamlelerini birer birer çıkarmaya başladı: Filistin Yönetimine yönelik ekonomik yaptırımlar, güvenliğe ilişkin işbirliğinin sona erdirilmesi. Güney’deki gerginliğin giderek tırmanmasının, bu politikanın doğrudan bir sonucu olduğu söylenemez. “Güney’de sükûneti yeniden tesis etme” şeklinde tanımlanan güvenlik bahanesi iknâ edici olmaktan uzaktı. Dikkatli gözlemcilerin farkettiği üzere Mart’ın başından beri İsrail, Gazze’ye yönelik gıda sevkıyâtını yavaş yavaş düşürmüştü. Nitekim bu hamle İsrail saldırısının, Filistin saldırısına cevap olmaktan daha muhtemel olmaya başladığını gösteriyordu.
Hamas militanlarının öldürülmesi, İsrail ve Gazze arasında yıllardır süren mevsimlik şiddet döngüsü içerisinde ilk kurşunun atılması anlamına geliyordu. “Şiddetin planlı olarak artırılması” masum insanların (Sajaia’da oturan el-Hili ailesinin dört ferdinin) hayatına mal olmuştu. Bu blogda (http://idanlandau.com/2011/03/27/escalation-deterrence-cycl/) ayrıntılı bir şekilde gün gün analiz edilen şiddet artışına yönelik olayların da gösterdiği üzere İsrail’in şiddeti tırmandırmasının arkasında pek çok neden var. Ancak bunlardan hiçbiri İsrail vatandaşlarının iyiliği adına, onların yaşamlarını korumak adına yapılmıyor. O zamanlar şöyle yazmıştım:
“Neler oluyor? Şiddet tırmandırılıyor. Geçtiğimiz iki hafta boyunca gördüklerimizin açıklaması bu işte. Peki şiddet niye iyi bir şey? Çünkü şiddet ve sınırın her iki tarafındaki ateş, daima aşırıların elini güçlendirir. İntikam çağrısı uzlaşma çağrısını bastırır ve ayrılık sesleri birlik seslerini ezer. Kısacası Grad roketleri ve helikopterler havalandığında, akıl hayalara kaçar. Diğer hafta yine iki roket, helikopter ve havan yolla ve makullüğü, alternatif düşünceyi eşek mezarlığına göm. Böylece her iki taraftan da yine yeni kurbanlar, kanlı gözler meydan getir ve havayı kaplayan nefret çığlıkları olsun. Geceleri ise sadece yaslı anaların sessiz hıçkırıkları duyulsun.
Bu İsrail’in sivil unsurları ve barışçıl dinamikleri geriletmek ve bozmak için (ki bunun Batı Şeria’da derin kökleri vardır) nelerden medet umduğunu göstermektedir. Bu aynı zamanda İsrail’in, bölgede bütünüyle yeni dengeler oluşturabilecek olan Filistin’in birliği “tehlikesini” bertaraf etmek için neleri yapabileceğini de göstermektedir.
Şuna hiç şüphe yok: İslamî Cihâd ve Hamas’ın aşırılıkçı hizipleri de bu hedefi paylaşmaktadır. Bu hizipler bir taraftan El Fetih’le olan ulus-içi uzlaşmaları bozmak isteyecekler ve diğer taraftan da varlık nedenlerinin –silahlı, şiddet içeren ve terörist mücadele- ortadan kaldırılıp yerine halkçı bir mücadelenin gelmesine izin vermeyeceklerdir.
Bu nedenle yüzleşme, daima, her iki tarafta da barış isteyenlerle savaş isteyenler arasındadır; yaşamı sevenlerle ölümü sevenler arasındadır. Acaba İsrail halkı birgün gelir de kendi aşırılıkçılarının Samaria’daki bir grup ateşli delikanlı değil de, kendilerini yönetmesi için seçtikleri Netanyahu, Barak, Livni ve Mufaz gibiler olduklarını anlayacaklar mı? Acaba İsrail halkı, kendilerini liderlerinden kurtarabilecekler mi yoksa kaderlerini bir kez daha bu siyasetçilerin ellerine mi bırakacaklar? Kendi kendilerini vurduktan sonra yarattıkları felakete ve bu felaketin çektirdiği acılara seyirci kalıp izleyecekler mi?
Genellikle unutulan tarihin ironisi şu ki bütün bu ateşler ve kurbanlar boşuna. Mayıs 2011’de El Fetih ve Hamas tarihi bir mutabakat anlaşması imzaladılar (http://www.haaretz.com/news/diplomacy-defense/hamas-and-fatah-plan-to-begin-implementing-unity-pact-next-week-1.359828) ve İsrail’in buna ilişkin yapacak hiçbir şeyi yoktu -morali bozlulmuş birkaç İsrailli yorumcunun utancı (http://www.the7eye.org.il/55945) dışında. İsrail’in Araplara birkaç yüz ya da birkaç bin füze atıp Filistin’in iç politikasını başarılı bir şekilde düzenleme hayali ise bir kez daha gerçekliğin sarp kayalıklarına çakıldı. Tek sağlam kayalık (solid cliff) gerçekliğin kayalığıdır. [İbranice’den çevirenin notu: Mevcut operasyonun İbranice’deki adı “Solid Cliff”‘tir.]
Günümüze dönelim: Filistin’deki uzlaşı, kağıt üzerindeki bir uzlaşı olmaktan öteye gidip uygulamaya geçemedi. El Fetih ve Hamas yine çelişen çıkarlara sahip birbirinden ayrı örgütler olmaya devam etti. Filistin Yönetimi, bağış desteğini alarak yaşamını sürdürebilmek için Batı Şeria’daki Hamas militanlarını tutuklamaya devam etti. Hamas ise Gazze’deki İsrail kuşatmasına direnmeye devam etti. Altı hafta önce yani 23 Nisan’da, taraflar arasında tekrar köprüler kuruldu ve El Fetih-Hamas mutabakat anlaşması ikinci kez imzalandı.
Her zaman olduğu gibi, Filistin’in birliğini kendilerine bir tehdit olarak görenler yine alarma geçtiler. İsrail yönetiminin tamamı birlik yönetimini kınarken Amerikalılar ise “hayal kırıklığına” uğradılar. Netanyahu yaptığı açıklamada “Bu adımı, tipik bir Filistin davranış tarzı olarak görüyoruz: Ne zaman bir karar alsalar, anından ortadan kaybolurlar.”
Tam da burada şunu söylemeden geçmek olmaz. Tipik İsrail davranış tarzının ne olduğunu da biliyoruz: Ne zaman bir karar alsalar, anında bombalamaya başlarlar. Nitekim Filistin mutabakat anlaşmasının imzalanmasından daha henüz birkaç dakika bile geçmemişti ki İsrail savaş uçakları Beit Lahiya’da bir motorsikletliye iki füze attılar (http://www.haaretz.co.il/news/politics/1.2303190).
“Hedef” vurulmadı, ancak yoldan geçen yedi kişi yaralandı. Fakat asıl mesaj verilmişti: her kim ki birlikten söz etme cesaretini gösterir, gereken cevabı alacaktır. Haziran ayı süresince, her iki tarafta da tansiyon giderek yükseldi ve IDF hedeflediği suikastlardeki “cerrah” titizliğini bir kez daha kanıtlayarak Gazze’deki Sudaniyeh yerleşkesinde oturan yedi yaşındaki bir çocuğu katletti.
Haziran 2014’te Gush Etzion’da oturan üç İsrailli gencin kaçırıldıktan sonra öldürülmesi (http://972mag.com/three-kidnapped-israeli-teens-found-dead-in-the-west-bank/92719/) Başbakana tam da aradığı fırsatı verdi. Evet bu acımasız bir değerlendirme ama bu olaydan iki gün önce söz konusu bu kaçırılma meselesinin çözümüne ilişkin Netanyahu’nun söyledikleri (http://www.thepost.co.il/news/new.aspx?pn6Vq=E&0r9VQ=FJEFD) bu değerlendirmeyi destekliyor. Şöyle diyordu başbakan: “Bu olay aylardır söylediklerimizi teyit ediyor: “Hamas’la yapılan ittifakın sonuçları çok kötü olacak ve bu ittifak Filistinlilerle bizim aramızdaki barışa set vuracak.”
Bu açıklama mesnetsizdi. Çünkü Filistin halkı açısından şurası çok açıktı ki (http://www.haaretz.com/news/diplomacy-defense/.premium-1.598737 ) bu kaçırılma olayı aslında El Fetih ile Hamas arasında kurulan ittifakı test etmeye ve dahası yıkmaya dönük bir eylemdi. Hatırlanacağı üzere, Mahmud Abbas’ın bütün Müslüman dünyasına hitaben yaptığı ve bu olayı açıkça kınayan ve zaten sallantıda olan Hamas’la olan ittifakı parçalayacak olan açıklaması (http://www.haaretz.com/news/diplomacy-defense/1.600256) bile İsrail hükümeti için yeterince iyi değildi. Netanyahu yönetimi bir kez daha akıllarından geçenin ne olduğunu gösterdi: füze at ya da eğer füze yoksa kaçır, öldür, mahkum et … ve sonuç: Hamas’la yapılan anlaşmayı iptal et (http://www.haaretz.co.il/news/politics/.premium-1.2353306)
Akabinde, bu ayın başlarında, Gazze’ye yönelik mal sevkiyâtı azaltıldı (http://gisha.org/press/3021). Ve 7 Temmuz’dan bu yana, “Güney’deki sükûneti yeniden sağlama operasyonu”nun resmen içindeyiz.
Çanlar çalıyor mu? Temmuz 2014’ün dinamikleri 2011 Mart’ınınkilere şaşırtıcı şekilde benzemektedir. Her iki vakâda da Filistin bölgesindeki politik gelişmeler, İsrail’in askerî yöntemlerle karşılık vermesine yol açtı. Yine her iki vakâda da El Fetih-Hamas ittifakı stratejik bir tehdit olarak görülerek “önleyici saldırı”nın gerekçesini oluşturdu. Bu gerekçe o kadar geniş ki geçmişe dönük olarak “şiddetin planlı artırılması”na zemin hazırlamaktan tutun da saldırının istenen düzeye çekilmesine kadar faklı konularda kullanılabilmektedir. Yine her iki vakâda da sınırın her iki tarafındaki halkların yaşamı ve iyiliği yönetimlerinin umurunda değildir.
Her iki durumda da Filistin birliği varlığını sürdürecektir. Bu birlik kaçınılmazdır, tıpkı Negev’deki Yahudi İsrailliler ile merkez bölgedekiler arasındaki birliğin kaçınılmaz olduğu gibi. Yine her iki durumda da tek bir ulustan söz ediyoruz. Önlenebilir olan ise boşuna olduğunu söylediğimiz her iki halkın kurbanlarıdır.
Politik çılgınlığa ilişkin birkaç söz daha: İsrail politikasının bütünüyle Filistin’in birliğine yönelik bir endişeye mahkum olmasının nedeni nedir? Bu sorunun cevabı oldukça basit ve tek bir cümleyle özetlenebilir: Partnerimiz olmadığından emin olmalıyız. Partnerimiz olmadığından emin olmalıyız çünkü Filistinli bir partnerimizin olması, barış anlaşmasını müzakere edebileceğimiz birisinin mevcut olduğu anlamına gelir ve bu da başımıza gelebilecek en korkutucu şeydir: toprak kaybı ve kontrolün yitirilmesi! İşte bu nedenle İsrail, daha dün müzakere masasına oturan kişileri aşırılıkçı olarak yaftalamak da dahil olmak üzere, yıllardır müzakerelerde karşısına oturabilecek herhangi potansiyel bir partneri yok ediyor.
Bu nedenle İsrail sadece Filistin’in birliğine karşı devamlı savaşmakla yetinmeyip aynı zamanda güya partneri olan Hamas partizanları-Mahmud Abbas ve Filistin Yönetimini zayıflatmaya çalışıyor. Yıllardır süren kölece itaat Mahmud Abbas’ı kendi halkının gözünde bir karikatüre (http://www.haaretz.com/news/diplomacy-defense/.premium-1.603678) dönüştürdü. Barış anlaşmasıyla gerçekten ilgilenen bir İsrail yönetimi olsaydı eğer, partnerinin kendi halkının gözündeki liderliğini yok etmeye çabalamazdı. Ve şu anda olan tam olarak budur. İsrail ne gerçekten barışla ilgileniyor ne de barışı getirecek getirebilecek bir partnerle.
Söz konusu bu politika meyvelerini vermeye başladı. Öncelikle Filistin Yönetimini parçalayarak Hamas’ı Gazze’de iktidara getirdik. Hamas’a yönelik savaş da meyvelerini vermeye başladı: Herhangi bir konuda müzakereye yanaşmayan Gazze’deki aşırı İslamcı grupların etkisi artıyor. Peki ya Netanyahu? Kendisi dört gözle Irak ve Suriye İslam Devletini bekleyerek ellerini ovuşturmaya başladı bile.
“İsrail vatandaşlarının güvenliğinin yeniden tesisi”ne yönelik halihazırdaki operasyonun hedefinin ne olduğu hakkında söylenen hikayelerinin ne olduğunun hatırlanması gerekir. Bu saçmalık sanki gerçekmiş gibi burada yıllardır söylenip duruyor. Güney’de askeri caydırıcılık mevcut değil ve böyle bir şey olmayacak da. Eğer benden dinlemek istemezseniz, belki bazı geç ayılan generallerden (http://www.haaretz.com/news/diplomacy-defense/former-idf-general-israel-should-end-gaza-blockade-in-return-for-cessation-of-rocket-fire.premium-1.478883 ) ya da alaycı askerî yorumculardan (http://www.haaretz.com/news/diplomacy-defense/.premium-1.603817) dinlersiniz.
Eğer askere çağrılsaydım, reddederdim (https://www.facebook.com/photo.php?fbid=664756290268779&set=a.401767133234364.94632.401514489926295&type=1 ). Redderdim çünkü bizimle (bir kez daha) alay ediyorlar. Fakat reddetmemin asıl nedeni, IDF’nin savaş makinesinin Gazze’de çocuk ve kadınlarının vücudundan tepeler yapmaya başlamasıdır.
Facebook’a gönderilen aşağıdaki grafikte, Shlomit Havron Gazze’deki operasyonları “Hamas’a daha sert vuralım ve onların biraya gelerek roket fırlatmalarını önleyelim! Son sefer harikaydı!… Evet, Bekleyin…”
Shlomit Havron’un Facebook sayfasından alınan bu grafik 2004 yılından bu yana Gazze’deki İsrail askeri operasyonlarını listeliyor. Grafiğin başlığı şöyle: “Hamas’a daha sert vuralım ve onların biraya gelerek roket fırlatmalarını önlemeliyiz! Son sefer harikaydı!…Evet, Bekleyin…”
Havron Gazze’deki İsrail operasyonlarını şu şekilde listeliyor:
Haziran 2014 – Protective Edge
Kasım 2012 – Pillar of Defense
Aralık 2008 – Cast Lead
Şubat 2008 – Hot Winter
Haziran 2006 – Summer Rains
Şubat 2006 – Lightning Strike
Eylül 2005 – First Rain
Ekim 2004 – Days of Penitence
Bu grafik, bir operasyondan diğerine, Hamas roketlerinin ne kadar arttığını göstermemektedir. “Cast Lead” operasyonunda, füzeler sınırdan itibaren 40 km yarıçapındaki bir bölgeyi vurdular. “Piilar of Defense” operasyonu sırasında ise Grad füzeleri Tel Aviv’i vurdular ve “Protective Edge” sırasında füzeler Haifa bölgesini vurdular. İsrail’in “askeri caydırıcılığı” ile Hamas’ı karşılaştırdığımızda ortaya çıkan manzara işte budur.
***
“Koruyucu Hat” (Protective Edge) operasyonunun sekizinci gününde en az 176 Filistinlinin öldüğü bildirildi. Bu rakam içinde kaç sivilin olduğu tam olarak bilinmiyor. Gerçek rakamlar ancak toz duman kalktığında belli olabilecek (mevcut rakamlar için şuraya bakılabilir http://www.btselem.org/ota). Ayrıca Kasım 2012’deki “Pillar of Defense” operasyonuyla da bir karşılaştırma yapılmış durumda. B’Tselem’in hazırladığı rapora (http://www.btselem.org/download/201305_pillar_of_defense_operation_eng.pdf) göre operasyonun ilk iki günü 17 kişi öldürüldü ki bunların sekizi sivildi. İlk iki günde öldürülenlerin sayısı Kasım 2012’de’nin iki katıydı.
Bahsekonu raporun en önemli bulgusu, operasyonun dördüncü gününden sonra gerçekleşti. IDF “Pillar of Defense” operasyonunun dördüncü gününde “sadece” 17 sivili öldürmüşken, operasyonun son dört gününde 70 sivili öldürdü. Aslında “Pillar of Defense” operasyonunun ikinci yarısında IDF, her mücahide karşı masum iki sivili öldürmüştü. Bu nedenle dördüncü gün Gazze’deki operasyonların etik yaşam süresini göstermektedir. Bunu müteakiben kısa vadede Hamas mücahitlerinin sayısı azaltılacak ve bu yolla “cerrahi” silahlar kullanarak ya da kullanmaksızın savaş suçları işlenmesine yönelik operasyonlara hız verilebilecektir.
Daha önce kapsamlı bir şekilde belgelendirdiğim üzere (http://idanlandau.com/2013/05/10/pillar-of-smokescreen-the-real-numbers/) “Pillar of Defense” operasyonu sırasındaki masum kurbanların kapsamı, İsrail halkının gözünden çok iyi bir şekilde kaçırıldı. Ortalama bir İsraillinin öldürülen insanların sayısını tahmin etmesi bile pek mümkün değildir. IDF, son derece düşük bir şeffaflık içerisinde ve hatalı sayılar yayımlamaktadır -ve tabi bunun kaçınılmaz sonucu olarak isim listesinin teyidi konusunda da oldukça isteksizler. Ayrıca, hava kuvvetlerinin (http://www.iaf.org.il/4388-39969-he/IAF.aspx) internet sitesi (http://www.iaf.org.il/4388-39969-he/IAF.aspx) de dahil olmak üzere ordunun içinde de bir dezenformasyon faaliyeti yürütülmekte ve “cerrahi hassaslıkla” yapılan operasyonların Filistinli kurbanlarına ilişkin tek bir kelime dahi edilmemektedir. Bu uydurma propagandanın operasyonel bir rolü vardır: sıradaki operasyonda işlenecek savaş suçlarına zemin hazırlamak. Bu cahillik kisvesi altında pilotlar, en ufak bir vicdan azabı dahi çekmeksizin Gazze’deki yoğun yerleşim yerlerini bombalayabilmekte ve bunu da vurduklarının sadece teröristler olduğu yalanına tutunarak yapabilmekteler. Uydurma propaganda koruyucu hat olarak da kullanılabilir.
Pekalâ artık bu son operasyonun bir süpriz olduğunu düşünmezdiniz değil mi? Yoksa düşünür müydünüz? Zaten IDF, “Pillar of Defense” operasyonunun sona erdiği Kasım 2012’de çoktan yeni operasyon hakkında çalışmaya başlamıştı. Geri kalan işlere ise IDF karargahındaki operasyon bölümünde görevli bir kaç parlak beyin kafa yoruyor; “Koruyucu Hat” operasyonunun başarısız olması halinde doğacak sonuçları çıkarıyor; yeni hedefler inşa ediyor; teknolojiyi iyileştiriyor ve bu defa gerçekten ve nihai olarak “Hamas’ı dizlerinin üstüne çöktürecek” Gazze’deki yeni operasyonların planlarını hazırlıyor.
***
Mevcut duruma ilişkin burada yapılan sunu elbette oldukça sinir bozucu; zira bu mücadelede Hamas’ın oynadığı rolü bütünüyle yok sayıyor. Fakat bu rolü yok saymıyorum. Aslında, bütün bunları ateşlenen bir füze ile diğer füze arasında yazıyorum ve bu nedenle de Hamas’ın ateşlediği füzeleri yok saymak oldukça zor benim için. Fakat şu da bir gerçek ki ben bir İsrail vatandaşıyım ve bana karşı sorumlu olanlar Hamas yönetimi değil, benim güvenliğimi sağlayamayan İsrailli siyasetçiler. İsrail medyası, beyhude bir şekilde diğer tarafı harekete geçiren motivasyona ilişkin yorumlar yapmaya devam ediyor. Fakat iş bizim tarafın motivasyonunun ne olduğunu sorgulamaya gelince patolojik bir körlük içindeler. Bu konuyla ilgili bütün mesele şu tip sloganlarla özetlenebilir: “Güney’de sukûnet” ve “caydırıcılığın tesisi”. İsrailli yorumcuların Hamas propagandasını yok etmeye yönelik en ufak bir sorunları yok; tıpkı Hamas’ın sınırı ısındırması için dolaylı nedenlerden biri olan Gazze’deki ücretlere ilişkin krizde de (http://www.timesofisrael.com/bank-reported-to-nix-transfer-of-hamas-salaries/) görmüş olduğumuz gibi.
Mevcut karşılaşmadan sonra kurulacak herhangi bir düzenleme, herhangi bir yazılı ya da sözlü anlaşma Hamas’a daha fazla nefes alma imkânı tanıyacaktır. Evet bütün bunlar doğru ancak İsrailli yorumcular, kendilerine dürüstçe “eğer gerçekten durum buysa ve benim yöneticilerim bu operasyonun Hamas’ı (ve bilhassa da militan grubunu) güçlendireceğini biliyorsa, neden onların elini kuvvetlendirmek için oynuyorlar?” diye sormak yerine karşı tarafın ne kazanacağına takılıp kalmış durumdalar.
Aslına bakılırsa bu yöneticiler Hamas’ın elini kuvvetlendirmek için oynamıyorlar. Onlar Hamas’la birlikte oynuyorlar ve top olarak kullandıkları ise İsrail ve Gazze’de oturanlar. İşte erkeklerin oyun zamanı (http://idanlandau.com/2012/11/16/men-time-nause/).
Çaresiz kalan biri şu soruları cevaplamadan duramaz: Peki ne yapmalıyız? Boş boş oturup bize ne zaman füze atacaklar diye beklemeli miyiz?
Hayır, füzeleri engellemek için gereken neyse onu yapacağız. Hamas’ı Gazze’nin seçimle işbaşına gelmiş yönetimi olarak tanıyacağız ve “Hamas Beyannamesi” (Hamas Charter) ve “Yahudi Devletinin tanınmasına” ilişkin atılan histerik çığlıkları bir kenara bırakacağız. Gazze üzerindeki kuşatmayı kaldıracağız (evet bir kuşatma (http://gisha.org/reports-and-data/the-gaza-cheat-sheet) var ve biz bundan hoşlandıkça (http://gisha.org/updates/3018) bu kuşatma giderek artırılmakta (http://gisha.org/updates/3014). Filistin birliğinin güçlendirerek onlarla işbirliği yapacağız ve Filistin halkının kendi yönetimlerini kendilerini şekillendirmesine izin vereceğiz. İşte bütün bunlar gayet güzel bir başlangıç olacak ve daha önce yedi kez denenen “Hadi Hamas’ı ezelim” operasyonlarında olduğu gibi birilerinin başarısızlığını ispat etmeye çalışmayacak.
(İbranice orijinalinden İngilizce’ye Ofer Neiman tarafından çevrilmiştir. İngilizce’den Türkçe’ye Sendika.Org için Cem Onur Yarar tarafından çevrilmiştir.)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.