Güya barış ve çözüm sürecine ilişkin bir yasa meclisten geçti ve artık kanunlaşmış bulunuyor. Oysa yasa içerik itibariyle bir çözüm yasası değil “terörü bitirme” yasası. Devletin Kürt sorununa ilişkin amacı değil yöntemi değişti Her şeyden önce bu yeni yasayı çıkaran TC-AKP Devletinin, ideolojik ve politik referanslarının çok iyi bilinmesi ve kavranması gerekiyor. Türkiye, AKP ve […]
Güya barış ve çözüm sürecine ilişkin bir yasa meclisten geçti ve artık kanunlaşmış bulunuyor. Oysa yasa içerik itibariyle bir çözüm yasası değil “terörü bitirme” yasası. Devletin Kürt sorununa ilişkin amacı değil yöntemi değişti
Her şeyden önce bu yeni yasayı çıkaran TC-AKP Devletinin, ideolojik ve politik referanslarının çok iyi bilinmesi ve kavranması gerekiyor. Türkiye, AKP ve Erdoğan önderliğinde, Sünni-gerici İslam ideolojisine dayalı özgün bir devletsel sistemi oturtuyor.
Buradan hareketle Ortadoğu ve dört parçalı Kürdistan’a ilişkin politikalar kotarılıyor. Güney Kürdistan, Rojava ve de Kuzey Kürdistan ile Türkiye’nin batısında yaşayan Kürtlere ilişkin, birbirinden tamamen ayrı ve çıkarcı politik formülasyonlar yapılıyor. AKP’nin sürdürdüğü bu politikalara bakmak, bunları doğru okumaya çalışmak bile başlı başına derslerle doludur. İşte buradan hareketle, güya barış ve çözüm sürecine olarak meclisten geçen ve artık kanunlaşmış bulunan yasa üzerinde, bir sıralamayla durmak ve yazmak istiyorum.
Paradigma değişmedi
Birincisi; eğer objektif olarak yeni çıkan çözüm yasasına bakacak olursak, en başta göreceğiz ki Türk devletinin nezdinde Kürt, Kürdistan sorunu ve PKK konusunda, özünde hiçbir köklü paradigma değişimi yoktur. Evet, son çıkan yasa bize bunu açıkça gösteriyor. Bu şu bakımdan önemlidir: Türk devleti kendisi ve Kürdistan Özgürlük Hareketi ikilisi söz konusu olduğunda, kendisini son derece meşru ve haklı bir pozisyonda görüyorken, tersine Kürtleri ve PKK Hareketini ise tamamen gayri meşru ve de haksız bir pozisyonda görüyor. Bu inkârcı devlet refleksidir ve “terörist” kavramını da zaten bunun için kullanmıştır. Eminim ki, bütün onurlu Kürtler, bu “terörist” ifadesini bir hakaret olarak algıladılar, kabul ettiler.
Bir de sanki bu insanlar, herhangi bir biçimde yasaların ve meşruiyetin dışına çıkmışlar ve de kurtarılmayı bekliyorlar, kurtarılmaları gerekiyor. Baştan sonuna kadar yasanın yazılışına bu ruh ve mantık hâkim.
Dolaysıyla sanki AKP devleti de çok insaflı olduğu için, bir insaniyet yaparak onları ıslah etmek üzere şefkat gösteriyor. En iyisi, bu bağlamda çıkan yasanın a bendini beraber okuyalım:
“a) Terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine yönelik siyasi, hukuki, sosyo-ekonomik, psikolojik, kültür, insan hakları, güvenlik ve silahsızlandırma alanlarında ve bunlarla bağlantılı konularda atılabilecek adımları belirler.”
Yasa bu bendinden de çok iyi anlaşılıyor ki, bu insanlara karşı büyük bir lütuf olarak sunuluyor. Ortada iki eşit gücün ilkeli muhataplığından eser bile bulunmuyor. O kadar ki, bu yasanın her kelimesinde egemen sınıf kibrinin sırıttığı bir yaklaşım hâkimdir. Oysa çok iyi biliyoruz ki, Sömürgeci Devlet, esasında bizzat kendisi tarihsel olarak Kürt ve Kürdistan gerçekliğine karşı hem gayrimeşrudur ve hem de fazlasıyla haksız bir konumdadır. Bu konuda eşi-benzeri az bulunur bir inkâr ve imha geleneğine sahip oldukları çok iyi biliniyor.
30 yılı aşkın bir zamandır da, mazlum ve masum olan Kürdistan halkına karşı sınırsız bir biçimde ve sayısız defa insanlık suçları işlemiştir. Bütün bunlara rağmen, AKP hükümetinin çıkardığı bu en son yasa kapsamında görülen o ki, bir kez daha yavuz hırsız misali, utanmazca bir pratik sergilenmektedir. Kısacası, bu yasanın arka planında yatan esas ruh ve zihniyetin kendisi, aslında hiç değişmeyen Devletsel Sömürgeciliktir.
Olumlu manada daha kapsamlı ve nitelikli çözüm yasalarının çıkarılması da mümkündür. Fakat bunun için egemen sınıfların, hükümetin çok fazla zorlanması gerekiyor. Ancak ne yazık ki, henüz ortada böyle bir zorunluluk duyma hali bulunmuyor.
Çözüm değil “terör” yasası
İkincisi; bu müzakere ve çözüm yasası üzerine yazıyorken, çok ciddi bir hayıflanma içerisinde olduğumu da belirtmek istiyorum. Öyle ki AKP hükümeti, bütün bir kamuoyunun gözlerinin içine baka baka bu yasayı, içeriğinden çok değişik bir biçimde yansıtmak durumunda oldu ve üstelik de bu durum kabul gördü.
Oysaki çok açıktan sahte kanun çıkarmak üzere bir kalpazanlık yapılmıştır. Bu konuda işin en çarpıcı tarafı ise, kavram kargaşası yaratma sinsiliğidir. Çünkü en başta, bu yasa hukuki olarak asla ve hiçbir biçimde Kürt ve Kürdistan sorunuyla alakalı değildir.
Herhangi bir kanun maddesinin yasallığı ve onun hukuki olarak icra edilebilir olabilmesi için, en başta olay ve olgunun kavramsal adının konması, tanımının yapılması şarttır. Ortada bir arsa mı, bir bahçe mi, bir ev mimarisi mi vs. mutlaka eşyanın adı ve tanımının kanun maddesinin içinde yer alması gerekiyor. Bu verili usul olmadığı müddetçe de, hiç kimse çıkıp bu yasa ile Kürt ve Kürdistan sorunu konusunda en ufak bir girişimde bulunamaz, tek bir adım dahi atamaz. Yani çıkan yasanın hukuki çerçevesi bakımından bu böyledir.
Ayrıca, şayet birileri çıkıp da bu yasadan hareketle, Kürt ve Kürdistan meselesinin çözümü konusunda herhangi bir girişimde bulunursa, bir adım atmaya kalkarsa, kesinkes yasa dışına çıkar ve dolaysıyla da, hukuki olarak bir suç işleme durumu oluyrr. Çünkü yasanın çerçevesi ve içerik hükmü, Kürt ve Kürdistan sorununu çözmeye değil, “terörün sona erdirilmesine” endekslidir.
Daha doğru bir ifadeyle, bu yasanın esas içeriği ve amacı, doğrudan PKK hareketinin askeri konumuyla ya da onun silahlı yapısıyla alakalıdır. Bu yasa ile, PKK hareketinin silahsızlandırılması için sınırsız bir yasal yetki mevcuttur. Keza bunu icra edenler için de çok sağlam temellere dayanan hukuki koruma mevzuatları söz konusudur.
Ayrıca buradan hareketle, hem hukuki olarak ve hem de politik olarak PKK ile Kürt sorunu, çok ustaca birbirinden ayrılmaya çalışılmıştır, bu hedeflenmiştir. İşte bir de bunun için AKP Devleti kanun kalpazanlığını yapıyor, diyorum. Bu konuda Beşir Atalay’ın yapmış olduğu konuşmalar, açıklamalar da daha işin cabasıdır. Onları da biliyoruz.
Yasaya karşı düşündürücü muhalefetsizlik
İşin en garip tarafı ise, AKP’nin bu sahtekârlığına karşı hiçbir ciddi muhalefet şerhinin ortaya konulmamasıdır. Aslında hemen herkes bir biçimde bu çıkan yasanın eleştirisini yaptı ve fakat “buna rağmen yine de olumludur,” denildi. Bir kez daha belirteyim ki, benim de özellikle üzerinde durduğum esas mesele, bu çıkan yasanın içermediği Kürt meselesi ve toplumsal hak kavramlarıdır, bu tür ifadelerdir. Örnek olsun diye belirtiyorum: Normalinde bu yasaya göre TİKKO ve DS örgütü gibi güçler de, doğrudan bu yasa kapsamı içerisine dâhildirler. Neresinden bakarsak bakalım, bu yasanın iki yakası bir araya gelmiyor.
Öyle ki, adeta bütün evrensel hukuki ilke ve kavramlarla dalga geçilircesine devlet yüceltilmiştir ve hukuku da bunun üzerine tesis etmeye dair bir yorumlama hoyratlığı söz konusudur.
Aslında nasıl ki, geçmiş yıllardaki Olağanüstü Hal yasaları çıkarılıyor iken, hükümetlere ve devletin kolluk kuvvetlerine, “terörün bitirilmesi hakkında” ne kadar hak ve hukuki yetkiler tanınıyor idiyse, aynı şekilde şimdi olan da odur. Bu düzlemde cereyan eden ayırım, fark özde değil, biçimseldir. O zaman ile bugünün arasındaki en esaslı fark şudur: Eskiden silah zoruyla, şiddet temelinde “terörün” yok edilmesi, tasfiye edilmesi öngörülüyorken, şimdi ise konuşarak, müzakere ederek silahların bırakması, teslim edilmesi gibi bir düzlem öngörülüyor. Her haluklarda temel prensip, silahların bırakılmasıdır, silahsızlanmadır.
Şayet geçmişe kıyasla, burada işin olumlu tarafından, “tarihi adım değeri” diye bir husustan söz edeceksek, o da şudur: Bundan böyle artık TC devletine karşı silahlanmış olan güçleri, öldürmek üzere etkisizleştirmek yaklaşımı terk ediliyor. Bunun yerine de, işte çıkan yeni yasada da ifade edildiği gibi, “Silah bırakan örgüt mensuplarının eve dönüşleri ile sosyal yaşama katılım ve uyumlarının temini için gerekli tedbirleri alır” biçiminde yeni bir yaklaşım ortaya konuyor. Bunun hayat bulmasının koşuluysa, yasanın çerçevesi içerisinde hareket edilmesidir.
Tepeden tırnağa sahtekarlık
Üçüncüsü; bu son çıkan yasanın 2. maddesi üzerinde de mutlaka durmak gerekiyor. O maddede şöyle deniliyor: “2) Bu kanun kapsamında verilen görevleri yerine getiren kişiler hukuki, idari veya cezai sorumluluğu doğmaz.” Besbelli ki, bu AKP’nin işi tepeden tırnağa sahtekârlık yapmakla maluldür. Bir kere burada görevi yerine getirenler hakkında, asla hiçbir hukuki tehlike sorunu bulunmuyor. Bu maddenin buraya konulmasının bir tek manası vardır ve o da; güya gerçekten çok ciddi bir soruna el atılıyor ve sorun çözülmeye çalışılıyormuş gibi bir izlenim vermektir, yapılan sahtekârlığın üzerini bu biçimde kapatmaktır.
Devletin görevli elemanları açısında ne gibi ve türden kanuni tehlikeler olabilir ki?
Bilmeyen AKP kanunlara saygılı sanacak
Öte yandan ancak şu söylenebilinir. Olabilir ya, bakarsınız ki ileriki tarihlerde Türkiye’de, gerçek bir demokratik rejim ve hukukun üstünlüğünü gözeten bir sistem söz konusu oldu. Evet, o durumda haliyle halkın iradesi konuşur ve doğal olarak da AKP’ye, MİT’e, TSK’ya ve Emniyet teşkilatına karşı, hakiki adalet mercileri dava açarlar. Dolayısıyla belki o zaman bu koruyucu yasa onların işine yarayabilir. Yani, “siz ne diye bu tür hile ve yalanlarla, görevi ve yasaları kötüye kullandınız, PKK’yi tasfiye etmek üzere komplolar kurdunuz”, davaların açılması söz konusu olabilir. Böyle bir olasılığın dışında, en azında yakın ve orta vadede, başka hiçbir ciddi tehlike bulunmuyor. Özetle bu maddenin konulma amacı, yanılsamayı beslemektir. Bilmeyen de sanır ki AKP ve Erdoğan, ne kadar da kanunlara, yasalara saygılılar hele. Özellikle başta Erdoğan olmak üzere, cümle AKP camiası açısında bu kuvvetler ayrılığı ilkesiymiş, diğer hukuki ve ahlaki değerlerin önemiymiş gibi hususların hiçbir para etmediği çok iyi biliniyor. Kısacası bu madde bir hikâyedir.
KCK’nin açıklamaları
Dördüncüsü; son olarak bu başlık altında, biraz da PKK hareketinin cephesinden bu meseleye bakalım diye bazı hususları yazmak istiyordum. Ancak bu arada Rojava’ya, Kobani’ye karşı çok ciddi saldırılar oldu ve bu saldırıların arkasında TC- AKP Devleti ile IŞİD’ın ortaklığının söz konusu olduğu yansıdı.
Bunun üzerine KCK ve Sayın Cemil Bayık çok değerli açıklamalarda bulundular. Bu açıklamaları okuyunca, artık son çıkan yasa konusunda, bu açıklamaları alıntılamayı daha uygun buldum, tercih ettim.
Çünkü dile getirilen noktalar, benim yazacaklarımla doğrudan aynı içeriğe oturuyorlar. Bu konuda sadece iki verili açıklamayı buraya aktararak yazıyı bitireceğim. Hemen hatırlatayım ki, bu alıntılayacağım değerlendirmeler, en son yapılan açıklamalardır. Yani adı geçen son yasanın kanunlaşmasından tam bir hafta sonrasına aittirler.
Hem AKP hükümeti/devleti hem de PKK hareketi bu barış ve çözüm yasasının arkasında durmuyorlar, durmayacaklar da.
Her iki taraf da, sadece kamuoyu üzerinde etkili olmak için, işin doğası gereği olarak yoğun bir politika faaliyetini yürütüyorlar.
Besbelli PKK hareketi bir halk cephesini, halk iradesini oluşturuyor ve temsil ediyorken, buna karşı AKP Devleti de sömürgeci egemen sınıfların iradesini temsil ediyor, onlar adına hareket ediyor. Bakalım hele, el mi yaman, yoksa bey mi yaman?
KCK ve Cemil Bayık’ın söz konusu açıklamaları özetlenmiş biçimde aşağıdadır:
Silahlı mücadele zamanı geçmiştir diyenler
“‘Silahlı mücadele zamanı geçmiştir, artık silahları bırakma zamanı gelmiştir’ diyenler Ortadoğu ve Güneybatı Kürdistan’a bakmalıdır. Meşru savunması olmayan Kürtlerin bir kaşık suda boğulacağını görmelidirler. Özellikle silahlı mücadelenin zamanı geçmiştir diyerek gerillaya silah bırakma çağrısında bulunan Kürtler şapkalarını önlerine koyup bin defa düşünmelidirler.
Meşru savunma gücünden vazgeçmek, başta Kürtler olmak üzere Ortadoğu halklarını despotik ve eli silahlı devletlere ve çetelere teslim etmek olur. Amiyane deyimle kediye ciğer teslim etmek anlamına gelir. Demokrasi ve özgürlük zihniyetiyle değil, silahlı gücüyle içeride ve dışarıda hâkim olmak isteyen bir güç de Türk devletidir.
Hatta ‘benim silahlı gücüme içeride ve dışarıda kimse karşı çıkamaz, boyun eğmek zorundadır’ diyen bir güçtür Türkiye.
Türkiye sadece içeride antidemokratik bir politika izlemiyor, dışarıda da despotik ve zalim devletleri ve çeteleri destekliyor. Güneybatı Kürdistan’da ve Suriye’de kimlerden yana olduğunu ortaya koymuştur. Güneybatı Kürdistan’da ve Kobane’de demokrasi güçlerini değil de, eli silahlı ve Kürtleri teslim almak isteyen çeteleri destekliyor.
Ortadoğu’da özellikle Kürtler meşru savunma gücüne sahip olmadan varlığını koruyamazlar. Fiziki ve kültürel soykırıma tabii tutulurlar. Hala hiçbir devlet ve siyasi güç bu amacından vazgeçmiş değildir. Türkiye hala bu zihniyettedir. Bu nedenle Kürtler meşru savunma gücünü koruyacak, hatta daha fazla güçlendireceklerdir. Dolayısıyla Kürtler ve Kürdistan halkı özgür ve demokratik yaşama kavuşmadan kim gerillanın direnişten vazgeçeceğini ve silah bırakacağını sanıyorsa o hayal görüyordur. Hiç kimse hayale kapılmasın, gerçekçi olsun. Kürtler özgür ve demokratik yaşama kavuşmadan bu tür hayalci şeyleri dillendirmesin.”
Rojava’daki devrimin kuzeye sıçraması kaçınılmazdır
“Türk devleti, IŞİD’e kapılarını açmaktan, IŞİD çetelerine Rojava’ya geçişleri sağlamaktan ve IŞİD’i Kobani halkına saldırtmaktan derhal vazgeçmelidir. Burada kirli ve tehlikeli bir plan vardır. IŞİD ile AKP devleti anlaşmıştır. Kobani’nin düşürülmesi ve Rojava devriminin tasfiyesi her ikisinin de ortak stratejisidir.
Bununla birlikte böyle bir anlaşma temelinde Musul’daki Türk elçilik görevlilerinin serbest bırakılması hedeflenmektedir. Halkımız, yurtsever Kürt gençliği ve Rojava devriminin dostları bunu bilmelidirler.
AKP’yi uyarıyoruz; AKP devleti, üç maymunlara oynama siyasetini terk etmek durumundadır. Kuzeyde çözüm süreci, Rojava’da İŞİD’i destekleme politikaları bir arada olamaz. Kürt halkı ve hareketimiz de bunu kabul etmez. AKP devleti, ya İŞİD’i destekler ya da sürecin ruhuna uygun hareket eder. Aksi takdirde Rojava’daki devrimin Kuzeye, kuzeydeki devriminde Rojava’ya sıçraması kaçınılmazdır ve bunun önünde hiçbir güç duramaz.”
alihidir20@hotmail.com
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.