Barzaniler Erdoğan’la üst üste görüştükten sonra, “bağımsız Kürdistan” ifadesini bir daha hiç kullanmadılar Eski adıyla Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) ve yeni adıyla da İslam Devleti’nin (İD), bir süre önce Musul ili başta olmak üzere Irak’ın geniş bir coğrafyasını ve Güney Kürdistan’ın da kimi yerleşim yerlerini ele geçirmesiyle beraber, Irak’ın üçe bölünmesi tartışmalarının başladığını biliniyoruz. […]
Barzaniler Erdoğan’la üst üste görüştükten sonra, “bağımsız Kürdistan” ifadesini bir daha hiç kullanmadılar
Eski adıyla Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) ve yeni adıyla da İslam Devleti’nin (İD), bir süre önce Musul ili başta olmak üzere Irak’ın geniş bir coğrafyasını ve Güney Kürdistan’ın da kimi yerleşim yerlerini ele geçirmesiyle beraber, Irak’ın üçe bölünmesi tartışmalarının başladığını biliniyoruz. Açık ki bu yeni bir bölgesel politik stratejinin kurgulanmasıyla alakalıdır ve kanımca ortaya çıkan yeni şartlar bakımından da doğruya en yakın olan tez bu oluyor.
Bu tartışmalar Irak’ın Şii, Sünni Arap bölgelerine ve bağımsızlığını ilan edecek Kürdistan’a olmak üzere üçe bölünmesi senaryolarını içeriyordu. Bu tartışmada, tarihsel ve toplumsal stratejik konumu itibarıyla Kürdistan’ın bağımsızlık hakkı konusu özellikle daha çok ses getirdi.
Besbelli ki, bu durumun sayısız nedeni vardır. Bu verili toplumsal ve politik-psikolojik zemini de, açık ki en iyi kullanan bağımsızlık ilanını gündeme getiren Mesud Barzani oldu. Her ne kadar amaç Maliki’yi zorlamak olmuş olsa da, bunun dışında o çıkışın çokça faydasını gördü.
En önemlisi de Barzani’nin, Rojava Kürdistan karşısında içine düştüğü konumdan çıkmak için, aldığı bu tutum adeta ona ilaç gibi geldi. Egemen sınıflara yaraşır bir biçimde politika yapma ustalığını sergilediğini kabul etmek, belirtmek gerekiyor.
Dahası, söylem sahibine itibar sağladığı için, hayal dünyasında dahi bir Bağımsız Kürdistan’a yer vermeyen, bu yönlü hiçbir tasavvur içerisinde olmayan bir Kemal Burkay bile, Bağımsız Kürdistan söylemini dilendirmeye başladı. Öte yandan Mesud Barzani’nin daha da ileri giderek, bu konuda Güney Kürdistan parlamentosundan bağımsız Kürdistan için halkoylaması kararını almasını, hatta bunu onamasını ısrarla talep ettiğini biliyoruz. Bağımsız Kürdistan’ın ilanı o kadar gündemleşti ki, adeta ilanın an meselesi olduğu gibi bir hava yaratıldı, yaratılıyordu. Ama şimdi o havadan eser kalmadı. Ne olduğunun bir bileni olmadığı gibi, bunun nedenini ciddi ciddi soran da ortada yoktur. Deyim yerindeyse, biz bir nevi serap görmüş gibi olduk.
Peki, Allah aşkına ne oldu da, günlerdir, haftalardır bu konuda hiç kimseden bir ses seda çıktığı yok. Ortada Fuat Hüseyin’in genellemeci bir açıklaması dışında, başka herhangi ciddi bir açıklama da yoktur. Dünyanın başka bir yerinde olmuş olunsaydı, sırf bu yüzden bile bir hukuksal bir soruşturma, kovuşturma durumu gündeme gelebilirdi. Çünkü neden ne olursa olsun, ortada düpedüz bir halkı kandırma durumu söz konusudur.
Öyle ki, kamuoyunu yanıltmak üzere bir günden saptırmasıyla karşı karşıyayız. Yani hiçbir açıklama yapmaksızın, halka yaşatılan bir umut kırılması ve bunun sorumsuzluğundan bahsediyorum. Besbelli ki, ileriki dönemde Kürdistan halkı bunun hesabını, mutlaka bir biçimde soracaktır. Halkın umudunu şahlandır ve sonra da hiçbir şey söylenmemiş, olmamış gibi dümeni Bağdat’a doğru kır ve git koltuğa otur. Bunun, bu kadar kolay olmaması gerekiyordu, diye düşünüyorum. Ama işte burası Kürdistan.
Gerçi her şeye rağmen söz ağızdan çıkmıştır ve Kürdistan kamuoyu da, bir biçimde bir Bağımsız Kürdistan ülkesinin, devletinin ilan edilmesi hakkının olduğunu zımnen onamıştır. Halkımız bu konuda söylenen sözleri üzerine almıştır, bunu büyük bir coşkuyla sahiplenmiştir. Bunun arkasını getirmek konusunda ise, önümüzdeki süreçte halkın bizzat kendisi, kendi politik iradesini oluşturacağını ve bunu ortaya koyacağını düşünüyorum, umuyorum. Toplumsal gelişim kanunu böyle işlediğine göre, bunun Kürdistan’ı atlamasını düşünmemek, beklememek gerekiyor.
Ayrıca sadece bir Güney Kürdistan’daki halkın da değil, bir bütün olarak dört parça Kürdistan’da ve de yurtdışında yaşayan halkımız da, Bağımsız Kürdistan’ın ilanı fikriyatını coşkuyla karşıladı, selamladı. Halkın bu konudaki sevinci birçok yerde gösteri ve yürüyüşler biçiminde tezahür etti, kutlamalara dönüştü. Bu durum o kadar patlamalı bir hal aldı ki, Güney Kürdistan yönetimi, bu birkaç haftadır Bağımsız Kürdistan talebini, istemini rafa kaldırmasına rağmen, halen o iklim kamuoyu nezdinde devam ediyor.
Özellikle de kimi Kuzeyli Kürt bireyleri, gariban yazarı, habire bağımsız bir Kürdistan’ın eli kulağında olduğuna inanıyor, kendi kendilerine bunu söyleyip tartışıyorlar. Oysaki gelinen bu aşamada, artık Güney Kürdistan somutunda bağımsız bir Kürdistan’ın ilanı, en azından orta vadede, bir başka bahara kalmıştır, ertelenmiştir. Bunun iyi idrak edilmesi, bilinmesi gerekiyor. Aksi halde yine hep sanal bir âlemde yüzer dururuz. Geçmişimize bakarak, ne âlemde olduğumuzu kontrol edelim, diyorum.
Bu konuda ABD ve bölgesel olarak da Türkiye ile İran’ın devreye girdiklerini görmek gerekiyor. Bağımsız Kürdistan formülü yerine, Irak’ın bütünlüğü içerisinde diye bildiğimiz, bir nevi eski klasik stratejik-politik hikâye tekrar zuhur etmiştir.
Bu konuyu daha önce de yazdığım gibi, ABD’nin yeni Ortadoğu’daki nikâh masasında İran’ın oturmuş bulunduğunu görmek gerekiyor. Kürdistan konusunda ortaya çıkan birçok engel buradan kaynaklanıyor.
Günümüzde ABD’nin bölge politikalarını analiz edilirken, İran ve bütün bir Şia hattı politik denklemi mutlaka hesaba katılmak durumundadır. Yani Türkiye’nin engellemesi tek başına ABD’yi frenlememiştir. Esas olarak burada İran’ın rolünü görmek gerekiyor.
Ayrıca en başta Şark usulü diyeceğimiz, kimi ayak oyunları biçimindeki kirli politikalar cereyan etmiştir. Yani daha da aleni bir deyişle, Bağımsız Kürdistan ilanının ertelenmesi durumunun seyrinde, normal diplomatik teamüllerden ziyade, tamamen gizli diplomasi diye bildiğimiz ayak oyunlarıyla gündemden çıkarılması söz konusu olmuştur.
Yalnız bu arada yüzeye vuran, bir tek somut siyasal husus ise, Güney Kürdistanlı Fuad Masum’un Irak Cumhurbaşkanlığına seçilmiş olmasıdır. Buradan da anlaşılıyor ki, yine bu perde arkası gizli diplomasiyi İran organize etmiştir. Irak’taki mevcut Şii yönetimi ve İran arasındaki ilişkisi dikkate alındığında, burada anlaşılmayacak bir husus yoktur.
Çünkü KYB’li Fuad Masum, Celal Talabani’n en çok güvendiği bir kişi oluşu itibarıyla bizzat Irak Cumhurunun başı olmuştur. Tekrar tekrar vurgulayalım ki, yansıyan tüm veriler, bu bağımsız Kürdistan’ı erteleme operasyonunun arkasında ABD, TC ve de İran sömürgeci devletlerinin olduğu yönündedir. Nereden bakılırsa bakılsın, bu güçlerin eli görülüyor.
Daha doğrusu, üçlü bir sacayağından bahsetmek gerekiyor. Bunlar ABD, İran ve Türkiye’dir. Bu arada unutmayalım ki, özellikle Barzaniler üst üste Erdoğan’la görüştükten sonra, bir daha hiç bağımsız Kürdistan tezini, ifadelerini kullanmadılar. Geriye dönüp somut tarihleriyle beraber tüm bunların gözden geçirilmesinde fayda vardır. Kürdistan halkı ve Siyasal Hareket bu uğursuz bağlantıları iyi görmek durumunda. O zaman geleceğe yönelik politik-stratejilerin oluşturulması daha sağlam temeller üzerinde gerçekleşir. Buna dost-düşman ayrımını doğru yapmak diyebiliriz.
Ne de olsa her güç kendi çıkarlarını önceliyor, önemsiyor. Özellikle ABD’nin, kendi çıkarı için Kürdistan’ı bir koz olarak sömürgeci devletlere karşı kullandığını biliyoruz. En başta emperyalizmin bu marazi yaklaşımı kabul etmemek, reddetmek gerekiyor. Bu konuda ilkeli bir duruş ortaya konulmadığı ve dürüstçe bir tutum belirlenmediği müddetçe, bağımsız bir Kürdistan’ın ilanına da cesaret edemezsin, güç getiremezsin. Bir halk olarak bu kullanılma halimiz, bir başka biçimde onur kırıcı oluyor ve bu konumda olmak asla kabul edilemezdir.
Bu arada ABD’nin de yekpare bir politik çizgiye angaje olmadığını biliyoruz. Resmi ABD politikalarının ötesinde, daha başka birçok çevrenin de bağımsız bir Kürdistan için çaba gösterdiğini gayet iyi biliyoruz.
Aynı şekilde İsrail’in tutumu da aleni olarak ortadadır. Elbette ki, İsrail de kendince yeni bir Ortadoğu politik denklemini görmek istiyor ve bunun başında da Kürdistan’ın bağımsızlığa gitmesi, ulaşması yer alıyor. Çünkü biliyoruz ki, Kürdistan’ı sömürge olarak ellerinde tutan her dört sömürgeci devlet de, İsrail’in düşmanlığını yapıyorlar. Dolayısıyla buradan hareketle, İsrail’in kurmaya çalıştığı politik fenomeni okumak ve anlamak durumundayız.
Böylece hem ABD’nin, hem de İsrail’in, Kürdistan’ın bağımsızlığını ilkesel olarak değil, daha ziyade çıkarsal ve araçsal bakımdan ele almaları doğru değildir. Bu konuda kesin uyarıcı olmak lazım. Çok açık ki bu faydacı politika, zaman içerisinde bizzat sahiplerini de kesinkes zorlayacaktır.
Bu durum, ABD açısında çok daha fazla geçerlidir. O bu politikayla, İran’ın önderliğinde bir Şia hattı ve esas olarak da S.Arabistan-Katar önderliğinde olmak üzere Sünni İslam devletler modelini öngörüyor. İşte İD çetelerini bir korku aracısı, bir kırbaç biçiminde nasıl kullandığını ibretle izliyoruz. Bunun yanı sıra, bir ikinci elden de Türkiye’yi elde tutmak istediğini görüyoruz. En azında Türkiye’nin, bir Barzani ailesi üzerinde çok köklü kimi ilişkilere ve etkiye sahip olduğunu biliyor, görüyor. ABD’nin bunu değerlendirmemesi düşünülemez.
Dolayısıyla Bağımsız Kürdistan’ın ilan edilmesi ancak ve ancak ABD, İran ve Türkiye’nin istemi ve çıkarları söz konusu olduğu zaman gündeme gelebilecektir. Ve yine çok iyi biliyoruz ki, hiçbir zaman da Kürdistan’ın bağımsızlığı, İran’ın ve de Türkiye’nin çıkarına değildir, asla da olamaz. Bunun tersini iddia etmek demek, insanlığın aklıyla, bilimsel gerçeklerle dalga geçmektir. Sömürge ile sömürgecilik ilişkisini ve hukukunu inkâr edemeyeceğimize göre, Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin varlığı ve çıkarı demek, Kürdistan’ın bir sömürge olması demektir, köle olarak yaşaması demektir.
Şayet buradan daha başka fantezi teori ve formülasyonlarla kendimizi kandırmayacaksak, zorlama yorum ve değerlendirmelere tenezzül etmeyeceksek, bunun böyle olduğu gün gibi açıktır, ortadadır.
Somut olarak Irak ve Suriye pratiğinde gördüğümüz üzere, ancak sömürgeci devletlerin gücü ve otoritesi parçalandığı oranda Kürdistan özgürleşebiliyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.