21. yüzyılın sınıf mücadelesinde, genç ve inatçı köstebeklerin kazma ve tünel açma enerjisi ve hızı belirleyici olacaktır. Ve son söz, Hadi İnatçı Köstebek!”
“Türkiye’de ve dünyanın farklı yerlerinde, işçi sınıfı mensupları kendi hayatları üzerinde sahip oldukları gücü harekete geçirmeye başladılar. Kısacası, sınıfın kolektif özgüveni onarılıyor. Bu kolektif özgüvenin bir parçası da, gençliğin yıkıcı ve akabinde ‘yaratıcı ve üretken’ gücüdür. 21. yüzyılın sınıf mücadelesinde, genç ve inatçı köstebeklerin kazma ve tünel açma enerjisi ve hızı belirleyici olacaktır. Ve son söz, Hadi İnatçı Köstebek!”
Sınıf, analitik düzeylerde sosyal bilimlerden politik düzeylerde toplumsal mücadelelerden uzaklaştırılalı epey zaman oldu. İdeolojik hegemonyası gittikçe artan liberalizmin değişik kanatları, sınıfın arkaik bir kavram, sınıf analizlerinin çürütülmüş dogmalar olduğu düşüncesini hâkim kılsa da sınıf, çeşitli biçimlerde gündemde olmaya devam etti. Sınıf dendiğinde neyin kastedildiği üzerine uzun ve derin tartışmalar çokça yapıldı. Bazen içinden bir parçanın özellikleri bütüne mâl edilerek, bazen ideal tipleştirilen tanımlar uygunsuzca genelleştirilerek üretilen değerlendirmeler, akademik ve politik sorunlara neden oldu. Git gide artan bir eğilimle sınıf bir kimlik çeşidiymiş gibi muamele gördü.
Sınıfı ve sınıf mücadelesini savunanlar; toplum tahlillerinde sınıfı ve sınıf mücadelesini başlama noktası alanlar, “elveda proletarya” diyenlere karşı çok uzun zamandır dezavantajlı durumdaydı. Politik olarak yenilmiş akademik olarak eskimiş kabul edilen bir dünyanın insanları olarak onlar, kendi varlıklarını korumak çizgisine kadar gerileseler de inatla “merhaba proletarya” demeyi sürdürdüler. Ancak bu ‘merhaba’ların büyük çoğunluğu kısmen sezgisel düzeyde kısmen de dönemin eğilimlerinin etkisiyle anlaşılamaz biçimlerdeydi.
Velhasıl, bu merhabanın kime ve nasıl söyleneceği sorusu geldi bu sefer de gündeme, hem de çok yakıcı bir biçimde. İnatçı Köstebek – Çağrı Merkezlerinde Gençlik, Sınıf ve Direniş, bu yakıcı soruya açık ve endişesiz yanıtlar veriyor. Kitap, güler yüzlü bir merhabayı kendinden emin biçimde baştan sona tekrarlıyor. Gamze Yücesan-Özdemir, biçim değiştirse de durduğu yerde duran sınıfı, en umut kesildiği anlarda alttan alta ilerleyen sınıf mücadelesini; Marx’ın o ihtiyar köstebeğini, bugünkü haliyle bize tanıtıyor.
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gamze Yücesan-Özdemir’in İnatçı Köstebek kitabı Yordam Kitap’tan çıktı ve raflardaki yerini aldı. Çağrı merkezleri çalışanlarıyla Türkiye çapında yürütülen bir alan araştırmasının verilerine dayanan kitap, sınıf literatürünü bugünün gerçekliğini anlamak için nasıl kullanabiliriz sorusuna da mahir bir yanıt veriyor.
Yücesan-Özdemir, kendi dönemlerinin sembolü haline gelmiş dokuma tezgâhları ve otomobil fabrikaları gibi “üçüncü binyılın fabrikaları” dediği çağrı merkezi çalışanlarını “yıkıcı emek rejimi” olarak kavramsallaştırdığı günümüzde, gençlik, sınıf ve direniş konularıyla ele alıyor. Bunu yaparken “emek süreci” yaklaşımının izinden gidiyor ve kendi ifadeleriyle “direnişi belli bir ana ve mekâna hapseden düşünsel geleneklerden” uzak duruyor.
İstihdam güvencesizliği, sosyal güvencesizlik, gelir güvencesizliği, sendikal güvencesizlik gibi biçimlerde deneyimlenen güvencesizliğin, çağrı merkezi çalışanlarınca ayrıca “irade güvencesizliği” olarak da hissedildiğini söylüyor Yücesan-Özdemir. Günümüz proletaryasının özelliklerini tanımlayan ve emek rejimleri tartışmasını bugüne uyarlayarak sürdüren yazar, kitabın birinci kısmında vasıf-denetim-işçi sağlığı başlıklarında bir yandan literatürü net olarak ortaya koyuyor diğer yandan çağrı merkezindeki çalışmayı bu kavramlar etrafında analiz ediyor.
İkinci kısımda sınıfı sosyal ilişkilerinde ve gündelik hayatında gören Yücesan-Özdemir, çağrı merkezlerinin neredeyse “devlet işi gibi” görüldüğü taşrada sınıf oluşumlarına bakıyor. Bu kısımda ayrıca sınıf mücadelesinin bireysel ve kolektif biçimlerini, çağrı merkezi çalışanlarının kendi tecrübelerinden yola çıkarak işliyor.
Yücesan-Özdemir kitabında post-Marksist, post-yapısalcı ve post-modern yaklaşımlarla da bir hesaplaşmaya girişiyor. Sınıf tartışmaları alanına teorik bir müdahale ve katkı olarak da görülebilecek olan İnatçı Köstebek’te ilgi çeken bir taraf da kitaba sinmiş Orhan Kemal etkisi. Yazar, Orhan Kemal’in “benim insanlarım” dediği insanları sahipleniyor ve Kemal’in “aydınlık gerçekçiliğini” sosyal bilimler alanına taşıyor.
Kitaba Haziran Direnişi ile başlıyor Yücesan-Özdemir. Sınıfın farklı katmanlarının yaptığı kazı ve tünel açmaların ‘Haziran Direnişi’ne Giden Yol’da rolü olduğunu söylüyor. Yazar, “yeni proleterleşme dalgası” ve “gençlik hareketi” eğilimlerinin 21. yüzyılın başındaki etkileşimli iki eğilimin olarak öne çıktığını belirtiyor ve kitabını yine Haziran Direnişi ile bitiriyor:
“Türkiye’de ve dünyanın farklı yerlerinde, işçi sınıfı mensupları kendi hayatları üzerinde sahip oldukları gücü harekete geçirmeye başladılar. Kısacası, sınıfın kolektif özgüveni onarılıyor. Bu kolektif özgüvenin bir parçası da, gençliğin yıkıcı ve akabinde ‘yaratıcı ve üretken’ gücüdür. 21. yüzyılın sınıf mücadelesinde, genç ve inatçı köstebeklerin kazma ve tünel açma enerjisi ve hızı belirleyici olacaktır. Ve son söz, Hadi İnatçı Köstebek!”
Gamze Yücesan-Özdemir, sınıf ve sınıf mücadelesi gibi düğüm haline gelmiş tartışmaları parlak bir biçimde açımlıyor ve incelikli bir dille anlatıyor. İnatçı Köstebek, Türkiye’deki sınıf araştırmalarına ve emek çalışmalarına çok önemli bir katkı veriyor. Kitabın, kendisinden sonra yapılacak çalışmaların temel kaynağı haline gelmesi kaçınılmaz görünüyor.
* Gökhan Bulut / Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi
Arka kapak yazısı:
“Çağrı merkezi çalışanları, Gezi Direnişi’nde daha bir dikkat çeker oldular. Eğitimli, Türkçesi ve kıyafeti düzgün, “beyaz yakalı”/”plaza çalışanı” gibi sıfatlarla anılan, çoğunluğu genç bu insanların eylemlere geniş katılımı şaşkınlıkla karışık bir sempati yarattı. Gerçekte, eylemlerden önce de onlarla sık sık muhatap oluyorduk. Telefonun karşı ucundaki bir ses olarak hayatımıza giren, işleri gereği her durumda güler yüzlü, kibar, sorun çözücü görünmek zorunda olan çağrı merkezi çalışanları kimlerdi?
Gamze Yücesan-Özdemir, bir saha araştırmasına dayanan elinizdeki kitapta bu genç emekçi kesimi gözlemleyip inceliyor, çağrı merkezlerinde emek-sermaye ilişkileri üzerinden gençlik, sınıf ve direniş konularını ele alarak genel sonuçlar çıkarıyor.
Yazar, çağrı merkezlerini “üçüncü binyılın fabrikaları”, çağrı merkezi çalışanlarını ise “21. yüzyılın proletaryası” olarak tanımlıyor. “Yeni proleterleşme dalgası”nın işçi sınıfı saflarına kattığı, günden güne sınıf içindeki ağırlığı artmakta olan bu genç emek gücünün, “post-endüstriyel emek”, “yaratıcı emek” ve “bilgi işçileri” gibi şirinleştirici ve bulanıklaştırıcı tanımlamaların aksine, “yıkıcı emek rejimleri” altında ağır bir sömürünün ve çok yönlü bir güvencesizliğin pençesinde olduğunu ortaya koyuyor. Gamze Yücesan-Özdemir, çağrı merkezi çalışanlarının, aynı zamanda sınıf mücadelesinde de önemli bir aktör olarak sahne alacağını öngörüyor. Gezi’de ilk provalarını yapan bu aktör, yeni yüzyıl boyunca, ince ince kazarak kapitalizmin altını oyan “inatçı köstebek”lerden biri olmaya adaydır. Orhan Kemal’in “aydınlık gerçekçilik”ini sosyal bilimler alanında canlandıran Yücesan-Özdemir, büyük edebiyatçının iyimserliğini de paylaşıyor. Hayatı güzel ve yaşanır kılabilmek için, karanlık yeraltı tünellerinde dur durak bilmeden toprağı kazan inatçı köstebeklere ihtiyaç var!”