Bazen tuğlaları devirmek yahut çatıyı yıkmak dahi bir işe yaramayabilir; çünkü ‘harç’ gri renkli betonlarla karılmıştır Egemenliğin her devlette iki kat’i imajı vardır: Çatı ve tuğla. Vak’a ki vatan adına işlenmiş örgütlü her cinayetin altından o çatı ve tuğla çıkar. Ortak ‘aday’ ve İhsanoğlu isimlerini duyduğumda aklımda daha yeni öldürülmüş bir çocuk vardı: İbrahim Aras. […]
Bazen tuğlaları devirmek yahut çatıyı yıkmak dahi bir işe yaramayabilir; çünkü ‘harç’ gri renkli betonlarla karılmıştır
Egemenliğin her devlette iki kat’i imajı vardır: Çatı ve tuğla. Vak’a ki vatan adına işlenmiş örgütlü her cinayetin altından o çatı ve tuğla çıkar. Ortak ‘aday’ ve İhsanoğlu isimlerini duyduğumda aklımda daha yeni öldürülmüş bir çocuk vardı: İbrahim Aras. Ve ne yazık ki devlet sadistçe öldürmeye devam ederken adından başka ‘muhalif’ bir tarafı görülmeyenler pek de şaşırtıcı olmayan bir tercihle karşımıza çıktı: Çatı!
“Bir tuğla çekersek duvar yıkılır” (Mehmet Ağar)
Böyle diyordu Ağar, Uğur Mumcu’nun eşine. 20 yıldan fazla geçti ve hala tek bir tuğla yerinden oynamış değil; oynamaz da. Ne Madımak, ne 6-7 Eylül, ne Dersim, ne faili meçhuller, ne Hrant, ne Roboski, ne Ceylan, ne Uğur… Hiçbiri ve hiçbir şey için tek bir tuğla kıpırdamaz. Adı üstünde: Mesele ‘yargı’ değil; çatı. Bakın, buna Soma Katliamı da dahildir. Soma’yı bırakın, herhangi bir ilçede kıçı kırık inşaatta kazayla ölen tek bir işçi için bile kıpırdamaz. Bu ülkede idari sorumluları ile birlikte yargılaması yapılmış tek bir hakiki dava gösterebilir misiniz? Adli davalar bile buna çok kere dahil. Az nüfuz sahibi isen, bir iki yerde hatırlı dostların varsa katır katır adam kesersin de eli yüzü düzgün bir soruşturma görmezsin. Çünkü tüm cilasına karşın bu ülke sahiden ‘muz cumhuriyeti’dir. Hatır-gönül ilişkilerini aşamamış, dar kafalı, kurumsallaşmamış, demokratik kitle örgütleri ve nefes kanalları sindirilip derdest edilmiş bir ülkede hukuku, siyaseti, askeri şunu bunu geçtik; anaokulunu bile zor denetlersiniz. Orada dahi karşınıza zilyon tane bürokratik engel çıkar.
Kimse kendini kandırmasın
Bu ülkede her şey çatı ve tuğla meselesidir. Toplumsal yapı, kültürel donanımları, kurumları ve zihniyeti baştan sonra çatı ve tuğlanın harcı olarak karılmak istenmiştir. Renkler ve tonlar farklı olsa da önemli ölçüde başarılı olunmuştur. Bu bağlamda bir garip Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmasıdır gidiyor; ancak, meselenin esasına ilişkin laf söyleyen pek yok. Şöyle ki:
1. Cumhurbaşkanlığı (CB) sembolik denebilecek bir makamdır. Tüm yetkilerine karşın böyledir. Şu haliyle orada Ahmet’in Mehmet’in olması arasında özde değişen bir durum yok.
2. Parti içi demokrasi ve temsil kanallarının sıfır etkisi, mevcut seçim sistemi ve yapısıyla CB adayları toplumun herhangi söz, karar, yetki ve etkisinin olmadığı; tamamen güncel şartlar ve stratejilerle yukarıdan dikte edilmiş tiplerdir. CHP seçmeni düşünüldüğünde örneğin İhsanoğlu ismi zerre kadar kimsenin umurunda olmaz.
3. Çatı aday merkez sağ eğilimli, muhafazakar ve uluslararası ilişkileri pek alengirli biridir. Siyasetçi olmaktan öte daha çok bir ‘teknokrat’ı andırır ki bu yanıyla Kemal Derviş’e tıpatıp benzer.
4. MHP’nin kem-küm etmeden kabullendiği bir adaydan bence herkes işkillenmeli. CHP ve çevresi anında tezvirata başladı ne denli birikimli, uysal, saygılı vs olduğuna dair. Unutmayalım: Tayyip Erdoğan da seçimlere ilk kez katıldığında büyük laflar etti. Demokrasiden, özgürlüklerden vs bahsetti. Yetmedi, bunu kendi meşrebince parti programına yazdılar. Sonuç, malum.
5. Bazı çevrelerde “ya diktatör ya kötünün iyisi” gibi “tatava yapma”cı bir kampanya var. Maalesef yine!: Bu saflaşma tutmaz. Onca yolsuzluk ıvır-zıvır kampanyaları arasında iktidar rahatlıkla belli bir tabanı konsolide etti. Seçimleri yapmakta en mahir oldukları kültürel çatışma sahasına çekerek yaptılar bunu. Öte yandan Türkiye siyaseti, Ortadoğu’nun devamıdır: Hatır-gönül ilişkileri ile etnik-mezhebi aile ilişkileri hala güçlü ve etkindir. Bunu kıracak yegane şey kendini kültüralizmin dışında tutacak, çok daha özlü ve tabandan gelen talepleri içselleştirecek güçlü bir sınıfsal ve demokratik mücadele biçimidir.
6. Gezi için “Börtü böcük sevgisi güzel; sonrası kötü fena, tufan” diyen bir zihniyettir İhsanoğlu. Gezi dinamizmini ve yeni isyan geleneklerini anlamaz; eski devrin adamıdır. Birkaç kere dinledim; zarif bir tip, naziktir. Fakat muhafazakar bir Ortadoğulu olarak sınırları bellidir.
7. Rıza Türmen gibi HDP’den sola değin birçok kesimin onayını alabilecek isimler var CHP’de. Bunun yerine İhsanoğlu tercihi merkez sağ ve milliyetçi açılımla izah edilebilecek bir stratejik bir karardır. ‘Sol’ gösterip ‘sağ’ vuran tipik CHP aklı.
Sözün özü CB seçiminin öze ilişkin tartışmalara katkısı yoktur: ‘Erdoğan’ sembolü üzerinden -haklı gerekçeleri olmakla birlikte- yapılan stratejik hesaplara dayanır. Toplumsal dinamikleri gerçek manada etkinleştirecek, ona yaslanacak, onun enerjisinden faydalanacak bir arayış değil ve olamaz. Bu anlamda, sonucu ne olursa olsun verimli ve etkin bir fayda sağlamaz. Hatta, radikal ve özgürlükçü taleplerin enerjisini emecek bir tür yalancı memedir, ilüzyondur. Gezi’den beri görüldü ki seçimler her ne kadar her zaman önemli bir alan olsa da asıl dinamizm demokratik toplumsal muhalefettir. Sol ve demokratlar, bu muhalefeti geliştirmenin, derinleştirmenin ve kökleştirmenin çalışmalarına konsantre olmak zorundadır. Siyasal gündemin sığ ve kısır tartışmalarında boğulmaktansa, sanatçısından bilim insanına değin en ücra sokağa kadar ‘pratik, ulaşılabilir ve etkin’ projelerle gidip toplumla doğrudan temas etmek gerekir. Gezi sonrası, bazı forumlarda gündelik yaşama ilişkin pratik mücadele alanları, çözümleri sunmaya çalışan güzel etkinlikler ortaya çıktı. Bunların geliştirilmesi şart. Önümüze distopik idealler koymaktansa daha küçük, sokaktaki apolitik bireyin bile kendini katabileceği projeler üretmek zorundayız. Mesela ‘eğitim saha çalışmaları’ bunlardan biridir. Çeşitli kurslar ve mesleki eğitim çalışmaları gibi. Büyük kentlerde belli başlı ofislerde sınırlı kalmaktansa çok fazla siyasi görünmeyen taban çalışmaları yahut sosyal projeler üretmeyi düşünmeye başlamalıyız. Unutulmasın ki tarihin gördüğü en entelektüel toplumsal muhalefet hareketlerinden biri olan Zapatistalar, Meksika yerlileriyle ilk temas kurduklarında feci dayak yediler. Ne zamanki onlara ilişkin yalın ve somut işler ürettiler yerlilerin güvenini ancak kazandılar. Sistem içi eğitim araçları, kurumları ve etkinlikleri sizi katbekat aşan bir rejim, elbette kendi kültürel formasyonunu o ya da bu nispette geniş yığınlarda üretir. Geleneğin getirdiği aidiyet ilişkilerini de kullanan bu yapıyı çözmenin yahut dönüştürmenin en iyi yolu, o yapının geniş yığınlara vermekten imtina ettiği küçük, gündelik olanaklar için çaba göstermekten başlar. Bunu yaparken hem siz hem de içine girdiğiniz sosyal grup dönüşmeye; kendi özgün ve yaratıcı muhalefet formlarını üretmeye başlar. Her birey en nihayetinde kendisinin parçası olabileceği pratik ve anlamlı aidiyetler arar.
Bazen tuğlaları devirmek yahut çatıyı yıkmak dahi bir işe yaramayabilir; çünkü ‘harç’ gri renkli betonlarla karılmıştır. Ve o betonların altında Hrant’tan meçhullere; Mumculardan Madımak’a; Kozlu’dan Soma’ya on binlerce ölü yatar. Her biri büyük birer trajedi olan bu travmalar, üstü örtülmüşlükleri ve unutturma çabalarına karşın toprağı zehirleyen bir tür oksit etkisi yaratmaktadır. Hal böyleyken toplumdaki renkli ve zengin toprakları hazırlayıp o potansiyeli özgürlükçü ve demokratik formlara derinlemesine dönüştürmek asıl gaye olmalıdır ki böylesi bir çaba, toprağı bol oksijen ve güneşle birleştirip hayal bile edemeyeceğimiz verimli ürünler ortaya çıkarabilir. Küçümsediğim düşünülmesin; ama sokaktaki kedi-köpeğe bile hassasiyet gösterip bir sokak ötendeki yaşlı teyzenin pazar çantasını evine taşımasına yardım etmiyorsan allame-i cihan kuramcı ol, kendini o sokağın insanına anlatamazsın.
Sonuç olarak, CB seçimleri muhafazakar pragmatizmle ulusalcı popülizm arasındaki kısır çekişmelerle geçip meselenin esasına ilişkin doğru düzgün bir şey söylenmeyecek. Oysa elimizde Soma ve işçisine dışkı atan patron gibi iki ibretlik örnek var yakın zamanda: Soma’da işçi düşmanı sendikanın kankası muhalefet ihaleyi iktidara yüklerken rödovans katillerin yemcisi iktidar işçinin yoluna dışkı döken patronu azarlıyor. Allah aşkına buradan neyin seçimini yapmamız gerekiyor? Ölmeyip de b.k yoluna gitmenin mi? Hal böyleyken ben siyaseten büyük ama büyük olduğu derece kısır makro sorunlarında boğulmaktansa teyzemin çantasını taşımayı tercih ederim. En azından bir acı kahvesini içip onca eğlenceli ve ibretlik anılarını dinlerim…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.