Reyhanlı da, Roboski de yüzlerce insanın üzerine bombalar yağdı. Onlar “savaş” dedi; biz “katliam” dedik. Soma da 301 işçi öldürüldü. Onlar “iş kazası” dedi; biz “kapitalizmin vahşeti” dedik. Onlar normalleştirdi, biz politikleştirdik. Sadece 2013 yılında 237 kadın öldürüldü. Onlar “adi suçlar olur böyle şeyler” dedi. Peki, biz ne yaptık? Suçumuz yavaş yavaş öldürülüyor olmak mı? […]
Reyhanlı da, Roboski de yüzlerce insanın üzerine bombalar yağdı. Onlar “savaş” dedi; biz “katliam” dedik.
Soma da 301 işçi öldürüldü. Onlar “iş kazası” dedi; biz “kapitalizmin vahşeti” dedik.
Onlar normalleştirdi, biz politikleştirdik.
Sadece 2013 yılında 237 kadın öldürüldü. Onlar “adi suçlar olur böyle şeyler” dedi. Peki, biz ne yaptık?
Suçumuz yavaş yavaş öldürülüyor olmak mı? Kadın cinayetlerinin politik olması için daha ne gerekli, toplu kadın katliamları mı?
Son günlerde sosyal medyada sıkça paylaşılan bir videoyla hayatımıza yeniden giren bir soru; kadın cinayetleri politik midir?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, oğlunun mezuniyet töreni için gittiği Harvard Üniversitesinde katıldığı bir panel sırasında, kendisine Dr. Emre Altındiş tarafından yöneltilen sorudan bahsediyorum.
Doktor Altındiş muhatabı Gül’e, Gezi direnişinden, Soma’dan ve Roboski’den bahsedip; “Ellerinizden kan akıyor, nasıl geceleri rahat uyuyorsunuz?” diye soruyor. Ve, elbette, ukalaca, yalanlayan ve geçiştiren bir cevapla karşılaşıyor.
O soruda ve verilen cevapta, birçoğumuzun gözünden kaçmış olabilecek önemli bir ayrıntı daha var. Doktor, konuşmasında, Türkiye’de her gün 3 kadının öldürüldüğünden bahsediyor ve kadın cinayetlerini, işçi cinayetleri ve Gezi cinayetleri gibi aynı politik zeminde ele alıyor.
Verilen cevapsa, yıllardır duymaya alıştığımız gibi, kadın cinayetlerinin dünyanın her yerinde var olduğu, bunların birer adi suç olduğu ve siyasi olmadıkları yönünde oluyor.
Peki, gerçekten kadın cinayetlerini politik kılan nedir? Onu sıradan adi bir suçtan ayıran…
Karşımızda iki tane soru; Kadınları kim öldürüyor? Neden öldürüyor?
Kadınları kimler öldürüyor?
Erkekler… Baba, ağabey, oğul, eş, kayınpeder, kayınbirader ya da aile bağı olmayan sıradan bir erkek…
Bu sorunun cevabını “sesli söyleyebilmek” için bile, yıllarca mücadele etti kadınlar. Genelleme yapmakla, erkek düşmanlığıyla, cadılıkla, kötü kadın olmakla ve yoldan çıkmakla “suçlandılar”.
Bugün hala her gün üç kadın erkekler tarafından katlediliyorsa ve bu soruya bu cevabın verilmesinden dahi korkuluyorsa, bunun sebebi, ataerkinin devamlılığını ve erkek hegemonyasını örtük olarak içselleştirmeyi sağlama bilincindedir.
Devlet, yargısıyla, medyasıyla, aile kurumuyla ve toplumun bütününe yayılmış patriarkal ilişkiler aracılığıyla, erkeği ve onun egemenliğini korur. Kadının fiziksel varlığının, “erkeğin egemenliğinin korunması” yanında ne önemi olabilir ki?
Erkek ve erkeklik burada politik bir anlam taşır. O, ruh sağlığı bozuk, kadınları öldürmekten zevk alan, kıskanan, âşık olan, toplumsal ilişkilerden bağımsız sıradan bir birey değildir. O, kadınların ikincil olmasını sağlayan, özgürlüklerini kısıtlayan ve onları ezen bir sistemin; ataerkinin egemen cinsidir.
Bu yüzden kadınları “erkekler öldürmez”,der, o sistemi gizlemek isteyenler ve “adi suçlular öldürür” örtüsüyle görünmez kılmaya çabalarlar. İşte, biz “bu “gizleyiciler ve örtücüler”, katilin suç ortağıdırlar!” dersek, yanlış mı olur?
Adi suçlu kimdir? Basit, yüz kızartıcı suçları işleyen herhangi bir kimsedir.
Peki, neden hep aynı cins/erkekler, diğer cinsi/kadınları öldürüyor? Bu kararlılık, bu nefret neden hep aynı cinste var?
Neden öldürülüyoruz?
Namus, kıskançlık, aldatılmak, aşk-sevgi, kışkırtma, ret edilmek, özgürleşmek, özneleşmek, boşanmak, falan filan…
Sebepler saymakla bitmez, ama hepsinin sonuç olarak bütünleşerek kaynaklandığı-güç aldığı bir yer vardır; erkek egemenliği.
Tüm bu sebepler, ataerkil ilişkilerin bir sonucudur ve erkekler kadınları öldürürken bu ilişkilerden bağımsız hareket etmezler. Ataerkinin devamlılığı için kadınları öldürmek de, taciz ve tecavüzü sistematikleştirmek de “meşrudur ve gereklidir”.
Tabi ki; kadınların verdiği mücadeleler sonucu, kadınların daha güçlü ve haklarının daha gelişkin olduğu ülkelere nazaran Türkiye gibi ülkelerde daha da “meşrudur”.
Türkiye’de en hafif ceza ve en çok indirim kadın cinayeti ve taciz davalarında verilir.
Daha ötesi, çoğu zaman bir kadını öldürmek, senin ne kadar “erkek” olduğunun göstergesidir ve “erkekliğine sahip çıktığın” için tebrik bile edilebilirsin. Çünkü Türkiye’de bir kadını öldürürsen, bir devrimciyi öldüren polis kadar dikkat çekmez ama onun gibi bu işin içinden kolayca sıyrılabilir ve devlet tarafından korunabilirsin.
Reyhanlı da, Roboski de yüzlerce insanın üzerine bombalar yağdı. Onlar “savaş” dedi; biz “katliam” dedik.
Soma da 301 işçi öldürüldü. Onlar “iş kazası” dedi; biz “kapitalizmin vahşeti” dedik.
Onlar normalleştirdi, biz politikleştirdik.
Sadece 2013 yılında 237 kadın öldürüldü. Onlar “adi suçlar olur böyle şeyler” dedi. Peki, biz ne yaptık?
Suçumuz yavaş yavaş öldürülüyor olmak mı? Kadın cinayetlerinin politik olması için daha ne gerekli, toplu kadın katliamları mı?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.