(Bu yazı yazılırken Hüseyin Aygün’ün aktardığına göre Nurtepe’de çatışmalar devam ediyor. Temennim bu yazı okunurken artık bitmiş olmasıdır. 00.42) Türkiye solu birbirine karşılıklı 100 tokat attıktan sonra hala ilk tokadı kim attı diye soracak kadar gerçeklikten kopmuştur. Her gelenek kendini sol içi şiddetin mağduru gibi göstermeye alışmış durumda. Dün Nurtepe’de yaşanan olayın kökleri birbiriyle fikren […]
(Bu yazı yazılırken Hüseyin Aygün’ün aktardığına göre Nurtepe’de çatışmalar devam ediyor. Temennim bu yazı okunurken artık bitmiş olmasıdır. 00.42)
Türkiye solu birbirine karşılıklı 100 tokat attıktan sonra hala ilk tokadı kim attı diye soracak kadar gerçeklikten kopmuştur. Her gelenek kendini sol içi şiddetin mağduru gibi göstermeye alışmış durumda.
Dün Nurtepe’de yaşanan olayın kökleri birbiriyle fikren tartışmaya hazır olma ve kendi fikrine güvenle alakalı değildi. Pek çok sol içi şiddet olayında görebildiğimiz gibi ‘Önce o başlattı’ tarzı bir söylemle birbirine karşı her türlü düşmanlaştırıcı söylem kullanıldı. ‘Ajan’, ‘Kontra’, ‘Irkçı’, ‘Alevi düşmanı’, ‘Karşı Devrimci’ gibi söylemlerle önce yabancılaşmayı başlattılar sonra birbirlerine karşı uyguladıkları şiddetti meşrulaştırdılar.
Bu bizim acı ama gerçek olmak üzere 60-70 senelik hikayemizdir. Bu hikaye Moskova Mahkemelerinde başlamıştır. Ekim devriminde görev almış nice kahraman Bolşevik militan Stalin’in mahkemelerinde komplocu diye idam edildi, Nurtepe olayları sırasında edilen her laf orada bazen değiştirilerek kullanıldı ve toplum açısından sol içi şiddetin kullanımı meşrulaştırıldı.
Türkiye’nin 78’ine adım attığımızda ise karşımıza çıkan tablo korkunçtur. Hakkı Öznur adı verilen ve BBP’nin önemli adamlarından olan bir faşistin yazdığı ‘Derin Sol’ kitabında sol içi şiddet hikayeleri bizzat örgütlerin kendi yayınlarından aktarılır ve faşist cephe açısından büyük bir propaganda unsuru kazanılır. ‘Sen benim siyasetime oportünist demişsin’ diyerek yapılan saldırılar ve iç cinayetlerin ardı arkası kesilmez.
Ama sol kararlıdır, bütün bu geçmiş bir sonraki çatışmaya kadar büyük bir sessizlik içinde bir kenara bırakılır, bu sessizliğin altını çürüttüğü ‘Yaşasın Devrimci Dayanışma’ sloganı atılır meydanlarda. Sonra bir bakarsınız, gene sol içi şiddet başlamış. Kendilerine tarif ettikleri iktidar alanı nerede olursa olsun o büyük canavar en ufak bir varlığını sarsıcı harekette karşısındakini yok etmeye çalışır.
Nurtepe olaylarını internetten takip edenler birbirlerine en umarsızca küfürleri sıralayan tarafların yaptıklarına hayret içinde baktılar. Oysa farkında olmadıkları şey, örgütlerin liderliklerinin gayet birbirlerine karşı tahammülsüz olduğu bir ortamda zaten akıl ve bilgiyle doldurulmamış militanların bir tarikat üyesi gibi takipçiliğe indirgenmesiydi. Kendi fikrini bir tartışma sonucu kabul ettirmeyen, kabul etmeye zorlayan bir gelenek Türkiye’de solun şu an sahip olduğu gelenek. Bu örgütlü kesimin bu şekilde hareket etmesini sağlayan şey zaten akıl ve dolayısıyla sola ait bir kültür, düşünüş biçimi değildi. Aşiret tarzı düşüncenin ve feodal aklın geri çağrıldığı bir ortamda karşılıklı edilen mumsöndü veya ırkçı laflarının ifade edilmesi kolaylaştı. Zemin hazırdı, kıvılcımlara gerek vardı.
Bugün karşımızda bulunan süreç örgütlerin hangi geleneğe sahip çıktıklarıyla alakalıdır. Sol Lenin’in Ekim devriminden sonra yaptığı gibi acaba tartışmalarda özgürlük mü sağlayacak yoksa Stalin’in getirdiği gibi eleştiriye karşı düşmanlaştırıcı sıfatlar yapıştırarak kendi içinde kan dökmeye devam mı edecek?
Çünkü Türkiye’de sol Lenin’in polemiklerini okurken Lenin’in yakın arkadaşlarıyla değil, düşmanlarıyla polemiklerini okuduğunu düşünür. Oysa Martov’la fikren sonuna kadar kavga eden Lenin’in menşevik kanada yönelik tüm tartışmalara rağmen bir saldırıyı öğütlemediğini aklından çıkarır.
Türkiye’de sol kendi bağrında olan bu grupçu psikolojiyi eleştirir lafta ama kendi içindeki tartışmalara bile tahammülsüzdür. Bir militan üst düzey kadrolarla tartışma imkanı bulamaz, uyumsuzsa hemen ihraç edilir örgütten. Kendi militanlarını basit tarikat üyeleri konumuna indirgeyen bir solun birbirine tahammül edebileceğini gerçekten düşünebilir miyiz? Demokrasi nutukları atmaya bu kadar meraklı solun kendi içinde bile demokratik merkeziyetçiliği uygulamadığı bir ortamda bir ülkeyi demokratikleştireceğini düşünebilir miyiz?
Bu çevrelerin Gezi İsyanı sırasında halk niye örgütsüzlüğü yüceltiyor diye kendi kendilerine sormaları bile saçmadır öncelikle bu düşünüş biçimini mahkum etmeden. İnsanlar örgütsüzlüğü yüceltiyor çünkü tarikata üye olmak istemiyorlar.
Nahuel Moreno’nun dediği gibi ‘Bir solcu bize sokaktaki herhangi bir insan daha yakındır’ mantığını işletmeye başlamak için daha ne kadar kan dökülmesi gerek? Solcular yoldaşlarına saygı duymayı ve onların fikirlerini kendi içlerinde tartışmayı, başka örgütlerle tartışmaları ise şiddette dönüştürmeden ve birbirini yok etmeye çalışmadan yürütmeyi ne zaman öğrenecek?
Sorular çoğalıyor ama sanırsam bir ortak nokta bulduk. Artık eskisi gibi birbirine kolay düşmanlık beslemeyen solcu gençlik bir arkadaşımın deyimiyle tüm 40 yaş üstü solcuları başka bir ülkeye gönderse rahatlar mıyız?
Bilemiyorum, bildiğim bir şey var ama sol aklın egemenliğiyse ve akıl doğruları savunmaktan gelen bir özgüvene sahipse, bir başka fikre karşı bu kadar tahammülsüz olmanın akılla ve solla alakası yoktur.
Devrimcileşmek ve birbirimize yabancılaşmamak adına, sol içi demokrasi adına önce kendi yoldaşımızı dinlemek ve kendini ifade etmesi için alan açacağız, tıpkı Leninizm’de olduğu gibi sonra birbirimizle ilişkilerimizde demokratikleşeceğiz.
Diğer türlü sol kendi içinde şiddet üreten bu geleneği devam ettirdiği sürece gittikçe azalacak ve bir iktidar alternatifi olamayacak.
* Can Gürola
Red dergisi yazarı
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.