İşçi Filmleri Festivali yönetmenlerinden Eylem Şen, bu sefer Gezi Direnişi’ni beyazperdeye taşıdı
İşçi Filmleri Festivali yönetmenlerinden Eylem Şen, bu sefer Gezi Direnişi’ni beyazperdeye taşıdı
İşçi Filmleri Festivali yönetmenlerinden Eylem Şen, “Heyula” isimli filmiyle Gezi Direnişi’ni beyazperdeye taşıdı. Komünist Manifesto’nun “Avrupa’da bir heyula dolaşıyor …” sözlerinden yola çıkan yönetmen, filmde ‘kendi hikayesini anlatanların eylemi’ni buluşturuyor…
Filmin tanıtım yazısı:
“Filozoflar dünyayı anlamaya çalıştılar. Esas olan onu değiştirmektir.”
Karl Marx
Sanat ve eylem alanı olarak sinema, insanların kendisiyle, birbiriyle, toplumla, tarihle, doğayla, evrenle ilişkilerinin yansımasının yansımasıdır. Film üretiminde bulunan kişi ise o yansımaya ayna tutar. Aynadaki yansıma gerçekliğe tam olarak ulaşamayabilir ancak doğru açı ve ışıkla yaşamın kendisinin sonsuz bir görünümüne dönüşebilir. Ayna tutucu, bir çeşit ışık bükücü gibi, gerçeğin etinin ve kanının tadına bakması için filmini izleyiciye sunar.
Dört yıldır içinde bulunduğum bu ışıklı dünyaya adım attığım Film Tasarımı Bölümü’nün lisans programını tamamlarken, beni bu dünyaya iten temel çelişkiyi konu edinen bir bitirme tezi yapmaya karar verdim. İnsanlığın tarihsel ve toplumsal çelişkisinin bir kişinin özgürlüğünün herkesin özgürlüğüne bağlı olduğu bir dünya yaratma mücadelesi olduğunu düşünüyorum. Bireyin kendi içinde ya da toplumla ve doğayla olan çatışmalarının, özgür bir dünya yaratmaya dair umut, umutsuzluk, mücadele, korku ve baskılar içindeki düş, düşünce ve duygulardan beslendiğine inanıyorum. İnsanın doğal yaşam üzerinde kurduğu ilk mülkiyet ilişkisinden bu yana doğanın ve insanın sömürüsü üzerine kurulu toplumsal sistemlerin ortadan kalkacağı; sınıfsız, sınırsız, özgür bir dünya düşlüyorum. Bu film, Heyula, imkânsız olduğu kadar gerçekçi olan bu düşe dair bir canlandırmadır.
Komünist Manifesto, “Avrupa’da bir heyula dolaşıyor …” sözleri başlar. O gün bugündür sınıfsız, sınırsız özgür bir dünya için mücadele edenler hiç azalmamış bilakis çoğalarak artmıştır. Fakat bu mücadele de çok doğal olarak yek pare bir bütün değil, kendi içinde yeni çatışma ve çelişkileri de içermektedir. Bu çelişkilerin başında mücadelenin teorisi ile pratiği arasındaki ilişki gelmektedir. Kuşkusuz emeğin kafa ve kol arasındaki işbölümü üzerine inşası üzerine kurulu ideolojik hegemonyanın bununla yakinen bağı vardır.
Marx, Alman İdeoloji’sinde, kendilerini pratik materyalist olarak tanımlamış olsa da hayatının her dönemini buna uygun yaşayamamıştır. 1871 Paris Komünü patlak verdiğinde ilk tepkisinin ‘bu umutsuz bir çılgınlık eylemi’ sözleri olmuş olması da bu nedenle tesadüf değildir. Bu bağı kurmak konusunda “Ne yapmalı?” sorusuna en net yanıt 1917 Rus Devrim’inde gelmiştir. Bu yeni dönemeçle birlikte yeni sorular da ortaya çıkmış ve bugün çoğalarak artan sorunlar olarak dünyayı değiştirmek isteyenlerin karşısında dikilmektedir.
Marcuse’un dediği gibi, “Sanat dünyayı değiştiremez, ama dünyayı değiştirebilecek erkeklerin ve kadınların bilinç ve itkilerini değiştirmeye katkıda bulunabilir.” Bu film, kendisi için refah ve mutluluk isteyen herkesin, önce dünyayı değiştirmeye mecbur olduğunu aksi takdirde kötülüğe kaçışa karşı duramayıp; taklide, ihanete ve felakete sürüklenmenin bir parçası olacağını söylemeyi dert ediyor. Dünyayı değiştirme eylemi için yola çıkanlara ise, kapitalizme çektikleri kılıçların pratiğin teorisini ile bilenmesi gerekliliğini anımsatıyor.
İzleyici, filmin açılışında didaktik bir komünizm tarihi ile karşılaşacağını ümit ederken, tarihsel rolünü oynamayı ret eden komünizmin hayaleti, nam-ı diğer “Heyula” refah ve mutluluğu için zengin olma talebi ile anlatıcıya direniyor. Filmin anlatıcısı, aynı zamanda filmin yönetmenini ve komünist ideallere bağlı bir ideolojiyi benimsemiş teorisyeni temsil ediyor. Heyula’nın çelişkileri, değişimi ve gelişimi emekçilerin tarihsel ve toplumsal çatışmaları üzerine kurulu iken; anlatıcı, öteden beri süre giden rasyonel aklın haklılığı retoriği ve determinizmden mustarip. Filmin finali anlatıcının bu çelişkisinin bir çatışmaya varması ile son buluyor.
“İyi yaşam” etiğine karşı “hakikatler etiği” prensibi ile yola çıkan film, dünyayı anlama çabasının ancak onu değiştirme eylemiyle gerçekleşebileceğine işaret ederek son buluyor. Anlatıcı öldü! Yaşasın kendi hikâyesini anlatanların eylemi!
SİNOPSİS
Komünizm mücadelesini anlatmak üzere yola çıkan film, anlatıcı ve oyuncu arasında bir çatışmaya dönüşür. Filmin anlatıcısı, hem filmin yönetmenini hem de filmin oyuncusu olan Heyula karakterinin işverenini temsil etmektedir. Anlatıcı, özel mülkiyetin ortaya çıktığı tarihsel dönüm noktasından başlayarak insanın insana ve doğaya zulmünü ve buna karşı yürütülen mücadeleyi anlattığı bir film yapmayı hedeflemektedir. Heyula, anlatıcının yazdığı öyküye uygun bir biçimde rolünü oynamayı reddeder. Fakir rolü oynamaktan sıkılmıştır iyi bir yaşam için zengin rolü oynamak ister. Anlatıcı onun bu isteğine razı olmak zorunda kalır. Fakat Heyula da anlatıcı da, arzu ve beklentilerinden çok daha farklı bir noktada kendilerini bulurlar.
Sendika.Org