IŞİD’in, çok iyi hazırlanmış bir saldırı hamlesi başlatması ve Musul başta olmak üzere, Irak’ın içindeki diğer bazı il ve ilçeleri de ele geçirmesiyle beraber, Kürdistan sorunu yine hızla tartışmalara konu oldu. Bir kez daha Irak’ın bölünmesi ve bağımsız bir Kürdistan’ın kurulması meselesi gündemin üst sıralarına tırmandı. Bu bağlamda en önemli gelişme, Güney Kürdistan yönetiminin hızlı […]
IŞİD’in, çok iyi hazırlanmış bir saldırı hamlesi başlatması ve Musul başta olmak üzere, Irak’ın içindeki diğer bazı il ve ilçeleri de ele geçirmesiyle beraber, Kürdistan sorunu yine hızla tartışmalara konu oldu. Bir kez daha Irak’ın bölünmesi ve bağımsız bir Kürdistan’ın kurulması meselesi gündemin üst sıralarına tırmandı.
Bu bağlamda en önemli gelişme, Güney Kürdistan yönetiminin hızlı hareket edip tarihi bir adım atarak, Kerkük’ü ve Kerkük’e bağlı diğer bazı yerleşim yerlerini ele geçirmeleri oldu. Güney Kürdistan yönetimi, bu cesareti bulmada ve zamanında hamle yapmada Rojava’dan, YPG’nin pratiğinden esinlenmiştir dersek, bu asla bir abartı olmaz. Ama ne olursa olsun, sonuçta Güney Kürdistan topraklarının çok önemli bir bölümü daha kurtarılmıştır.
Böylece, yıllardır “140. madde” adlı bir bekleyişi yaşayan ve şimdi yapıldığı üzere, çözümü ancak bir müdahaleyle olası olan Kerkük sorunu da çözülmüş oldu. Kürdistan ülkesinin varlığı ve bütünlüğü açısında bu adımlar, çok stratejik ve tarihi değerdedir. Çünkü Kerkük ilimiz, yıllardır hep bu anayasa hükmünün icrasına bağlı olarak bekliyordu. Bu tamı tamına halkımız açısında bir esareti yaşamaktı.
Kerkük’e giriş, geç kalmış bir adım
Normalinde, ilkesel olarak belirlenen bir tarihte ve koşul olarak referanduma gitmek üzere bir anayasal madde hükmü belirleniyorsa, haliyle hukuki olarak bunun zamanında uygulanması gerekiyor. Şayet bu hüküm yerine getirilmiyorsa, bu halde artık o yasa geçersizdir, yok hükmündedir. Ancak buna rağmen Güney Kürdistan yönetimi işi bir biçimde oportünistliğe vurdu, çok fazla oralı olmadı.
Oysa en son Peşmergenin Kerkük’ü çok rahatlıkla aldıkları pratiğinden de görüldü ve anlaşıldı ki, bütün mesele bir niyet ve cesaret meselesidir. Tabii bu da zihniyetle bağlantılıdır. Demek ki, bu daha önce de yapılabilirdi. Dolayısıyla Güney Kürdistan yönetiminin, çok geç kalmış bir adımı, henüz şimdi atığını belirtelim. Bu belirleme, esasında daha ziyade bundan sonrası için anlamlıdır.
Nihayet IŞİD’in son saldırısıyla beraber, bu kanayan Kerkük krizi ancak kısmen aşıldı. Yani Peşmerge güçleri Kerkük’ü fiili olarak Güney Kürdistan’a katarak, çok ciddi bir krizi çözdüler, ama buna rağmen Kürdistan’ın özgürlük sorunu hala devam ediyor.
IŞİD, El Nusra ve El Kaide’yi tanıyanlar bunu iyi bilir. (Buna daha AKP’yi, Cemaati ve Hizbullah’ı ve İran’ı da daha eklemiyorum.) Kürtler, Kerkük hamlesini yaparak yaşanacak bunca katliamların önüne geçtiler. Aksi halde katliamların seyri artık günlük hayatın bir parçası olurdu. Suriye ve Irak’taki kanlı tablo ortadadır.
Öte yandan, Kerkük’ün kaderi hakkında sandıkta oylama yapmak yerine, başka bir biçimde halkın iradi hükmü beyan edildi, fiilli bir hakkın icra durumu hayata geçirildi.
Ancak yine de politik ve toplumsal açmazlar sürüyor. Sünnilere dayanan IŞİD çeteleriyle, Irak’ın resmi devlet güçleri ve yine Şiilerin en sağlam milis teşkilatlarından olan Asaib El- Hak örgütü arasında yaşanan çok ciddi bir iç savaş söz konusudur. Bunların çok fazla konu edilmemesi, bölgenin artık çatışma ve ölüm vakalarına bir biçimde alışmış olmasıyla, bunları kanıksadığıyla alakalıdır.
Bu halde, üçüncü bir örgütlü politik güç olan ve de farklı bir halksal kimliğe sahip bulunan Kürtlerin durumu öne çıkıyor. Ne ilginçtir ki, niyeti dışında bunu sağlayan da yine bizzat IŞİD’dir. Özünde tam bir bela olarak Kürlerin kapısına salındılar, geldiler. Ancak doğru ve zamanında yapılan bir politik hamleyle, bu durum kapıya gelen bir avantajlı hale dönüştürüldü.
“Biz zamanında PYD’yi, YPG’yi anlayamadık”
Yoksa çok iyi biliyoruz ki, bu gerici çeteler, ilk önce Rojava’da, daha sonra da Güney Kürdistan’da birer ölüm mangası biçiminde musallat oldular. Onun için bu gidişat, en üst düzeyde bütün bir bölgenin huzur ve güvenliğini bozuyor, tehdit ediyor. Bu bilinirse gerisi anlaşılır. Bundan kurtulmanın da bir tek yolu vardır ve bu da bağımsız bir Kürdistan’ın kurulmasıdır. Belki bağımsız bir Kürdistan’ın ilanı hemen yapılmayabilir ve bu biraz zaman alabilir. İşin bu tekinki kısmıdır ve ayrıntılarla alakalıdır.
Rojava Kürdistan’ın somut pratiği, bu bakımdan eşsiz değerde bir modeldir, örnektir. Resmi sıfatlandırma olarak adı ne olursa olsun, mevcut durumda Rojava’da, fiili bir Özgür Kürdistan gerçekliği söz konusudur.
Haliyle bu durumda, Güney Kürtlerinin de artık ne yapacağı, ne yapması gerektiği çok açıktır. Duygusallıktan çıkıp, Güney Kürdistan yönetimini biraz ciddi olarak eleştirmek gerekiyor. Öyle ki, 1990’lı yıllarda ABD sayesinde belli bir alan hâkimiyetine ulaştılar, ama orada çakılıp kaldılar. Şimdi ise, IŞİD’in yapmış olduğu saldırı vesilesiyle ikinci bir alanı daha kazandılar ya da daha doğru bir ifadeyle nasip eylediler.
Oysaki bu IŞİD çeteleri meselesi daha onlar Rojava’ya saldırıyorken, bir ortak Kürt savunma gücüyle çok rahatlıkla hal yoluna koyulabilinirdi. Ama ne yazık ki, Güney Kürdistan Yönetimi bu öngörü erdemine, kapasitesine ulaşamadı. Bu tespit ve teşhis mutlaka yapılmalıdır. Yoksa önümüzdeki tarihi süreci, yine layıkıyla göremeyiz, okuyamayız. Bu konuda en dürüst açıklamayı da, bizzat Kerkük valisi yaptı: “Biz zamanında PYD’yi, YPG’yi anlayamadık” diye.
Dolayısıyla, her ne kadar Kürdistan güvenlik güçleri, Kerkük ve çevresini denetime almış olsalar da, yine de mesele bununla bitecek gibi görünmüyor. Onun için daha başka bir düzeyde, öz güce dayalı olan bir köklü çözüm seçeneği üzerinde durmak gerekiyor. Evet, mesele budur ve bu bağımsız bir Kürdistan’ın kurulmasıdır. En azında bu aşamada Güney Kürdistan için bu şarttır.
Zaten hem Kürdistan’ın iç dinamikleri tarafından, hem de uluslararası camia nezdinde bu konu, bir baş gündem maddesi halini almış durumdadır. Bu konuda üst üste kamuoyuna yansıyan bazı haberler söz konusu oldu. Bu haberlerin adresi, dünyanın en ciddi politik güç merkezleri olduğu için, doğal olarak çok ses getirdiler. Önce bunları özetle aktaralım ve ondan sonra da, bölgenin ve Kürdistan’ın iç politik denklemlerine gelelim.
“Bağımsız Kürt devleti kaçınılmaz”
Birincisi; ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Paris’te İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman ile görüştü. Görüşme sonrası açıklama yapan Lieberman’ın sözcüsü, İsrailli Bakan’ın, Kerry’ye “Irak gözümüzün önünde parçalanıyor ve bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasının kaçınılmaz bir sonuç olduğu görülüyor” dediğini aktardı. Bu açıklama, haber bütün dünyada ses getirdi.
İkincisi; Yine İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, ABD Başkanı Barack Obama ile yaptığı görüşmede “Kürtler de facto olarak devletlerini kurmuş durumda. Türkiye de, zaten onlarla petrol ticareti yaparak zımnen buna hazır olduğunu gösteriyor” demişti. Aynı şekilde bu haber de tüm dünyada yankılandı.
Üçüncüsü; ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Erbil’de görüştüğü Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’den, “kendi bağımsız devletini kurma yoluna gitmemesini, bunun yerine Bağdat’ta yeni hükümet kurulmasına destek olmasını” istemişti.
Yalınız bu tuhaf talebin, Kürt kamuoyunca çok nahoş bir biçimde karşılandığını vurgulamak gerekiyor. Dahası, güya John Kerry, bir de sanki Mesut Barzani’yi onurlandırıyormuş gibi bir hava vererek, “herkesin söylemeye cesaret edemeyeceğini size söyleyeceğim” demiş. Peki, Kerry Barzani’ye ne demiş? Dediği şuymuş: “Bu tarihi an, devlet adamlığı gerektiriyor ve bu da, Bağdat’ta bir ‘Şii-Sünni-Kürt koalisyon Hükümeti’nden geçiyor.” Çok açık ki, ben kendi sezgilerime dayanarak, bunun, asla bir gerçek istem olduğuna inanmıyorum.
Diğer bir ifadeyle John Kerry’nin bu talebini, daha çok Kürdistan’ın karşıtlarını biraz da olsa telkin etme, sakinleştirme mesajı olarak okumak gerektiğine yoruyor, buna pay biçiyorum. Buna rağmen, ilkesel olarak resmi yapılan açıklama budur ve bu asıl olanıdır. Tabii ki bu kabul edilemezdir.
Diğer yandan, özünde bu devlet adamlığı kavramını herkes kendince anlamlandırıyor. Onun için bunu biraz sorunlu buluyorum. Bu emperyalist ve sömürgeci güçler, hemen her zaman Kürt liderlerini bu biçimde kullanıyorlar. Bununla varmak istedikleri nokta şudur: Güya koltuğuna vererek, muhatabını bu biçimde kendi himayelerine çekmiş oluyorlar. Oysaki bunun yerine, devlet adamlığının esas manası, onun doğrudan devletle ilintili olmasındadır.
Dolayısıyla bir Kürt için devlet adamı olmanın ölçüsü, devlet kurmaya cesaret eden, buna ruhi ve zihinsel olarak güç getiren kişi demektir. Her bakımdan bu tanımı çok daha uygun, isabetli ve doğru buluyorum. Bu bağlamda, her ne kadar Güney Kürdistan, yarı bir devlet gibi, federal bir devletsel sistemin parçası, üyesi olmuş olsa da, bu yine de böyledir. Bunun esas nedeni, Kürdistan’ın dört parçalı oluşudur. Tek başına bir parça hiçbir zaman bir bütünlüğü ifade etmez.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.