Zulmün TOMA’sı, biber gazı, tokadı, tekmesi varsa/Hakkın da Soma’sı, Roboski’si, Gezi’si, eğilmez başı, bükülmez beli vardır. Soma’daki facianın iki gün sonrasında International New York Times’ın birinci sayfasında manşet altında, sayfayı boydan boya kaplayan kocaman bir fotoğraf.. Tek bir kare; Türkiye’yi, hepimizi, her şeyi anlatıyor sanki. Yüzü kapkara bir madenci.. Kömür karasına boyanmış elleriyle yüzünü elleri arasına almış. […]
Zulmün TOMA’sı, biber gazı, tokadı, tekmesi varsa/Hakkın da Soma’sı, Roboski’si, Gezi’si, eğilmez başı, bükülmez beli vardır. Soma’daki facianın iki gün sonrasında International New York Times’ın birinci sayfasında manşet altında, sayfayı boydan boya kaplayan kocaman bir fotoğraf.. Tek bir kare; Türkiye’yi, hepimizi, her şeyi anlatıyor sanki.
Yüzü kapkara bir madenci.. Kömür karasına boyanmış elleriyle yüzünü elleri arasına almış. Acı, çaresizlik, utanç, çaresizlik, kaçış, insanın aklına bunlara benzer hangi duygular gelirse, hepsi, ciğerleri karbonmonoksit emmiş o işçinin kapkara fotoğrafında var. Müthiş bir kare. Binlerce satırlık yazı yazsanız, böylesine etkili bir anlatımı olamaz.
“Kim bu çok çarpıcı ‘tarihi’ makaleyi yazmış kişi” diye fotoğrafın altına bakıyorum; imza Agence France Press ama onun adına fotoğrafı çeken, ‘biz’den biri: Bülent Kılıç. Bence, yılın fotoğrafı ve fotoğrafçısı.
Hepimizi, her şeyi düşündürüyor. Acıyı, ülke insanlarının bitmeyen yasını, her birimizin çaresizliğini, 2014 yılında her birimizin içine düşürüldüğü utanç halini, işçilerin çilesini, kara bahtını, yürekleri kararmış bir iktidarın utanmazlığını, bunun karşısındaki aczimizi…
Her şeyi, hepimizi, o maden işçisinin yüzü ve elleri üzerinden anlatıyor sanki.
O fotoğrafın üzerinden üç gün geçti. Varılan noktada, Soma gerçeklerini bir türlü açıklamayan bir devlet.. Gerçeklerden korkan, vatandaşına sevgisiz, hoyrat, ‘genlerine zulüm yerleşmiş’ bir yapı.. Soma’da acılı insanların üzerine TOMA’ları doğrultan, karbonmonoksit yemiş ve hayatını kaybetmiş insanların şehrinde, o insanların yakınlarının üzerine biber gazı sıkmakta tereddüt etmeyen güvenlik güçleri.. Türkiye, Türkiye olalı vicdanını, ahlakını, insafını, şefkatini, insaniyetini böylesine kaybetmemişti. 1999’daki depremi bir hatırlayın ve 2014’teki Soma faciası ile bir karşılaştırın; farkı hissedeceksiniz.
“Balık baştan kokar” misali, vicdansızlık en tepede kendini gösterince, dalga dalga alta doğru büyüyerek ve ‘kraldan fazla kralcı’ üreterek geliyor.
En tepedeki kişi, daha bir hafta önce Danıştay’ın kuruluş yıldönümünde olmadık davranışlar sergilemişti. O gün, Cumhurbaşkanı’nı teşrifatçı durumuna düşürmüş, peşinden sürükleyip salondan çıkıp gitmişti. Bir devleti devlet yapan bazı nitelikler, o gün, o salonda yerle bir edilmişti.
Soma’da protestolarla karşılaşınca vatandaşını tokatlaması, Ankara’da Danıştay töreninde Barolar Birliği Başkanı’nın üzerine yürümesinin, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı azarlamasının, İstanbul’da TÜSİAD Başkanı’nı vatan haini ilan etmesinin devamıdır aslında.
Özel güçlerin yere yatırdığı savunmasız vatandaşa gaddarca tekmeler indiren ‘müşavir’inin davranışı da ‘imam-cemaat’ darbımeselini hatırlatıyor.
Yine de bir başka unutulmaz fotoğraf vermiş oldu ‘müşavir’. Pahalı takım elbisesinin arasından fırlayan kravatı tekmelerinin şiddetinden havada uçuştuğu sırada, madenin içinde kim bilir kaç can daha havasızlıktan boğuluyor, bir soluk daha alabilmek için çırpınıyordu.
Tıpkı o saldırgan ‘müşavir’ gibi, bu iktidarın kanatları altındaki Soma Holding’in sahipleri olanca pişkinlikleri ile bir yanda; ölümlerine sebebiyet verdiği yüzlerce işçi toprak altında.
Bu dehşet ‘kontrastlar’, AKP iktidarının ne hale geldiğini de gösteriyor. Gaddarlık ve zulüm, bu iktidar sahiplerinin ‘alametifarikası’ olmuştur. Aslına bakarsanız, Roboski’den beri bu böyle…
Roboski’de, dehşetle, üzüntüyle ve derin bir hayal kırıklığı ile iktidarın tepesinde oturan adamın kişiliğinde ‘zalimce’ bir yan bulunduğunu, öyle icap ettiği takdirde, gözünü kırpmadan bu ülkenin insanlarına ‘zulüm’ yapabileceğini gördüm.
Ya da iktidarı için öyle gerekiyorsa, zulmün üstünü örtebileceğini.
O günlerde sıtkım sıyrıldı…
Gezi, benim nezdimde onun pullarının daha da dökülmesine, içindeki ‘zalim’i ortaya çıkartmasına daha da görünür biçimde vesile oldu. Gezi’nin can kayıplarına ilişkin, yaşlarına bakmaksızın –ama mezhep kökenlerine bakarak- duyduğu kayıtsızlık ve ortaya koyduğu duyarsızlık, –son örnek Berkin Elvan- tek kelime ile feci idi.
Zalimlerin ortak bir yanı vardır. Böylelerinin, şiir okurkenki duyarlılıkları, kimi zaman döktükleri gözyaşları da hastalıklıdır. İçlerindeki merhamet ve şefkat duyguları ile ilgili değildir. İdeolojik angajmanlarının dışavurumudur.
Nitekim, CNN Türk’te önceki gece Soma’da Rıdvan Akar ile konuşan bir maden işçisi gayet net bir dille, iktidarın başının bu yönünü teşhis etmiş, şunları söylüyordu:
“Rabia selamı verip ağlıyorsun da burada senin 300-400 vatandaşın öldü gözyaşı dökmüyorsun. Sen önce kendi halkına sahip çıkacaksın ki ondan sonra Mısır’a sahip çıkabilesin.”
17 Aralık, iktidarın başının dengelerini ve akli melekelerini adeta onulmaz biçimde zedeledi. Tapelerden öğrenilenler, 17 Aralık’tan bu yana bürokraside yapılansözde temizlik, Soma linyit kömürünün renginden çok daha kara, Soma maden ocaklarından çok daha karanlık çıkar ilişkilerini gözler önüne serdi.
17 Aralık ve ardından gelen tapelerin, 30 Mart seçim sonuçlarını gereğince etkilememiş olması, iktidarın başının dengelerini altüst ettiği ve iktidara tutunmak için elinden gelen her şeyi yapabileceği gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Öyle ki iktidarın başı, en az siyaset kadar tıbbın konusu haline gelmiş bir görüntü veriyor. Şayet, kendisine ‘dur’ diyen hiç kimse, hiçbir kurum ve mekanizma kalmazsa bütün bunlar teker teker bertaraf edilirlerse; o da günü gelir, kafası kızarsa, ülkeyi savaşa da sokabilir.
Ya da ulusu, pekâlâ, ‘iç savaş’a da sürükleyebilir.
Böylesine dağılmış ve kendini kontrol edemez hale gelmiş bir kişi, bir de yetkileri arttırılmış bir cumhurbaşkanı olmak ve 10 yıl ülkenin tepesinde ‘dokunulmaz’ ve ‘dediğim dedik’ biçimde oturmak istiyor.
Tehlike büyük. Durum çok ciddi.
Soma’da yaşananlar, kaybedilen canların yanı sıra bundan sonra kaybedilebilecek canlar bakımından uyarıcı olmalı. Soma’da 300 dolayında kişi can verdi. Sorumlu yok. Tek bir istifa yok.
Peki ne var?
Tokat var, yumruk var, tekme var. Karbonmonoksit gazıyla hayatını kaybetmiş insanların bağrı yanık yakınlarına biber gazı atmak, su sıkmak, zulmetmek var. Akıl tutulması var.
Sanki “Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa/ Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır/ Ey hak yaşa/ Ey sevgili millet yaşa/ Yaşa, varol!” dizelerini ‘Millet Şarkısı’nda haykıran Tevfik Fikret’in zamanlarındayız. Tevfik Fikret, bu günleri yaşasa, ‘Millet Şarkısı’nı şöyle yazar mıydı acaba?
“Zulmün TOMA’sı, biber gazı, tokadı, tekmesi varsa/Hakkın da Soma’sı, Roboski’si, Gezi’si, eğilmez başı, bükülmez beli vardır…”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.