Hakikat tam bu noktada felsefi karakterini, toplumsal ve maddi bir gerçek olarak açımlama olanağı taşıyor. Bir anlamda, mezar kazıcısını arıyor; ancak gömülmek için değil tam aksine hayata dönmek için Abdullah Öcalan’la başlayan ve günümüzde en somut noktasına ulaşan müzakere süreci, tesadüf mü bilinmez, oldukça kritik pek çok meseleyle iç içe geçmiş bulunuyor. Bir yandan Ortadoğu’da […]
Hakikat tam bu noktada felsefi karakterini, toplumsal ve maddi bir gerçek olarak açımlama olanağı taşıyor. Bir anlamda, mezar kazıcısını arıyor; ancak gömülmek için değil tam aksine hayata dönmek için
Abdullah Öcalan’la başlayan ve günümüzde en somut noktasına ulaşan müzakere süreci, tesadüf mü bilinmez, oldukça kritik pek çok meseleyle iç içe geçmiş bulunuyor. Bir yandan Ortadoğu’da yaşanan ucu her yöne açık gelişmeler ve Kürt Siyasal Hareketi’nin Rojava’da bir mevzi kazanması, Irak’ın parçalanma sürecine girişi ve bunun kaçınılmaz olarak bağımsız bir Kürt devletini gündeme getirmesi, IŞİD isimli karanlık bir örgütün tam da bu bölgede güç ve dahası iktidar alanı kazanması bir çırpıda sayabileceğimiz bölgesel veya sınır ötesi gelişmeler olarak öne çıkıyor.
Sınırların içindeyse en az dışındakiler kadar çatışmalı bir süreç yaşanıyor. Gezi İsyanı ve 17 Aralık sürecinden güçlenerek çıkmış gözüken AKP hükümeti veya daha doğru bir ifadeyle Recep Tayyip Erdoğan rejimi bir yandan Cumhurbaşkanlığı seçimiyle söz konusu rejimi güçlendirme yönünde bir hazırlığa girişirken bir yandan da yine bu girişiminden bağımsız okunamayacak iki temel siyasal hamlede bulunuyor. Bu hamlelerin birincisi, kendisinin yerine uluslararası sistemin uygun görmüş olması muhtemel olan, “Ilımlı İslam” temsilcisi bir figür karşısında Ulusal Bağımsızlık’ın Osmanlıcası olarak okuyabileceğimiz “Milli İstiklal” mücadelesi vurgusu yaparken; bir yandan da yine bu “Milli” kavramı içine oturtmaya çalıştığı ve adına da “Milli Birlik ve Kardeşlik” dediği çözüm sürecini derinleştiriyor; en azından derinleştirmiş gibi yapıyor.
Bu derinleşme geçtiğimiz hafta içinde yaşanan birçok gelişmeyle somut bir görünüm kazandı. İlk olarak çözüm sürecinin nihayet yasalaşırken ikinci olarak 90’lı yıllarda tüm ülkeyi kasıp kavuran kontrgerilla çetelerinin yargılandığı davada Ayhan Çarkın’ın daha önce kamuoyunda açıkladığı itiraflarını mahkeme önünde anlatması ve somut olarak “katliamları devlet tüm yetkili kurumlarıyla koordineli bir şekilde yaptı” demesi ve şunu eklemesi oldu: “Bebeği biz öldürdük, ertesi gün gazeteler ‘Bebek Katili Apo’ manşetiyle çıktı.” Çözüm sürecini fiili olarak işleten MİT’in Mehmet Ağar’ın ölüm emri verdiği tapeleri dava kapsamında mahkemeye sunduğunu ve Ayhan Çarkın’ın cinayet işlediğini itiraf etmesine rağmen serbest bırakıldığını da bu tablonun arka-planına eklemeliyiz.
Yine geçtiğimiz hafta içinde 19 Aralık 2000’de yaşanan “Hayata Dönüş” isimli cezaevi katliamları/operasyonunda yer alan rütbeli askerlerin isminin ilk kez mahkemeye bildirilmesi; Ethem Sarısülük’ün katili Ahmet Şahbaz’ın ne hikmetse bu duruşmasında, üstelik “olası kasıtla adam öldürme” suçundan tutuklanması Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi AKP’nin hamlelerinden bazıları.
17 Aralık’tan bu yana AKP’nin tek siyasal müttefiki olma konumu kazanan ve özellikle de Rojava’da AKP’yle dolaylı da olsa çatışma halinde olan Kürt Siyasal Hareketi’nin Cumhurbaşkanlığı Seçimi’ndeki konumu öncelikli olarak kendi siyasal alanını genişletme yönünde olsa da AKP’nin tam da bu dönemde “demokratikleşme” yolunda kimi adımlar atması bir yandan Kürt Siyasal Hareketi’nin elini güçlendirirken bir yandan da AKP’nin kendi rejimini tahkim etme olanaklarını sonuna kadar saklı tutuyor.
Buradaki müzakerenin çatışmalı karakteri ve AKP’nin sorunun çözümüne odaklanmaya çalışırken, önceli iktidar bloğunun çatışmadan siyasal rant devşirme uğruna savaşı sürekli kılma politikasının bir türeviyle, çatışmasızlık durumundan siyasal rant devşirme politikasında ne kadar geniş bir yelpazede davrandığını görmemiz gerekiyor. AKP, elinden geldiği kadar geç de olsa Öcalan’ın taleplerini yerine getiriyor. Elbette bu yerine getirme çoğu kez belirsiz ve nereye çeksen oraya gelecek bir içerikle cereyan ederken bir yandan da devletin öz-eleştiri ya da dönüşüm süreçlerinin tümüyle kendi çizdiği sınırlardan ibaret kalması için azami çaba gösteriyor ve gerektiğinde Lice’de gördüğümüz gibi açık katliamlar yapmaktan geri kalmıyor.
Kürt Siyasal Hareketi bu hem çatışmalı hem de çatışmasız süreçte bir yandan AKP’nin politikalarının samimiyetsizliğini sürekli dillendirip bir yandan da AKP’nin siyasal projesine kendi siyasal projeleri çerçevesinde eklemlenirken; aynı zamanda hem Rojava’da hem de Türkiye’nin Kürt coğrafyasında kendi örgütlülükleri ve mücadele biçimleriyle direniyor.
Tam bu çerçeve içinde Ayhan Çarkın’ın mahkemedeki ifadesi, AKP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde artık bir rutin haline gelen seçim öncesi demokratikleşme/geçmişle hesaplaşma hamlelerinden birisini önümüze koyuyor. Ancak bu kez, Çarkın doğrudan Öcalan’ın kişiliğine dönük bir harekette bulunarak, bizzat devlet eliyle oluşturulan “Bebek Katili” imajını yıkmaya soyunuyor ve şahitlik ediyor: “Bebeği biz öldürdük”. Dolayısıyla bu rutin hamle, bu kez gerçek bir içerikle karşılaşma ihtimali taşıyor.
Elbette hakikat, tam burada devlet denilen soğuk mekanizmanın elinde hizmetkarlaştırılıyor ve Kürt hareketiyle müzakere sürecinin göstermelik bir parçası olarak vücut buluyor. Daha doğrusu AKP, hakikati bu şekilde konumlandırmaya çalışıyor.
Ancak bu analiz, asıl sözü henüz söylemiyor. Zira, Türkiye’nin Kürt hareketi dışındaki sol/sosyalist/demokratik muhalefeti çözüm süreci gibi öznesi kendisi olmamasına rağmen kendisini doğrudan ilgilendiren bir konuda ya doğrudan Kürt hareketinin bir uzantısı olarak davranmak durumunda kalıyor; ya açıktan güvensizlik söylemleriyle sürecin karşısında yer alıyor ya da ne suya ne de sabuna dokunan bir siyaset izliyor. Elbette bunun haklı olmasa bile doğal olduğuna ilişkin birçok açıklama sunulabilir.
Ancak bu açıklamaların hiçbiri şunu değiştirmiyor: Çözüm süreci, Türkiye’nin Batı muhalefetinin iradesi dışında işliyor ve devlet özel olarak bu ayrımı güçlendirecek bir siyasal strateji izliyor. Çünkü kendisinin göstermelik olarak açtığı boşluk alanlarının, kendisinin kontrol edemeyeceği siyasal güçler tarafından değerlendirilmesini ve bu boşluklardan gerçek bir değişim/dönüşüm iradesi açığa çıkmasını engellemek istiyor; dahası, kendi çıkarları gereği, öyle de yapması gerekiyor.
Ancak sol hareket, sürece sürekli bir şekilde uzak kalarak, sürecin taleplerini kendi mücadelesinden ısrarla ayrı görerek bu boşlukların ciddi bir demokratikleşme iradesine dönüşmesi yönünde hiçbir somut adım üretemiyor. Gezi, 17 Aralık gibi süreçlere, Soma’da yüzlerce işçinin katledilmesine rağmen sistemi geriletememesine, ondan tek bir kuru dal dahi koparamamasına rağmen tüm bu yaşanan politik süreçlerin dışında kalma gayreti ve başarısı gerçekten de sorgulanmayı hak ediyor.
Çözüm Süreci’nin belki de en önemli taleplerinden olan ve başka bir bağlamda olsa bile eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ tarafından dahi dile getirilen “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” kurulması önerisi de, Türkiye demokratik hareketinin ıskalamayı başardığı somut gündemlerden birisi. Oysa bu komisyonların kurulması için, Kontrgerillanın mağduru olagelmiş bir sol hareket anlamlı bir ortak mücadele yürütmüş olsa, Ayhan Çarkın’ın açıklamaları belki farklı bir düzlemde ele alınabilirdi.
Çarkın bir tetik tutucu. Görünen o ki yargılanma sırası Ağar, Eken ve gıyabında da olsa Yeşil gibi isimlerde. Bu davaya katılmak ve onu Sivas, Roboski gibi faili belli katliamlara kadar genişlemeye zorlamak Türkiyeli demokratların görevi. Çözüm süreci, Öcalan’ın merkezi rolü, Kürt hareketinin belirleyiciliği bahane olamaz ve olmamalı. Hakikat tam bu noktada felsefi karakterini, toplumsal ve maddi bir gerçek olarak açımlama olanağı taşıyor. Bir anlamda, mezar kazıcısını arıyor; ancak gömülmek için değil tam aksine hayata dönmek için.
“Katiller sanık sandalyesine” sloganının göstermelik bir oldu bittiye getirilmesine izin verilmemeli; tüm demokratik Batı muhalefeti bu süreçte aktif şekilde müdahil olmalı. Aksi halde, Kürt hareketinin sıklıkla belirttiği bir noktayı ıskalayacak ve dönüşümün AKP eliyle gelmeyeceğini, onun Kürt hareketinin 40 yıllık muazzam direnişi ve örgütlü gücü karşısında küçük boyun eğişlerinin büyük bir dönüşüm iradesi altında ciddi kırılmalara dönüşebileceğini unutmuş olacağız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.