Yüzlerce insan, yüzlerce can, yüzlerce kardeş, eş, evlat, baba… Yerin yedi kat altında can verdi Soma’da. Kimileri yavrularına ekmek götürebilmek için, kimisi kızının çeyizini alabilmek adına, kimisi yavrusunun kulağına ses olacak işitme cihazı alabilmek, yavrusuna ses olabilmek için inmişti o cehenneme. Hele birisi var ki çocuğunu kurtarmak adına inmiş kurtaramayınca da ona sarılıp ölüme gitmiş, […]
Yüzlerce insan, yüzlerce can, yüzlerce kardeş, eş, evlat, baba… Yerin yedi kat altında can verdi Soma’da. Kimileri yavrularına ekmek götürebilmek için, kimisi kızının çeyizini alabilmek adına, kimisi yavrusunun kulağına ses olacak işitme cihazı alabilmek, yavrusuna ses olabilmek için inmişti o cehenneme. Hele birisi var ki çocuğunu kurtarmak adına inmiş kurtaramayınca da ona sarılıp ölüme gitmiş, giderken de kurtaramadığı evladından af dilemiş… Dayan dayanabilirsen…
Ve sonra, ülkenin her çöpünden bile sorumlu olması gereken yetkililer, teknolojinin emeklediği bin sekiz yüzlü yıllarda cereyan eden kazalara sarılarak, bunların yetmediği yerde ise kaderi öne sürerek yaşanan katliamı olağan göstermeye ve bu katliamdaki siyasal sorumluluklarını gizlemeye çalıştılar. Oysa bu, ne mukadderat ne fıtrat… Ne iş kazası ne de iş cinayeti. Şuursuzca yapılan açıklamalar tek kelimeyle ifrat ve bu yaşanan düpedüz katliam… Yüzlerce kişinin göz göre göre ölüme gönderildiği bir olaya cinayet denmez, kaza ise hiç denmez. Bunun sorumlularını sistem, kapitalizm, neoliberalizm gibi süslü kavramlarda aramaya da gerek yok. Bunca maktulün olduğu bir yerde buna sebep olanları tarif etmek yerine açıkça söylenmekten çekinilmemeli. Şüphe yok ki bir insanın en azından siyaseten de olsa katil olabilmesi için eline bıçak alması ya da tetiğe basması gerekmez. Bazen söylenen bir söz, yapılan bir hareket ya da yapılmayan bir görev, yerine getirilmeyen bir sorumluluk ve bunların sonucunda oluşan cinayetler sizi siyaseten katil yapar. Dolayısıyla Soma’da yaşanan katliamın tek sorumlusu devlet ve devleti yönetenlerin bizatihi kendileridir. Devlet sosyal devlet olsaydı, yurttaşlarını bir kuru ekmeğe muhtaç etmeseydi, o madencinin çocuğuna işitme cihazını çok görmeseydi belki de birçok madenci o cehenneme inmeyecekti. Sosyal devlet anlayışını egemen kılmak yerine sadaka düzeni kurulmasaydı bunca acı belki de yaşanmayacaktı. Yetkililer taşeronlaşmayı devlet anlayışı haline getirip yaygınlaştırmasaydı onca ölüm belki de olmayacaktı. Yetkililer madenleri gerçekten denetleselerdi ve standartlara uymayan madenleri kapatsalardı maden ocakları bu kadar ilkel şartlara haiz olmayacaklardı. Soyut rakamlarla fert başına düşen milli gelir zırvalarıyla övünen yetkililer, milli geliri adil paylaştırsalardı biz yoksullar bu kadar kolay ölmeyecektik. Devlet, kurulduğu günden bu yana yoksulların, emekçilerin halkın devleti olabilseydi böylesine ucuz ölümler olmayacaktı. Lakin devlet, devlet olalı hep zenginlerin hakkını, hukukunu savuna geldiğinden olanlar hep garibanlara olmaktadır.
Peki, bu vahim olaydan sonra değişen bir şey olacak mı? Üzülerek söylemeliyim ki hayır. Öyle bir paradoksun içindeyiz ki işimizi kaybediyoruz, işimizi kaybetmemize vesile olanları sorgulayacağımıza verdikleri birkaç aylık işsizlik ödeneğine şükür eder hale geldik. Canlarımız koparılıyor canlarımızdan bunlara sebep olanlardan hesap sormak yerine verilen ölüm aylıklarına “mutlu olur” hale geldik. Sözün kısası belimizi doğrultacak dermanı kendimizde bulamayacak hale gelip daha da yoksullaştırıldıkça biz, bizi yoksullaştıranların sadakalarına mahkûm olup onları alkışlar hale geldik. Zaten sadaka düzeninin asıl amacı da bu değil mi? Babalarından miras olarak devralmış bir şirketin patronuymuşçasına devlet yönetilip, zenginler şirketin ortağı, geri kalanlar ise şirketle hiçbir bağı olmayan ve hayırsever şirket patronlarının hayırları olmasa zaten bu dünyada da yerleri olmayan insanlarmış gibi bir muamele güdülmüyor mu? Ve işin acı tarafı odur ki bunu bile kanıksamış vaziyette değil miyiz?
Çözüm mü? Bu kadir kıymet bilmez sadaka düzeninin değişmesinden gayri başka bir çözüm bilemiyorum ben. Bunun için de önce gücümüzün farkına varmak, bir olmak, birlik olmak ve ayağa kalkarak haklarımızı savunmak zorundayız. Hem de sadece acılı günlerimizde ve bıçak kemiğimize dayandığında değil.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.