Kimin, kaçıncı turda, kaç oyla seçileceğinin, çatışmaların şiddetlenmesi veya gevşemesi dışında hiçbir önemi yok. Bu seçimlerin tek sonucu İslamcılığın güçlenmesi ve yerleşmesidir CHP ve MHP, yerel seçimlerde Ankara (ve Adana) adayında zımnen yaptıkları ittifakı cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gayet açık hale getirerek bir “çatı” aday belirlediler. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun isminin, CHP’nin toplumun geniş kesimlerinin temsilcileriyle yaptığı değerlendirmeler sonucunda […]
Kimin, kaçıncı turda, kaç oyla seçileceğinin, çatışmaların şiddetlenmesi veya gevşemesi dışında hiçbir önemi yok. Bu seçimlerin tek sonucu İslamcılığın güçlenmesi ve yerleşmesidir
CHP ve MHP, yerel seçimlerde Ankara (ve Adana) adayında zımnen yaptıkları ittifakı cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gayet açık hale getirerek bir “çatı” aday belirlediler.
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun isminin, CHP’nin toplumun geniş kesimlerinin temsilcileriyle yaptığı değerlendirmeler sonucunda belirlenmediği açık. Görüştüğü kişi ve örgütlerin İhsanoğlu’nun varlığından bile haberdar olmaması yüksek ihtimal. İhsanoğlu’yla ilgili olarak Kemal Derviş üzerinden dolaylı bir ABD-FG Cemaati etkisi de çok konuşuldu. MHP kanadında ise İhsanoğlu’nun adının parti tabanı tarafından kategorik olarak reddedilmeyecek olması yeterli görüldü. MHP, kendisi açısından gerçekçi bir değerlendirmeyle “AKP karşısında” kalmayı ve muhalefet pozisyonunu korumayı seçti. Diğer türlü, yani tek başına kendi adayını çıkarmış olsaydı komik duruma düşebilirdi.
Ara sıra “laikliğe, Atatürk sevgisi ve sosyal haklara” ilişkin ifadelerine vurgu yapıldığı da oluyor ama bunun Ekmeleddin İhsanoğlu’nun İslamcı karakterinden rahatsız olan bir grup CHP’li seçmeni rahatlatma çabası olduğu çok açık. İhsanoğlu’nun asıl olarak hali-hareketi, nezaketi, dürüst ve anlayışlı oluşu gibi kişisel özellikleri öne çıkarılarak örülüyor seçim kampanyası.
Buradan İhsanoğlu’nun neyin alternatifi olduğu, neye karşı aday gösterildiği anlaşılıyor. İhsanoğlu, Erdoğan’ın hırçın, üstten, kaba, aşağılayıcı ve alaycı tavırlarına karşı mülayim, anlayışlı, nazik ve değer veren özellikleriyle öne çıkarılıyor. Yani kişisel karakter özellikleri itibariyle “iyi” insan oluşuyla konuluyor Erdoğan’ın karşısına. İhsanoğlu’nun yaptığı açıklama ve verdiği gazete söyleşilerinde “demokrat” portre yaratılmaya çalışılıyor ama zorlama olduğu hemen ortaya çıkıveriyor, gerçek karakter kendini açık ediyor. (Bkz. kürtaj, Kürt sorunu, Muhsin Yazıcıoğlu, Adnan Menderes vb ile ilgili ifadeleri).
İhsanoğlu, Erdoğan’ın İslamcılığına, neoliberalliğine ve otoriterliğine değil, toplumun bir kısmını rahatsız eden davranış bozukluklarına alternatif oluyor. İhsanoğlu’nun özgeçmişi de başka bir şeye izin vermiyor zaten. İstediği kadar modern yaşam tarzı, başı açık eşi, Atatürk’e övgüsü, laiklik vurgusu öne çıkarılsın, bunlar bir seçim çalışmasının samimiyetsizliğinin ötesine geçemiyor.
Zaten CHP-MHP de İhsanoğlu ile muhafazakar-mütedeyyin oyları hedeflediklerini açıkça söylüyor.
Peki bunun anlamı ne?
Bu sorunun cevabını AKP Sözcüsü Hüseyin Çelik vermişti. İhsanoğlu’nun adaylığını AKP kanadından ilk değerlendiren Çelik olmuştu ve mealen, “millet aslı dururken suretine oy vermez” demişti (kamuoyundaki genel algının da bu doğrultuda olduğunu düşünüyorum). İhsanoğlu, aslı Erdoğan’da olan neyin suretiydi? Kibarlığın, naifliğin, iyiliğin değil sanırım. İslamcılığın ve neoliberalliğin. Çelik, İhsanoğlu’nun aday gösterilmesinin “AKP’nin başarısı” olduğunu söylüyor.
Katılıyorum.
Şöyle ki: AKP, 12 yıllık iktidarı boyunca “güçlü” bir hükümet oldu. İktidarını kimseyle paylaşmadı. Türkiye siyasetinin en önemli aktörlerini tasfiye etti. Ordu tamamen siyaset dışı kaldı. Türkiye’deki geleneksel sermaye, alternatif oluşum süreçleri ve örgütlenmelerle yaratılan başka aktörlerin varlığıyla terbiye edildi.
AKP bunları yaparken ittifak kurduğu kimi güç odaklarıyla da yollarını ayırdıktan sonra ERDOĞAN tek başına; tek adam olarak kaldı kurduğu dünyada.
Asıl önemli soru: Ekmel bey “neye” alternatif?
Bununla birlikte, her ne kadar “güçlü” olsa da, devletin ve toplumun kılcal damarlarına kadar sirayet etse de AKP’nin İslamcılığı (siyaset bilimi terimleriyle) “hükümet” ile sınırlıydı. Çok geniş olabilir ama sınırlıydı. Karşısında İslamcılık dışında bir alternatifin, (burjuva siyaseti düzeyinde) hâlâ üretilebilme ihtimali vardı.
AKP’nin vücudu olan Erdoğan’a karşı başka bir “iyi” İslamcının aday gösterilmesi, şimdiye kadar “hükümet” sınırlarındaki İslamcılığı “devlet” sınırlarına genişletti. CHP-MHP’nin, İslamcı Erdoğan’ın karşısına ‘İslamcı Ekmel Bey’i koyması, AKP’nin kurduğu hegemonyanın gücünü göstermiş oldu. AKP’nin şimdiye kadarki en büyük başarısı budur.
İslam artık motivasyon olmaktan çıkıp bir referans haline geldi. Türkiye’de siyaset çubuğu iyice küçülmüş ve ortası iyice sağa kaymıştı zaten. İhsanoğlu’nun adaylığı bu çubuğu biraz daha küçülttü ve ortasını daha da sağa kaydırdı. Bundan sonra olası bir tartışmada “muhalefet bile İslamcı aday çıkardı. Demek ki bu toplum bunu istiyor” denilmesine zemin hazırlandı. Bu AKP’yi rahatlatır, İslamcılığı genişletir.
Şu ana kadar neredeyse bir yeter-şart olan İslamcılık artık gerek-şart haline geldi. Deyim yerindeyse artık belediye spora stoper alınması bile dahil, her şeyin referansı İslam olacaktır.
İslamcılığı “hükümet” seviyesinden “devlet” seviyesine getiren İhsanoğlu değil, bir İslamcı adayı cumhurbaşkanlığı için öneren, başta CHP olmak üzere muhalefet partileridir. MHP ve tabanı açısından sorun yok. Ancak CHP ve tabanı açısından sorun büyük. Bu, başka bir tartışmanın konusu. Bu arada Abdullah Gül de İslamcı bir cumhurbaşkanı(ydı). Ancak onun cumhurbaşkanı olması, “hükümet”in parlamentodaki sayısal üstünlüğünü ve “gücünü” gösteriyordu. Yani hâlâ “hükümet” sınırlarındaydı. Gül’ün cumhurbaşkanlığı pratiği de AKP’nin “doğal uzantısı” olduğunu fazlasıyla gösterdi zaten.
Tabi böyle bir sonuç çıkarmak “şeriat ilan edilecek” anlamına gelmiyor. Mevzuatta yapılacak olan İslamcı düzenlemeler sınırlı kalabilir. Mesele tüm bir toplumsal (“sivil toplum” alanında) örgütlenmenin İslam referansıyla yapılıyor olması ve bu örgütlenmelerin devlete örnek teşkil etmesi.
ERDOĞAN İhsanoğlu
Özetle, Erdoğan’ın içinde bir İhsanoğlu var zaten. ERDOĞAN İhsanoğlu’nu da barındırıyor bünyesinde. Dolayısıyla İhsanoğlu da Erdoğan’ın bir parçası. Aralarında farklar, çelişkiler hatta çatışmalar olabilir ama bu, onların bir bütünlük oluşturduğu gerçeğini değiştirmiyor. Aralarındaki parça-bütün diyalektiği İslamcılığın genişlemesi sonucunu verecek şekilde sonuçlar üretiyor.
HDP adayı Selahattin Demirtaş’ın da İslam ve İslamcılık ile ilgili çeşitli değerlendirmeleri de (küçük bir internet aramasıyla çıkabilir) aynı sonuca güç katıyor.
Velhasıl kimin, kaçıncı turda, kaç oyla seçileceğinin, çatışmaların şiddetlenmesi veya gevşemesi dışında hiçbir önemi yok. Bu seçimlerin tek sonucu İslamcılığın güçlenmesi ve yerleşmesidir.
Yaratılan bu sıkışmışlığa mahkûm değiliz. Bu sıkışmışlığı aşabilmek, aşabildiğimizi göstermek için sokağın verdiği güveni hatırlamalıyız. Gezi “ilk tur”du. İkinci turda da belirleyici olacak olan bizleriz.
* Gökhan Bulut
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.