Hiçbir diktatörlük “sandığa gömülmez”, diktatörler toprağa gömülürler. Diktatörleri toprağa gömen de oylar değil, halkın devrimci eylemidir Erdoğan muradına erdi, Cumhurbaşkanlığına kapağı attı. Bu noktadan sonra “%52’yle mi seçildi, %38’le mi seçildi” tartışması boş. Esas soru, “diktatörlüğün seçimi olur mu” sorusudur ve cevabı besbellidir, “olmaz”… Diktatörlük, halkın %99,9’u da onaylasa diktatörlüktür ve gayrı meşrudur. Direnişin meşruiyeti, […]
Hiçbir diktatörlük “sandığa gömülmez”, diktatörler toprağa gömülürler. Diktatörleri toprağa gömen de oylar değil, halkın devrimci eylemidir
Erdoğan muradına erdi, Cumhurbaşkanlığına kapağı attı. Bu noktadan sonra “%52’yle mi seçildi, %38’le mi seçildi” tartışması boş. Esas soru, “diktatörlüğün seçimi olur mu” sorusudur ve cevabı besbellidir, “olmaz”… Diktatörlük, halkın %99,9’u da onaylasa diktatörlüktür ve gayrı meşrudur. Direnişin meşruiyeti, diktatörün aldığı oy oranıyla gölgelenmez. Aksine diktatör diktatörlüğünü uygulayarak ne kadar çok oy alırsa direniş o kadar meşrudur, hayatidir ve umut kaynağıdır.
Erdoğan halihazırda kurmuş olduğu diktatörlüğünü oylattı ve istediği sonucu aldı. Türkiye halkı Erdoğan’ı cumhurbaşkanı seçmese diktatörlüğü sandığa gömmüş olur muydu? Hiçbir diktatörlük “sandığa gömülmez”, diktatörler toprağa gömülürler. Diktatörleri toprağa gömen de oylar değil, halkın devrimci eylemidir.
Yani seçimler, yapılmadan önce de bildiğimiz bir gerçeği yeniden hepimizin önüne koydu: Bugün Erdoğan diktatörlüğünü yıkacak olan egemen güçlerin, egemen sınıfların bir kesiminden gelecek “normalleştirme” manevraları değil, halkın eşitlikçi, özgürlükçü direnişidir.
CHP, MHP, Gülen ve patronlarının, 17 Aralık operasyonu, 30 Mart ve 10 Ağustos seçimleriyle halk direnişini cebe atma girişimleri boşa çıktı. CHP seçmeninin %15’i oyunu Demirtaş’a verdi, daha da fazlası sandığa gitmedi. Direniş, kendisine dayatılan “egemen sınıf alternatifini” onaylamayı, yerel seçimlerin aksine, bu kez (1. Turda) reddetti.
Direnişin bu “reddiyesi” üzerinden, hem temsil alanında hem de sokakta bir başka siyasi süreç gelişebilecek mi? Türkiye ve Kürdistan Sosyalistleri bu reddiyeyi, diktatörlüğe karşı daha güçlü bir halk direnişine ve politik temsil düzlemine taşıyabilecekler mi? Sorunları bilinen ve bugüne dek hal yolu bulunmamış olan bu “görev”i sırtlanacak yeterince omuz ortaya çıkacak mı? Ekmeleddin’e oy vermektense sandığa gitmeyen veya Demirtaş’a oy veren milyonlar (ve kendisinden utanarak Ekmeleddin’e oy verme “mecburiyetinin” altında ezilen bir o kadarı) için yeni bir siyasi kulvar üretebilecek miyiz? Önümüzde duran sorun budur.
Bir nebze sağ duyusu olan herkes biliyor ki, HDP, CHP’nin sağa açılım politikasına “bu kadar da olmaz” diyen kitlelerin tepkisinden kazandığı 1. Tur oylarını “cepte” görür ve “biz artık ana muhalefet olduk” sarhoşluğuyla davranırsa, olacak olan, bu “tepki oyları”nın 2015 Genel Seçimlerinde “evlerine dönmesi” olacak. (Elbette CHP’nin de eli armut toplamayacak, 2015 Genel Seçimlerine kadar kendi seçmen kitlesiyle barışmanın yollarını arayacak)
CHP kitlesinde patlak veren bu sandık tepkisinin, Türkiye ve Kürdistan halk direnişlerinin siyasi süreçlerini kaynaştıracak kadar güçlü bir iç dinamizme sahip olmadığının farkında olmalıyız. Demirtaş’a yönelen CHP oylarının hatırı sayılır bir kısmının “1. Turda Selahattin, 2. Turda Ekmeleddin” denilerek verildiğini, HDP’nin ise seçimin 2. Tura kalması halinde “boykot” tutumu alacağını düşünürsek bu yakınsamanın kendiliğinden “ilerleyeceğine” ilişkin hayallerle “coşmamamız” gerektiği de açık.
Bu tepkinin Türkiye’de yeni bir sol siyaset kulvarının açılmasına hizmet edebilmesi için Kürt siyasi hareketinin, Türkiye sosyalist hareketinin ve sol sosyal demokratların Türkiye ve Kürdistan’daki halk direnişlerinin (bir türlü rezonans vermeyen politik süreçlerini) harmonize etmeyi temel görev saymaları birinci şarttır.
İşe, bu harmonizasyonun, sözünü ettiğimiz her bir siyasi kümenin kendi konumunda ciddi değişiklikler yapmasını gerektirdiğini kabul ederek başlamak gerekir. Bu doğrultudaki ilk hamlenin Kürt siyasi hareketinden gelmesi gerektiği de aşikardır.
Demirtaş’a yönelen CHP oylarının kesişim kümeleri de olan değişik gruplardan geldiğini biliyoruz. Ortadoğu’da yükselen Şeriatçı terör ve Türkiye’de derinleşen Alevi düşmanlığından endişelenen sola açık Alevi toplulukları ve sosyalizme eğilimli (ama Atatürkçülüğü de elden bırakmayan) eğitimli sosyal demokratlar bu kitlenin iki büyük grubu. PYD ve PKK’nin IŞİD terörüne karşı direnişin merkezine oturması, Demirtaş’ın “ayrımcılığa karşı”, laik, ilerici ve sol söylemi ustalıkla öne çıkarması, daha önce BDP’ye hiç oy vermeyen bu iki grubun Demirtaş’ı 1. Tur seçeneği haline getirmesinde belirleyici oldu. Demirtaş, Kürt siyasi hareketinin (sol liberallerin ve Kürt milliyetçi aydınlarının yönlendirmeleriyle) “laikliği” savunmaktan uzak duran, “sol” kimliği belirsizleştiren, Filistin direnişi ile arasına mesafe koyan ortalama söylemini aşarak, laikliği ve solu vurgulayan, İsrail saldırganlığı ile IŞİD terörünü açıkça aynı kefeye koyan ikirciksiz bir sol siyaset dilini kurarak Türkiye’nin sol seçmeninin genişçe bir kitlesi ile temas kurulabileceğini gösterdi. Demirtaş’ın kurduğu bu dil, Kürt seçmeninin HDP’ye verdiği destekte hesaba katılabilir bir azalmaya da yol açmadı. Böylece sol liberallerin ve Kürt milliyetçi aydınlarının Kürt Özgürlük Hareketi’ne salladıkları umacıların gerçek olmadığı da ortaya çıkmış oldu.
Demirtaş kampanyası ve seçim sonuçlarının ortaya koyduğu bu tablo Kürt siyasi hareketinin Türkiye solu ile “yedekleyici” ilişki tarzını değiştirmesine ve sol liberallerin ve Kürt milliyetçi aydınlarının kurduğu ideolojik barajları aşmaya yetecek mi önümüzdeki günlerde bu soruların yanıtını hep birlikte alacağız.
Kürdistan devrimi süreci ile Türkiye devrimi sürecini tarihin bu aşamasında tek bir devrimci süreç olarak örgütlemenin ve geliştirmenin olanaklı olmadığı bir gerçek ama bu iki süreci birbiriyle uyumlu ve birbirini geliştirici hale getirecek bir “siyaset”in üretilebilir olduğu bir döneme girdiğimizi düşünmek için nedenler giderek artıyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.