“Gazeteler, hükümetin dilediğini çalacak bir piyano gibi olmalıdır..” Bu cümleyi Erdoğan ya da AKP kurmaylarından biri söyledi desem, kuşkusuz inanmazsınız. Öyle ya, onlar piyanodan falan hoşlanmaz. Hatta Bülent Arınç’ın vaktiyle söylediği gibi piyanodan ve klasik müzikten / cazdan hoşlananlara “marjinal” gözüyle bakarlar. Söylemeseler bile “Müslüman sayılmaz” iması yaparlar! Evet, bu sözün sahibi onlar değil. Goebbels. […]
“Gazeteler, hükümetin dilediğini çalacak bir piyano gibi olmalıdır..”
Bu cümleyi Erdoğan ya da AKP kurmaylarından biri söyledi desem, kuşkusuz inanmazsınız. Öyle ya, onlar piyanodan falan hoşlanmaz. Hatta Bülent Arınç’ın vaktiyle söylediği gibi piyanodan ve klasik müzikten / cazdan hoşlananlara “marjinal” gözüyle bakarlar. Söylemeseler bile “Müslüman sayılmaz” iması yaparlar!
Evet, bu sözün sahibi onlar değil. Goebbels. Hitler’in iktidara gelmesinden kısa süre sonra gazetelerin genel yayın müdürlerini toplayıp bu talimatı veren Propaganda Bakanı Goebbels.
Piyano teşbihi.. Aradaki 80 küsur yıllık tarih farkı.. En önemlisi de dinsel ve ulusal zıtlıklar..
Fark etmiyor.
Kafa aynı kafa. Anlayış aynı anlayış.
80 küsur önce Almanya’da yapılan, bugün Türkiye’de yapılıyor. Hem de nasıl tüyler ürperten benzerliklerle.
EN ETKİLİ SİLAH!
Bu anekdotu ve ayrıntıları, Onur Öymen’in “BİR PROPAGANDA SİLAHI OLARAK BASIN” kitabında okudum.
CHP’nin –bir zamanlar çok tartışılan- eski yöneticilerinden Onur Öymen, uzun süredir siyasetin çeperlerinde dolaşıyordu. Sesini sedasını duymuyorduk. Derken, benim açımdan çok güzel bir sürprizle, masamda kitabını buldum.
Kitap, binlerce yıl öncesini kapsayan çok kapsamlı bir araştırma. Eski Çin’deki örneklere de yer veriyor.. İnsanlığın en büyük hazinesi kütüphanelerin –bu arada Hıristiyan imparatorun emriyle Antakya Kütüphanesi’nin- yakılışını da anlatıyor..
Ancak kitapta elbette en önemli yeri, Türkiye’nin bitmez tükenmez sansür / baskı / kara propaganda örnekleri alıyor.
İtiraf edeyim, basın içinden böylesine kapsamlı bir araştırma okumadım. Rakamlar.. Alıntılar.. Öyküler.. Son derece etkileyici.
Sadece İkinci Dünya Savaşı, yani İnönü dönemine dair yazdıklarına eleştirim olabilir. O dönemi, İnönü lehine bir hayli yumuşatarak geçmiş. Oysa, Sarayburnu’nda aylarca kış soğuklarında bekletilen Yahudi mülteci gemisi Struma’ya gösterilen “duyarsızlık” bile “o zamanın ruhunu” anlatır. Motoru parçalanmış Struma ile ölüme gönderilen yüzlerce Yahudi o günlerde “haber olamamışsa”, bugün onun öyküsü yazılmalıdır. O öykü üzerinden de döneme bakılmalıdır.
AKP’NİN İNCE SAZ EKİBİ
Yine de, hiç kuşkusuz teslim etmek gerekir.. Bugün yaşananlar, Türkiye Cumhuriyeti’nde pek az görüldü. Medya, “bir propaganda silahı” olarak böyle fütursuzca pek az kullanıldı.
Her gün bir kale daha düşüyor medyada. AKP yandaş gazete / TV sayısını arttırdıkça arttırıyor. Yanına alamadıklarını da, malum, ekonomik baskı ya da benzeri yöntemlerle sindiriyor. Susturuyor.
Sonuçta öyle bir hale geldi ki medyamız, Türkiye’nin çok ama çok büyük bir bölümü AKP’nin propagandasını haber niyetine okuyup izliyor. Goebbels’in yıllar yıllar önce istediği, bu topraklarda gerçekleşiyor. Medya, hükümetin istediğini çalan bir enstrümana dönüştü, dönüşüyor.
Peki ne olacak bu işin sonu?
Yanıtını, Onur Öymen’in kitabında yer verdiği The New Yorker yazarlarından A. J. Liebling’in sözüyle vereyim:
“Basın özgürlüğü, onu mücadele ederek kazananlar içindir.”
BEDEL ÖDEMEK!
Dün, Medya Mahallesi programında konuğum olan TARAF yazarı Amberin Zaman anlattı. Bir süredir maaş almadan yazıyorlarmış TARAF Gazetesi’nde. Üstelik geçici olarak değil.. Bir gün gelip almak üzere değil.. Zorunlu bir gönüllülükle!
“Ak Parti her yeri kuşatmış durumda. Aradaki gediklerde oksijen, nefes alabiliyorduk. Manevra alanımız daha genişti. Şimdi ya onlardansın ya da değilsin. Ben mesela maaş almadan çalışıyorum. Başka bir seçeneğim yok çünkü. Ben Türk okurundan kopmak istemiyorum. Taraf’ta yazmaya devam ediyorum. Bunu bu kadar deşifre etmek de ayıp belki gazeteme. Ama ben de tecrübeli bir gazeteciyim. Ürettiğimin bir değeri olduğunu düşünmek istiyorum. Ama buna zorlanıyoruz. Artı 1’de olup bitene bir bakın. Bir de, bizim konumumuzu istismar eden medya patronları var. Demokrasiyi bunlara teslim edemeyiz diyen medya patronları sonra bizi istismar ediyor. Ayıp yani.”
Evet, Amberin’in programda da kabul ettiği üzere, TARAF Gazetesi, vaktiyle “askeri vesayetin ortadan kaldırılması” adına çok yanlış şeyler yaptı.
Ama bunun bedelini, Amberin.. Ya da gazetenin gencecik insanları, örneğin Hayko Bağdat gibi sahiden severek okuduğum yazarları ödememeli.
Karşı Gazetesi’nin, artı 1’in ve ayakta durmaya çalışan nice gazetenin, televizyonun çalışanları.. Meslektaşlarım ödememeli..
Ya da, onlar böyle ağır bedeller öderken, örneğin TARAF’ın o günahlarının sahibi Ahmet Altan karşımıza kahraman gibi çıkmamalı.. Çıkıp bir de nutuk atmamalı..
Beni / bizi bırakın ama Amberin’e ve arkasında bıraktığı gazetecilere ayıp oluyor çünkü.
FÜSUN NİHAYET ÖZGÜR
Hiç tanımıyorum.. Sadece bir kez, karar duruşmasında beş on saniyelik bakışmamız.. Ve o bakışla kucaklaşmamız var. O kadar.
Ama Füsun benim için bir kız kardeş.
Özgür Radyo’nun kurucusu Füsun Erdoğan, akıl almaz bir dosya ile 8 yıl tutuklu yargılandı. Hollanda’da yaşayan oğlundan ayrı kaldı. Sağlığından oldu. Umudunu ve cesaretini hiç kaybetmese de, dile kolay, 8 yıl bir cezaevinde örselendi, incindi.
Ve dün.. Hollanda’dan arayan ablası Şengül müjdeyi verdi: Füsun sonunda özgür.
Dün tahliye oldu Füsun.. Umarım bugünlerde buluşuruz. Kucaklaşırız. “Darısı adalet arayan özgürlük bekleyen herkesin başına” deriz. Herkesin başına!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.