Elbette her sokağa çıkıldığında bir Gezi isyanı yaşanmayacak. Elbette insanlar devletin kolluk güçleriyle çatışmaktan yorulacak, moral bozuklukları yaşanacak. Fakat bu Türkiye’nin başka bir siyasal momente girdiği gerçekliğini değiştirmez 12 Eylül’den sonra en son ne zaman en ufak bir haksızlık için sokaklar mesken edilmişti, hatırlayanınız var mı? Peki, Gezi sonrasında neler oluyor? Türkiye’nin dört bir yanında […]
Elbette her sokağa çıkıldığında bir Gezi isyanı yaşanmayacak. Elbette insanlar devletin kolluk güçleriyle çatışmaktan yorulacak, moral bozuklukları yaşanacak. Fakat bu Türkiye’nin başka bir siyasal momente girdiği gerçekliğini değiştirmez
12 Eylül’den sonra en son ne zaman en ufak bir haksızlık için sokaklar mesken edilmişti, hatırlayanınız var mı? Peki, Gezi sonrasında neler oluyor?
Türkiye’nin dört bir yanında milyonlarca insanın sokaklara çıktığı, devlet şiddeti karşısında korkmayıp bıkmadan günlerce direndiği ve kolektif bir yaşamın tohumlarının atıldığı muazzam bir isyan…
Yıl dönümünden geçtiğimiz şu günlerde Gezi’ye bir yıl ileriden bakarak bilinçlerimizi tazeleyelim mi?
İsyanı hazırlayan koşullar
Gezi isyanı; toplumda birikmiş olan öfkenin, sihirli bir dokunuşla aniden ortaklaşmış, kısmen siyasallaşmış ve isyana yönelmiş haliydi. Herhangi bir örgütlenmenin veya yönlendirmenin sonucu değil, kendiliğinden bir hareketti.
Peki, insanları Gezi isyanına sürükleyen koşullar ve olaylar olmasaydı “üç beş ağacın” lafı olur muydu, o ağaçlar sökülür biz de hayatımıza kaldığımız yerden devam eder miydik?
Buradaki kendiliğindenlik zaman, olay ve konum vektörlerindedir. Zira nerede, ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğini bilmesek bile, böylesi bir isyanın adım adım kapımıza dayandığının farkındaydık ve buna hazırlanıyorduk.
Nasıl mı?
Kadınlar; yıllardır biriktirdikleri mücadele deneyimlerini ivmelendirdikleri kürtaj eylemlilikleriyle…
Gençlik; geleceksizliğe, işsizliğe, ezberci ve cinsiyetçi eğitim sistemine, yasakçı ve tek tipleştiren üniversite politikalarına karşı gösterdiği kampüslerdeki lokal direnişlerle…
İşçiler; taşeron ölümlerine, esnek ve güvencesiz çalışma koşullarına, açlık sınırındaki ücretlere karşı örgütledikleri fabrika işgallerinde, Taksim’de yasaklı 1 Mayıs eylemlerinde bu güne hazırlanıyordu.
Köylerinde HES projelerini istemeyen suyuna sahip çıkan ve devletle karşı karşıya gelmekten çekinmeyen köylüler, parklarına ve sokaklarına sahip çıkan kentliler…
Gezi parkı, birbirinden ayrı seyreden anti-kapitalist dinamikleri bir araya getirdi. O birlikteliğe Türkiye gerçekliğindeki devrimci-demokratik dinamikler de eklenince (Aleviler, Kürtler) uzun süredir biriken öfke siyasallaştı ve isyana dönüştü.
Armutlu’daki muazzam direnişin sebebi, Suriye savaşının, Reyhanlı katliamının, yıllardır yok sayılan Nusayri kimliğinin siyasallaşmış öfkesi değil de nedir?
İşte, “Demokratik Devrim-Demokratik Cumhuriyet” zemini, Gezi ile birlikte sokakta-barikatlarda fiilen kurulmaya başladı.
Gezi isyanının bu potansiyelinin, muktedirler bile farkındayken; hala durumun ciddiyetini kavrayamayan sosyalist çevreler var. Uzak duran, kavrayamayan, Gezi’nin yarattığı yeni tarzı görmezden gelerek müdahil olmaya çalışan, sönümlenmediğini düşünen ya da sönümlenmesini bekleyen…
Peki, kör göze parmak mı sokmak gerek?
Gezi’ye katılan herkes içindeki ölü insanı kürtajla aldırdı ve bir biçimde politikleşti. Özgürlüğün bahşedilmeyeceğinin, sokaklarda kazanılacağının ve üstelik bunu yaparken dayanışmanın, neşenin ve kolektif yaşamın mümkün olduğunun farkına varıldı.
O parkta ve Türkiye’nin dört bir yanında 20 gün boyunca yaşanılanlar, hissedilenler ve oluşan kolektif irade, yıllarca apolitik yaşayıp “etliye sütlüye dokunmayan” milyonlarca insanı yeni baştan yarattı. Unutmadık değil mi, “Artık hepimizin ortak bir hikâyesi var!”
Öyle kolay değil artık eski miskinliğe geri dönmek.
Elbette her sokağa çıkıldığında bir Gezi isyanı yaşanmayacak. Elbette insanlar devletin kolluk güçleriyle çatışmaktan yorulacak, moral bozuklukları yaşanacak. Fakat bu Türkiye’nin başka bir siyasal momente girdiği gerçekliğini değiştirmez.
Öyle olmasaydı eğer, Berkin’in cenazesinde milyonlar sokağa dökülmezdi. 8 Mart’ta kadınlar hiç olmadığı kadar sokaklara dökülüp öldürülen kadınların hesabını sormak için polis barikatlarına yüklenmezdi. Bugüne kadar “öldürülen” işçiler gibi, Soma katliamı da sessizce geçiştirilir bütün ülkeye yayılan meşru tepkiler yaşanmazdı.
12 Eylül’den sonra en son ne zaman en ufak bir haksızlık için sokaklar mesken edilmişti, hatırlayanınız var mı? Peki, Gezi sonrasında neler oluyor?
Gezi başladığından bu yana en çok da bazı sol çevrelerden duyduğumuz “Gezi bitti mi? Gezi ruhu yok artık” gibi yorumlara gelince; cevabımız, “Devleti yıkıp yerine ağaç dikene kadar”, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam.” Alışsanız ve kendinizi buna göre yeniden organize etseniz iyi edersiniz…
Bundan sonra, Türkiye devrimci hareketine düşen Gezi isyanında açığa çıkan öfkeyi korumak, daha güçlü politikleştirmek, örgütlemek ve yönlendirmek…
Anlayacağınız, “basın açıklaması solculuğu” sona erdi. Şimdi “barikat solculuğu” yapma zamanı…
29 Mayıs 2014
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.