Liberalizmin koçbaşı ve Erdoğan’ın buzkıranı A. Altan ya istifa ya da intihar etmelidir. Kastımız fiziksel intihar değildir. Kimsenin eti, kemiği, yağı bizi ilgilendirmez. Kastımız beyinsel intihardır. İsterse Aldatmak ve Son Oyun tadında romanlarına devam edebilir Ahmet Altan, sosyalistliği referans vermeye başlamış. Hem de generallikle beraber. Hayırdır! Babası ünlü bir yazar, pardon “çok ünlü bir yazar”. […]
Liberalizmin koçbaşı ve Erdoğan’ın buzkıranı A. Altan ya istifa ya da intihar etmelidir. Kastımız fiziksel intihar değildir. Kimsenin eti, kemiği, yağı bizi ilgilendirmez. Kastımız beyinsel intihardır. İsterse Aldatmak ve Son Oyun tadında romanlarına devam edebilir
Ahmet Altan, sosyalistliği referans vermeye başlamış. Hem de generallikle beraber. Hayırdır!
Babası ünlü bir yazar, pardon “çok ünlü bir yazar”. Hem de “İstanbul’un ilk sosyalist milletvekili”. Dedesi de “İsmet Paşa’nın okuldan komutanı bir general”miş. “Sosyalist ve general” A. Altan için iyi referans mı, kötü referans mı? Bilemem.
Generalin kızı, sosyalist milletvekilinin anası olan babaannesine bir gazeteci “genelevde çalıştı, vesikalı” demiş. Onun için bu referansları veriyor. Benim babaannem ne general kızı ne de milletvekili anası. Eğer bir gazeteci “vesikalı” deseydi; zavallı kadın kendini nasıl savunurdu?
Meclisteki fezleke görüşmelerinde eski içişleri bakanı Muammer Güler de “Bir bakan şüpheli olarak addedilemez” demiş. Vesikalı ve şüpheli olmak da yoksullara ait. Seçkincilik ve beyaz Türk olmak budur herhalde. Altan “Gazetecilerin % 99’unun ALÇAK ve KORKAK” olduğunu anlatırken söylüyor bunları. Örnekler veriyor:
– “İtalya’da Sacco ile Vanzetti’nin idamına yol açan gazeteciler.
– Almanya’da Reichstag (Parlamento) yangınını komünistlerin yaptığına Alman halkını inandıran gazeteciler.
– Fransa’da Dreyfus’un haksız yere hapis yatmasına neden olan gazeteciler.”
Hepsi % 99’a giren alçak gazeteciler.
Bir örnek de biz verelim;
Türkiye’de meşhur Ergenekon ve Balyoz davaları ile onlara yamamaya çalışılan Devrimci Karargah davasındaki CD’lerin “delil”lerin kamuoyuna, savcılıklara nasıl ulaştığını herkes biliyor.
İyi saatte olsunlar mı, F Tipi mi, Altan’ın gazetesi “Taraf”a ulaştırıyor, Altanlar da “Taraf”sız bir şekilde yayımlıyordu.
1 hafta önce, ABD’nin en büyük siber suçlar konferansında, önemli dijital bilişim şirketlerinden Arsenal’in Başkanı Marx Spencer’in “Ergenekon ve Balyoz SOFİSTİKE bir dijital SAHTECİLİK” başlıklı sunumunda “… gerçek şu ki niyetini bozmuş ve teknik olarak yetkin düşmanlar, delillerle oynayarak, ulusların güç yapılarını değiştirebiliyor” diyor.
O, CD ve belgelerin ne kadarının sahte ve düzmece olduğu gazetelerde defalarca yazıldı.
Bunların halka yedirilebilmesi için, 6 eski genel yayın müdürünün bir proje olduğunu söylediği (Oral Çalışlar, kendisi de genel yayın müdürü idi) Altan’ın TARAF’ı gibi gazeteler ve Mehmet, Ahmet, Şahin, Ali gibi (kısaca M.A.Ş.A) diyelim -aman bu hakaret olarak algılanmasın sadece kısaltmadır. Çünkü arada noktalar var- gazeteciler gerekli idi.
O CD’ler sahte mi gerçek mi bir yana bırakalım. Altan “biz darbecilere karşı TARAFız” da diyebilir. Pekala… Ya o davalara yamanmaya çalışılan Devrimci Karargah davası? Sağı solu milletvekili, gazeteci, Polis Akademisi yetkilisi vs. olan birisi, o davada yargılananların siyasi kimliğini bilmez mi? Üstelik onlardan biri legal bir partinin genel başkanı, ikisi legal bir derginin çalışanı, sözcüsü olduğunu bangır bangır bağırırken, Altan etrafına iki telefon açıp gerçeği öğrenemez mi? Ama yapmaz.%99 içindeki gazeteci olmak böyle bir şey olmalı. Çünkü Altan’a göre “…gazeteciliğin en büyük ALÇAKLIĞI ve sahtekarlığı yayınladıkları değil, (bildikleri halde b.n.) yayınlamadıkları haberlerde saklıdır.”
Devam ediyor Altan; “Gazeteciliğin başındaki ikinci bela gazete patronlarıdır. Hem devletle, hem de ilan veren patronlarla iyi geçinmek isterler. İktidara karşı muhalefetten ve ilan verecekleri kızdıracak haberlerden hoşlanmazlar.” Neden hoşlansınlar ki? Onların amacı kar etmek ve iktidarlara yaranmak.
Ama bir zamanlar gazeteciliğe tipo el baskıları ile, entertip, rotatiflerle başlayıp iyi kötü kurumsallaşan mesleki ilkeleri ve etik değerleri olan gazete patronları da vardı.
Yeni döneme ayak uyduramadılar. Artık gazeteciler sadece gazetecilikle değil, her tür ticaret, sanayi ve yatırımla uğraşmalıydı.
Ne demişti A. Altan? “Ekonomi tamamen özelleşmeli ve liberalleşmeli, döneme ayak uyduramayan verimsiz işletmeler kapanmalı, kamu işletmeleri tasfiye edilmeli, devlet elinde ne varsa, üçe-beşe bakmadan satılmalıdır. Devlet manav, bakkal değildir. Bu işletmeler yan gelip yatma yeri değildir (tekel işçileri için söylemişti ), üstelik rüşvet ve yolsuzlukla siyaseti kirletiyorlar. Siyaset rüşvet, irtikap, para ilişkisine dönüyor.” Hatta liberal fikirdaşı M. Barlas, büyük bir orman yangını sonrası hızını alamayıp, “orman yangınlarını önlemek için ormanları özelleştirmeliyiz” gibi dahiyane çözümler bulmuştu.
Her şey özelleştirildi. Kamu işletmeleri, yollar, köprüler, ormanlar, sahiller, şehirlerdeki yeşil alanlar, her şey özel sektöre, yok pahasına devredildi.
Hırsızlığın, yolsuzluğun önü mü kesildi? Siyaset mi temizlendi? Yoksa tarihimizin en yaygın ve derin yolsuzluk, rüşvet ağına mı girdik? Yerlisi az geldi, İran’dan becerikli ortaklar bulundu. Ali’ler, Cengiz’ler inşaattan turizme, enerjiden medyaya hakim olup, Ali $Cengiz oyunlarıyla siyaseti nasıl kirlettiklerini her gün yaşıyoruz. Liberalizm işte böyle bir şey.
Ahmet Altan, Aristo’ya sekiz takla attıracak mantığıyla; ekonomi liberalleşirse, demokrasi ve özgürlüklerin otomatikman geleceğini vaaz ediyordu. Çünkü liberalizm ne baskı ve şiddet, ne de irtica ve gericilik ortamında yaşayamazdı. Üstelik AB yolu da otomatikman açılırdı.
“İhracatı 120 milyar dolara yaklaşan, üstelik bu ihracatın önemli kısmını Anadolu’daki muhafazakar sermayenin (bir zamanlar adları Anadolu Kaplanları idi) yaptığı ülkede irtica olmaz. Avrupa yolunun kapanmasını ve ihracatın durmasını istemezler.” (15 Ocak 2011 Taraf, Ahmet Altan).
Ekonomide Altan’ın istediği her şey yapıldı.
“Eğer bu hükümet siyaseti de ekonomi gibi yönetebilseydi, şimdi dünyanın en mutlu ülkesinden birinde çubuğumuzu tüttürüyor olacaktık…
Avrupa’nın başaramadığını başardık…
Bu iktidar ekonomi mucizesi yaratacak kadar akıllı…
Şu müthiş ekonomik başarının tadını… vb (6 Kasım 2012, Taraf, A. Altan).
Özelleştirme ve liberalleşme özgürlükleri ve demokrasiyi getirdi mi? TOMA’ları, öldürülen gençleri, ceza evlerindeki on binlerce insanı bir yana bırakalım, biz sözü yine Altan’a verelim.
“Başbakan baskıcı bir ŞİRRETLİĞİ tercih ediyor. Bazı haberler insanı ürpertiyor… İşkenceye sıfır tolerans diye seçim kazanmış bir iktidar, insan hakları mahkemesinin işkenceden sorumlu tuttuğu bir yetkiliyi bu iktidar çok kritik bir göreve getiriyor.”
Bu hükümetin şu anda yaptığı baskı ve işkenceleri “ŞİRRETLİKLERİ” Altan’ın ağzından okumak isteyenler, internette bir tur atabilirler.
Hani “liberal ekonomi özgürlük ve demokrasi olmadan yapamaz”dı?
Demek ki neymiş? Liberal ekonomi; her şeyin sermayeye peşkeş çekildiği, çalışanların kat be kat yoksullaştığı, bunların yapılabilmesi için de her türlü muhalefetin ve örgütlenmenin ezilmeye çalışıldığı baskı, işkence, rüşvet ve yolsuzluğun adıdır.
Bir zamanlar Erdoğan, A. Altan’ın gözünde “dünyanın en yiğit, en kabadayı, en karizmatik, en demokrat… başbakanı”ydı. Yine isteyen arşivlerde bu övgüleri bol bol bulabilir. Taraf o yazılarla dolu. Şimdi ise, baskıcı, şirret, AB yolundan çıkmış…. kof bir kabadayı.
Bu değişikliklerin nedeni ne?
“Erdoğan’ın içinden başka bir Erdoğan’ın çıktığını söyleyebiliriz. Siyaseten de Erdoğan’daki değişiklik açıklanamıyor bence. Geriye kalıyor PSİKOLOJİK nedenler…. Bilemediğim bir nedenden dolayı aslının bozulduğunu sanıyorum. Çok ÜRKÜTÜCÜ bir durumla karşı karşıya olduğumuzdan endişe ediyorum. (22 Mayıs 2012, Taraf)
“…Erdoğan bir tek sorunu çözemiyor. ÇAPI YETMİYOR.” (2 Mayıs 2014, Taraf)
Olmadı be A. Altan! Olmadı! Senin gibi dede general, baba çok ünlü sosyalist milletvekili, entelektüel ortamın derya denizinde büyümüş birine bu sığlık yakışmadı. Bilemediğin psikolojik bir nedenle bozulduysa, bilemediğin psikolojik bir nedenle de düzelebilir. Başına bir saksı mı düşer? Rüyasına ak sakallı bir dede mi girer? Zaten başta Taksim ve Gezi olmak üzere, Türkiye’nin tüm meydanlarında bir dede dolaşmaya başladı. Ama ak sakallı mı yoksa kara sakallı mı bilemem.
***
Altan “Avrupa’yı kıskandıracak ekonomi”mizin keyfini “çubuğunu tüttürerek” çıkarırken, 300 işçiye mezar olan kömür ocaklarının dumanı da halen tütüyor. Altan’ın tüm öngörüleri çıktı.
Her şey özelleştirildi; verimlilik arttı. Devletin 124 TL’ye mal ettiği kömürü “Anadolu Kaplanı”mız 24 TL’ye mal etti. Bedellerini en önce maden işçisi ölerek ödüyor. Artık tekel işçisi gibi kimse yan gelip yatamıyor.
Liberal ekonomide ücretler ve fiyatlar piyasa şartlarına göre özgüre belirlenecek idi. Belirlendi. Soma kömür işçisi Ramazan İltiş “devlet madeninde çalışan işçi 3000 TL maaş alıyor. Biz günde 12 saat çalışarak 800-1700 TL arasında alıyoruz”; babası ve kardeşi ölen bir işçi de bir soru üzerine “başka çarem mi var? Yarın o madene girip çalışmak zorundayım” diyerek özgür özgür(!) ücretlerini belirleyip çalışma tercihlerini yaptılar.
Özgürlükler artacaktı. Ülkemizde ne sendika bırakıldı, ne dernek. % 5 sendikalaşma oranı ile dünyanın bu konuda en kötü ülkesiyiz. İster 3 kişi, ister 300.000 kişi bir araya gelip en masumane bir isteğini veya protestosunu belirtse, başlarına neler geldiğini görüyoruz.
Zorun ve şiddetin rolü tarihsel olarak bitmişti. Hepimiz bir gemideydik. Sorunları demokrasi içinde çözecektik. Biz Altan’ı sözcümüz kabul edelim. Kömür patronları ve iktidarla konuşa konuşa çözsün. Ama lütfen önce cinayetlerine, gazına, kurşununa, danışman tekmesine, başbakan tokadına, yani devlet ve sınıf zoruna karşı bir çözüm bulsun. 150 yıldır bizim bildiğimiz devlet ve sınıf zoruna karşı sınıf zoru.
Türkiye hukuk devleti olacaktı. Oldu. Ankara’daki başbakanlık konutunun yapımını yargı durdurdu. Ne diyor R.T.E.? “Ne karar alırlarsa alsınlar, o inşaat bitecek, ben de girip oturacağım.” Taksim için ne demişti? “Kim ne karar alırsa alsın, nasıl protesto ederse etsin, Taksim’e kışla binası da yapılacak, cami de yapılacak.” Dahiliye Nazırı geri kalır mı? Bir emrine, “suç işlemiş oluruz. Yarın hesap sorarlar” diyen polis yetkilisine “sen kapıyı kır, al! Akşama bir kanun yapar, onu suç olmaktan çıkarırız…” Liberal hukuk da bu olmalı.
RABİA’mız (Rüşvet, Avanta, Baskı, İşkence=AKP) vardı. Şimdi 4 M’miz var.
Miberalizm (Müslüman muhafazakar liberalizm)
Memokrasi (Müslüman muhafazakar demokrasi)
Mukuk (Müslüman muhafazakar hukuk)
Mözgürlük (Müslüman muhafazakar özgürlük)
Devlet manav, bakkal olmayacaktı. Olmadı. Ama kasap olup halkımızı kıyım kıyım kıymakla meşgul.
Şimdi Mehmet’i, Ali’si, Çandar’ı, Oral’ı (siyasetin MAÇO’ları) mızıldanmaya başladılar. Sevdiği kızın makyajı dökülünce “benim sevdiğim bu değildi” diyen delikanlı gibi, “bizim sevdiğimiz Erdoğan bu değildi” diye ağlaşmakla meşguller.
Şimdi de Erdoğan’ın Soma cinayeti konusundaki değerlendirmelerini sığ ve çapsız olarak görüyorlar. Erdoğan maden ölümlerini diğer ülkelerle kıyaslarken şu örnekleri vermişti.
İngiltere’de 1862’de 204 işçi
ABD’de 1907’de 362 işçi
ABD’de 1913’te 263 işçi
Fransa’da 1906’da 1100 işçi
Japonya’da 1913/15’te 1100 işçi öldü.
100-150 yıl öncesiyle 2014’ü nasıl kıyaslarsın diye eleştiriyorlar. R.T.E.bilerek mi yaptı bilmiyorum ama, kapitalizm süreçleri açısından Türkiye’nin 2000’leri kıyaslanabilir. Yıllar veya çağlar her ülke için aynı şeyi ifade etmez. Örneğin Amazon yerlileri, Afganistan, Türkiye, İngiltere için 2000 aynı 2000 değildir. Türkiye 2014 yılında tam da ABD, İngiltere, Fransa’nın 1800-1900’ünü yaşamaktadır. Vahşi, talana dayalı, emek yoğun sömürü ile sermaye birikimi ve buna uygun cinayetler, işkenceler ve hapishaneler. AKP iktidar olalı beri, Anadolu Kaplanları veya Müslüman muhafazakar işadamları (Mişadamları) yukarıdaki tabloya uygun sermaye birikimi yapmaktalar. İşin ilginç yanı, Avrupa merkezci anlayışı eleştiren aydınlarımız bile bunun farkında değil.
R.T.E. madencilik gibi işlerin fıtratında (fıtrat: doğuştan gelen karakter ve özellik) böyle ölümler var. Üstelik kader ve takdiri ilahi denilen bir şey var dedi diye herkes küplere biniyor. Evet, liberal ekonominin, kömüre dayalı enerjinin, emek yoğun üretimin fıtratında toplu ölümler vardır. Bu bazen maden “kazalarıyla”, bazen her gün birer ikişer soba zehirlenmesiyle, bazen hava kirliliğiyle uzun zamana yayılarak olur. Bu takdiri kapitalizmdir. Bu sistem böyle kaldığı sürece bu bir KADERdir. Alın yazısıdır. Bugün Türkiye’de , dün Japonya’da. Nükleer enerjinin fıtratında da doğanın, tüm canlıların yok edilmesi, toplu ölümler vardır. Ve bu bir KADERdir. Emperyalist ülkeler kömürü, nükleer enerjiyi terk ederken, Türkiye yeni yatırımlar yapmaya başladı. 10-15 yıl sonra da nükleer enerjinin fıtratını ve nükleer KADERi konuşacağız.
***
Başta Altan, bütün MAŞA ve siyasi MAÇO’lar, sorumluların istifa etmesini istiyorlar, hatta Japonya’da, Kore’de intihar eden yetkilileri örnek veriyorlar.
Bırakalım hükümeti, bizim meclisin TAMAMININ fıtratında böyle bir şey yok. Ama onlardan önce istifa ve intihar etmesi gereken AKP iktidarına politik ve ideolojik koçbaşılık yapan Ahmet Altan’dır. 300 işçinin ölümü de dahil olanların en büyük sorumlularındandır. Belki onun istifa veya intiharı Türkiye’de bir gelenek başlatabilir. İstifadan kastımız yazarlıktan istifadır. (İsterse Aldatmak, Son Oyun tadında romanlarına devam edebilir) İntihardan kastımız: aman yanlış anlaşılmasın, fiziksel intihar değildir. Kimsenin eti, kemiği, yağı bizi ilgilendirmez. Liberalizmden intihar etmelidir. Belki o zaman yüzünün karası temizlenebilir.
17 Mayıs 2014
Not: Yazarımızın adı, bundan önceki “Al sana İslami demokrasi” başlıklı yazısında, yanlışlıkla Ali Eryılmaz olarak geçmiştir. Düzeltir, özür dileriz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.