“Var olan her şeyin acımasız eleştirisini kastediyorum. Hem eleştirinin varacağı sonuçlardan, hem de iktidarlarla çatışmaktan korkmamak anlamında acımasız eleştiriden bahsediyorum.” Karl Marx, Arnold Ruge’ye Mektup, 1843 Özgür Müftüoğlu, sendika.org’da 24 Temmuz’da yayımlanan “‘Demirtaş’tı Değil mi? Ya da Özgür Müftüoğlu’na Cevap” başlıklı yazıma hem sendika.org hem de Evrensel Gazetesi üzerinden yanıt verdi. Kendisine bu değerli ve […]
“Var olan her şeyin acımasız eleştirisini kastediyorum. Hem eleştirinin varacağı sonuçlardan, hem de iktidarlarla çatışmaktan korkmamak anlamında acımasız eleştiriden bahsediyorum.”
Karl Marx, Arnold Ruge’ye Mektup, 1843
Özgür Müftüoğlu, sendika.org’da 24 Temmuz’da yayımlanan “‘Demirtaş’tı Değil mi? Ya da Özgür Müftüoğlu’na Cevap” başlıklı yazıma hem sendika.org hem de Evrensel Gazetesi üzerinden yanıt verdi. Kendisine bu değerli ve zihin açıcı cevabı için teşekkür ediyorum. Sungur Savran, 12 Eylül sonrasında Türkiye’de ciddi polemik yapmanın neredeyse bütünüyle unutulduğundan bahsetmişti. O nedenle Müftüoğlu’nun cevabı ayrıca değerli.
Yukarıda Marx’tan alıntıladığım cümleler Marksist geleneğin özünü yansıtıyor: Eleştiri. Bu bağlamda, Müftüoğlu, benim de referans verdiğim iki yazısında burjuva toplumunun, siyasetinin ve devletinin eleştirisini; mevcut CB adaylarının sınıf, sermaye, sömürü, küresel kapitalizm vb. konulardaki konumunu ele almasaydı (ki ele alması son derece haklıdır), biz de cevabımızda HDP’nin CB adayı Demirtaş’ın bu gibi konulardaki çelişkili bulduğumuz tutumunu ele almak ve buna karşılık gelen bir cevap verme gereği duymayacaktık. Bu kavram ve kategorilerle bezenmiş iki yazıya cevaben yine bu kavram ve kategorilerden hareket eden eleştirim karşısında, ‘Kürt hareketi zaten sınıf temelli bir hareket değil’ demenin meseleyi bu kavram ve kategorilerden ve tüm Türkiyeli emekçilerden uzaklaştırıp tekrar Kürt sorununa çektiği açık. Ancak bizim amacımız bunu tartışmak değildi. Ayrıca, CB adaylarının emekçiler açısından anlamını sorgulamak ve Selahattin Demirtaş’ın emekçilerin adayı olmasını zorlaştıracak bazı siyasal ve yapısal kısıtları- Müftüoğlu’nun sözleriyle “Kürt siyasal hareketinin temsilcileri[nin] sermayenin temsilcileriyle görüşmeler yapıp; emekçi düşmanı, otorite heveslisi hükümetlerle müzakere masalarına oturmak zorunda kalması” gibi- ortaya koyan bir eleştirinin cevabının ‘önce kendinizi sorgulayın’ gibi bir cevap olmaması gerektiği kanısındayım.
Kürtlerin Cumhuriyet tarihi boyunca maruz kaldığı baskı, yok sayma, şiddet ve diğer zor politikaları kuşku götürmez bir gerçek. Ancak, Müftüoğlu sosyalist solun 1980 sonrasında toplumsallaşamadığından bahsederken sosyalistlerin de 1980 sonrası benzer politikaların ve baskının nesnesi olduğu gerçeğini görmezden geliyor. 1980 sonrası devletin ve ekonominin neoliberal dönüşümünün en önemli unsurlarından birisi ‘sınıf temelli siyaset’e son vermekti. 1980 sonrasında, Türk-İslam sentezinin Türkiye işçi sınıfı üzerinde devlet eliyle yerleşen hegemonyasının tek sorumlusu sosyalistler olmasa gerek. Gücü sınırlı da olsa, bu koşullar altında sınıf temelli siyaset yürütmeye ve işçi sınıfının karşı-hegemonya mücadelesini yükseltmeye çalışan hareketlere getirilen bu eleştirinin haksız olduğu kanısındayım. Ayrıca, Müftüoğlu’nun da belirttiği, özellikle 1990’lardan itibaren Kürt halkının büyük kentlerde ve Kürt illerinde hızla proleterleştiği gerçeğinden hareketle, Kürtlerin çıkarlarının -işvereninden esnafına, toprak ağasından işçisine- ‘bir ulusal gemideymişçesine’ yekpare olduğunun iddia edilemeyeceğini düşünmekteyim. Bu çelişkileri daha net bir şekilde yansıtacak bir siyaset beklentisini yansıtan bir eleştiri, gücü ve etkisi ne olursa olsun, ‘komünist birey’in sorumluluğudur diye düşünmekteyim. O nedenle burada Kürt hareketine bir ‘ders verme’ söz konusu değil.
Ortaya koymaya çalıştığım argümandan Demirtaş’ın desteklenmemesi gerektiği çıkmıyor. Gerek siyaseten, gerekse sınıfsal anlamda Demirtaş’ı diğer iki adayla aynı kefeye de koymuyorum tabi ki. Ancak, Demirtaş’ın ve Kürt hareketinin bazı noktalardaki tutumunun bir tereddüde yol açmasının doğal olduğunu kabul etmek gerek. Bunun örneklerini Gezi’den ‘Demokratik İslam Kongresi’ne, Pervin Buldan’ın geçtiğimiz haftalarda Akşam Gazetesi’ne verdiği demeçten önceki yazımda belirttiğim ‘egemen sınıfın’ temsilcileriyle olan diyaloga, geçtiğimiz yılki Reyhanlı saldırısından sonraki demeçlere bakarak bulabiliriz. Ortada hiçbir neden yokmuş, veya bazı sosyalistler sadece keyfiyetten veya ‘ulusalcılık’ hastalığından dolayı Demirtaş’ı desteklemiyormuş ya da eleştiriyormuş gibi bir okumanın faydalı olmadığını düşünüyorum. Nasıl ki Demirtaş ikinci tura kalamadığı takdirde diğer adaylardan herhangi birini desteklemeyeceklerini, bunun da sebebini kendi ilkeleri olarak açıkladıysa; sosyalist solun da kendi ilkeleri gereği siyaset yaptığını ve bu ilkeleri yansıtan bir adayın olmadığını iddia etmelerini doğal karşılamak gerekir.
Benim bir önceki yazıda ortaya koymak istediğim, Müftüoğlu’nun “emekçilerin kendi cumhurbaşkanlarına kavuşabilmesini sağlayacak tek koşul emekçilerin Demirtaş’ın cumhurbaşkanı olarak seçilmesi için çalışmaları ve ona oy vermeleridir!” şeklindeki argümanına, Demirtaş’ın ve Kürt hareketinin yürüttüğü siyaset bağlamında kuşkuyla yaklaşmak ve koşulsuz bir şekilde desteklememek için geçerli sebeplerimizin olduğunu vurgulamaktı. Müftüoğlu’nun bu argümanını hala ikna edici bulmamaktayım. Demirtaş’ın olası bir cumhurbaşkanlığının Türkiye işçi sınıfına -Kürt hareketinin mevcut siyasetinin önüne koyacağı kısıtlar gereği- katkılarının Müftüoğlu’nun beklentisinden çok daha cılız ve öngörülemez olacağı düşüncesindeyim. Ancak, tekrar belirtmekte yarar var ki, bunu söylemek Demirtaş’ın desteklenmemesi gerektiği anlamına gelmiyor. Bunu söylemek Demirtaş’ın, ‘işçinin, emekçinin cumhurbaşkanı’ olacağı beklentisine eleştirel yaklaşmak ve bu anlamda bir not düşmek demek. Bu konudaki çelişkilere sırtımızı dönemezdik.
Kişisel fikrim ise, bu seçimin boykot için elverişli olmadığı, ilk turda ‘Yetmez ama Demirtaş’, eğer ikinci tur olur ise ve Demirtaş ikinci tura kalamazsa, adaylardan ‘diktatoryal hırslarla dolu’, sicilinde Roboski, Tekel, Soma ve Gezi bulunan ve ‘hırsızlık ve yolsuzluk şaibesi altında olanına’, doğrudan veya dolaylı herhangi bir destek verilmemesi, yani karşısına çıkacak adaya oy vermek gerektiğidir. Dolayısıyla onun bir seçim yenilgisi almasının ve kurmak istediği rejimin çatırdamasının önemli olduğunu düşünüyorum, tabi ki esas mücadelenin sokakta, işyerlerinde, fabrikalarda olduğunu unutmadan.
* Mehmet Erman Erol
29 Temmuz 2014, York.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.