Yükselen muhafazakârlığa-milliyetçiliğe karşı oyuna sürülen, döneminde “hurafelerden arınmış İslam’ın yüzü” olarak görülen Günaltay’ın yaptığı birçok dini uygulamaya karşın Demokrat Partinin yükselişini önleyemediğini yazar tarih sayfaları Siyaset; bir kişinin, bir yapının, çevrenin ya da bir partinin gelecekle ilgili düş kurma, kurduğu düşe hedef kitlesini inandırıp ona sarılmasını sağlama ve fırsatını yakaladığında o düşe inananlarla birlikte onu […]
Yükselen muhafazakârlığa-milliyetçiliğe karşı oyuna sürülen, döneminde “hurafelerden arınmış İslam’ın yüzü” olarak görülen Günaltay’ın yaptığı birçok dini uygulamaya karşın Demokrat Partinin yükselişini önleyemediğini yazar tarih sayfaları
Siyaset; bir kişinin, bir yapının, çevrenin ya da bir partinin gelecekle ilgili düş kurma, kurduğu düşe hedef kitlesini inandırıp ona sarılmasını sağlama ve fırsatını yakaladığında o düşe inananlarla birlikte onu somutlaştırıp gerçekleştirebilme sanatıdır. Gerçekte siyasetçi topluma düş “satar”. Toplumu oluşturan bireyler, yaralarına merhem olacak ve gerçekleştirebileceklerine inandıkları bu düşler ile kendi geleceklerini tasvir etmeye başlarlar ve böylelikle o siyasete bel bağlarlar.
Şüphe yok ki siyasetçinin topluma sunacağı düş, gerçeklikten ve değerlerden kopuk, ayakları havada gezinen, gerçekleşmesi imkânsız bir hayalden ziyade; toplumun bağrından çıkan, ayakları yere basan, gerçekleri ve değerleri es geçmeyen bir düş olmak zorundadır ki inandırıcı olabilsin. Bu yüzden siyasetçi “gerçekçi olup imkânsızı ister.”
Lakin Türkiye siyaseti 1980’den bu yana düş kurmayı bırakıp günübirlik sorunlara indirgendiğinden zenginliğini de inandırıcılığını da saygınlığını da yitirdi. Tarihte hiç olmadığı kadar büyük bir sığlık ve fukaralık yaşıyor Türkiye siyaseti. İşte tam da bu yüzden hepsi aynı renge bürünerek, birbirine benzemekte ve söylemleri birbirinin kopyası ve tekrarı olmaktan öteye gidememekte siyasi partilerin… Zira bir partinin asıl zenginliği düşleridir. Silikleştikçe ve aynılaştıkça düşler daraldı ufuklar, birbirine karıştı renkler, aynılaştı diller, fukaralaştı partiler. Düşler yitirilip partiler fukaralaştıkça da harç olarak kendileri olmaya başladı seçilmiş sultan konumundaki liderler. Bu şekilde üyeleri tarafından tavaf edilir konuma geldiler.
Toplumun, cumhurbaşkanlığı seçimine kilitlendiği böyle bir zamanda siyasetin renksizliğini, sığlığını ve fukaralığını en küçük yapıtaşımıza kadar hissetmekteyiz. Böyle bir zamanda başka renkler yokmuşçasına tek renk çıkarılıyor toplumun karşısına: Dini sembolize eden yeşilin rengi. Ve cümlemizden bu renge bürünmemizi ve bu rengi sahiplenip peşinde koşmamızı istiyorlar. Koyu yeşilden kurtuluşu açık yeşilde buluyorlar kısacası. Ve bunu realiteyle açıklıyorlar: “Cumhuriyetin kazanımlarını korumak, cumhuriyeti yaşatmak ve ‘cumhuriyetle kavgalı’ AKP’den kurtulmak için bu şart” diye bir toplumsal algı yaratmak istiyorlar.
Oysa “Erdoğan gelmesin de kim gelirse gelsin.” perspektifinden başka bir şey değildir bu. Erdoğan’ı kendi silahıyla vurma olayı, bir başka deyişle. Kişiye endeksli politikalar ve düşman bellenen kişiyi devirme hırsı gözleri öyle köreltir ki kimi zaman, hata üstüne hata yaptırır insana. Buna en iyi örnek de engellenmek istenen Erdoğan’ın bizatihi kendisidir. Bize yabancı olmayan bu bakış açısını Suriye’de ondan gördük yakın zamanda çünkü. Erdoğan ve arkadaşlarından az duymadık “Esed gitsin de kim gelirse gelsin” cümlelerini. “Esed gitsin de kim gelirse gelsin” bakış açısı sonucunda ülkemizin kapılarını ve imkânlarını “Esed’e karşı savaşacak toplama cihatçılara” açmanın Ortadoğu’yu nasıl bir ateşin içine attığını ve ülkemizi nasıl bir tehlikeyle baş başa bırakıp yalnızlaştırdığını çok acı bir şekilde müşahade etti tüm ülke. CHP’nin de eleştirdiği, denenmiş ve iflas etmiş bu bakış açısını CHP’nin iç piyasada kuşanması ve kurtuluş diye topluma sunması realiteyle açıklanıp aklanacak basitlikte ve masumiyette değildir kanımca.
Suriye örneği sizi kesmezse ikinci örneğimiz tarihten olsun bu sefer de. Hem de kurtuluş diye ona sarılanların tarihinden. Evet, bu koyu yeşili önlemek adına açık yeşile bürünmek CHP’nin ilk defa sarıldığı bir vakıa değildir. 1949 yılında Demokrat Parti’nin önünü kesmek adına dönemin başbakanı Hasan Saka’nın istifa ettirilip yerine Şemsettin Günaltay’ın getirilmesi örneği tarihteki yerini koruyor daha. Demokrat Parti ile birlikte yükselen muhafazakârlığa-milliyetçiliğe karşı oyuna sürülen, döneminde “hurafelerden arınmış İslam’ın yüzü” olarak görülen Günaltay’ın yaptığı birçok dini uygulamaya karşın Demokrat Partinin yükselişini önleyemediğini yazar tarih sayfaları.
Tarih tekerrürden ibaret değildir elbet, bilirim. Lakin yine bilirim ki tarih hiçbir zaman tekerrür etmez de değildir. Kaldı ki barış sürecini yasal bir statüye kavuşturma girişimlerinin seçimlerden önce apar topar meclise getirilmesi saflaşmanın netleştiğini de göstermektedir. Dolayısıyla herhangi bir düş vaat etmeyen, günü kurtarmak adına kişilere indirgenmiş seçenekler rengi ne olursa olsun başarı şansı bulamaz. Bir anlığına başarsalar bile gerçek bir çözüm olamazlar toplumun sorunlarına. Sözün özü, düşsüzlüğün nihai sonucu siyasetten düşmektir bana göre. Yüzüstü hem de.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.