Yollar hızla açılırken işçilerin başta ücretlerini alamamak olmak üzere diğer sorunları da büyüyor Üçüncü köprü yol şantiyesinde çalışan işçilerin paralarını alamadıkları için eyleme geçtiklerini öğrendiğimde açıkçası hiç şaşırmadım. Katledilen kuzey ormanları benim de içinde olduğum İstanbul doğa yürüyüşçüleri gruplarının yakın takibi altında. Nasıl olmasın ki, bir hafta geçtikleri ağaçlık alanı ertesi hafta yerinde bulamamanın en […]
Yollar hızla açılırken işçilerin başta ücretlerini alamamak olmak üzere diğer sorunları da büyüyor
Üçüncü köprü yol şantiyesinde çalışan işçilerin paralarını alamadıkları için eyleme geçtiklerini öğrendiğimde açıkçası hiç şaşırmadım. Katledilen kuzey ormanları benim de içinde olduğum İstanbul doğa yürüyüşçüleri gruplarının yakın takibi altında. Nasıl olmasın ki, bir hafta geçtikleri ağaçlık alanı ertesi hafta yerinde bulamamanın en yakın tanığı onlar değil mi?
En az son bir yıldır üçüncü köprü ve üçüncü havaalanı derken başta Sarıyer ve Beykoz’dan ötesi olmak üzere İstanbul’un kuzeyi yani kuzeyi derken de ormanları önce kağıt üstünde çiziliyor, ardından yüzlerce yıllık ağaçlar koca iş makineleriyle toprağın böğründen bir günde, birkaç günde dibi kazıtılarak sökülüyor. Ardından ortaya çıkan manzaraya inanamıyor, inanmak istemiyorsunuz. Ormanı yok etme iştahı adeta hokus-pokus tarzı hızlı bir sonuç doğuruyor.
Yemyeşil ormanın sıyrılarak altından sapsarı tabaka toprağın ortaya çıkışıyla, hemen öncesinde o toprağın bir-iki metre üstünde dinamik yeşil bir hayatın ve bundan beslenen başka canlıların olduğunu ve böyle bir yaşama kıyılmış olmasını insan aklı bir türkü kendine konduramıyor!
Sözü getireceğim nokta üçüncü köprü ve havaalanı inşaatı için kolları sıvayan patronların bu alandaki en gelişmiş teknolojiyi seferber etmiş olmasıdır. Katledilen ormanlarla açılan yol güzergahlarının kısa bir bölümünde bile yüzlerce hafriyat kamyonu, dozer, kepçe, silindir vb. inşaat araçları gerektiğinde yağmura ve kavurucu sıcağa aldırmadan kendilerine biçilmiş bir tarihe yetişecekmiş gibi tozu dumana katarak sadece önündeki toprağa odaklanarak çalışmaktadır. Kimi noktalarda tozun toprağın içinde işçilerin yaşadığı barakalar var; soğuğa ve sıcağa karşı korunaksız basit prefabrik yapılar. Bu işçi evleri gelişigüzel alanlara bir günü kurtarmak için iliştirilmiş olarak etrafı dağınık ve çöple dolu.
Kuzey ormanlarını adımlarken artık ormanın önünün bir yerlerden kesilerek, kısım kısım şantiyeler kurulduğunu biliyoruz. Kuzeyden güneye karşılıklı gelip geçen hafriyat kamyonlarının haddi hesabı yok. Sıcakta, toz toprak ortasında böylesine ağır bir işi yapan kamyoncuların yaşam koşullarının hiç de iyi olmadığını tahmin etmemiz de zor değil. Hatta arkadaşlarla, burada çalışanların taşeron işçisi olmaktan başka bir statüsü olmayacağı yorumunu yapıyor, belki de her birkaç kilometrede bir taşeron, hatta işin her ayrı bölümünde (ağaç sökme, ağaç kaldırma, hafriyat taşıma vs) ayrı ayrı taşeronların olacağını ifade ediyoruz. Gerçeğin her türlü yorumuna rağmen kuzey ormanlarını adımlayanlar üçüncü köprü rezilliği için yanımızdan geçen kamyon ve kamyon şoförlerini suçlamadan edemiyor tabi.
Kamyon şoförünün anlattıkları
Büyük hafriyat kamyonlarının karşılıklı seyrettiği, yayalar için kıyısı sıfır bir yola düştüğümüzde akşam olmak üzereydi. Şehre ulaşmamız biraz zor olacaktı ki, bir hafriyat kamyonu yanımızda durdu. Kamyonun genç şoförü el ederek binmemizi işaret etti. Yürümeye alışkındık ama o gün şantiyeler etrafında çıkış bulmakta zorlanınca gecikmiştik. Onca laflar ettiğimiz kamyonun şoför mahalline dört kişi atladık. Şoförle olan kısa sohbet onların çalışma koşullarının ne kadar kötü olduğuna ilişkin tahminlerimizde ayrıca bizi yanıltmıyordu. Kendisi de bir taşeron işçisiydi. İşverenleri Adana’da imiş ve oradan 80 kamyonla gelmişler. Kamyonlar ayrıca işçilerin üzerine zimmetli. “Kaç taşeron şirket var” diye sorduğumuzda “Çok, hep taşeron. Sayısını bilemeyiz” diyor elleri ve yüzü güneşten kavrulmuş, saçları tozdan keçeleşmiş, gurbette ekmeğini arayan beş çocuklu genç şoför.
Bunca uzak yoldan, bunca ağır iş olunca aldığı parayı da merak etmiyor değiliz. “Eh işte tabi alırsak. Yine de Allah bereket versin” diye alışıldık belirsiz bir ifade takınıyor. Şoförün bir arkadaşı cepten arıyor. Akşam bazı yollar kamyonlara yasak olduğu için istedikleri yere ve barınaklarının olduğu şantiyeye gidemeyecekler. Kamyonda yatakları, yemek, çay ihtiyaçları için kullanacakları küçük tüpleri de hazır.
Arkadaşıyla o gün dinlenecekleri yerin tartışmasını yaparken şoförün iki eli de direksiyonda. Telefonun hoparlörü açık olduğunda konuşmaları duyuyoruz. Bolluca’daki barınak çok uzak olduğu için Hasdal’da yol kenarına park edip orada konaklayacaklar. Karşıda konuşan şoför bir ara üst üste sunturlu iki küfür edince bizim şoför mahcup olarak telefonu kapatıyor. Yani köprü ve havaalanı inşaatlarında taşeronlar cirit atıyor. Taşerona bağlı işçiler, yan veya karşı yöndeki taşeron işçisini tanımadan bilmeden küçük gruplar halinde habire çalışıyor. Yollar hızla açılırken işçilerin başta ücretlerini alamamak olmak üzere diğer sorunlarının da büyüdüğü dışarıdan bile fark ediliyor. Nitekim üçüncü köprünün Eski Edirne Asfaltı bağlantı bölümündeki işçilerin yol kapatma eylemleri yığılan sorunların sadece bugün patlayan yanı.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.