“Bu mesleğin fıtratında var bu. Bunlar doğal şeyler. Bu mesleğin kaderi böyle. Her yerde yaşanıyor, bize has değil.” (Başbakan Erdoğan) Kader, beşeri oluşta beşerin bilgi, imkan ve kudretini aşan bilinemez ve önlenemezliği ifade eder. Mezbahayı andıran iş hayatındaysa, katlanılması devleti alinin cebir ve zor emriyle zaruri felaketleri anlatır. Ehli vicdan biri kaderden bahsediyorsa tevekkül ve […]
“Bu mesleğin fıtratında var bu. Bunlar doğal şeyler. Bu mesleğin kaderi böyle. Her yerde yaşanıyor, bize has değil.” (Başbakan Erdoğan)
Kader, beşeri oluşta beşerin bilgi, imkan ve kudretini aşan bilinemez ve önlenemezliği ifade eder. Mezbahayı andıran iş hayatındaysa, katlanılması devleti alinin cebir ve zor emriyle zaruri felaketleri anlatır. Ehli vicdan biri kaderden bahsediyorsa tevekkül ve teselli; ehli fesat biri bahsediyorsa kayırma, istismar ve cinayeti anlatıyor demektir. Anlamına takla attırdığı manevi bir teselliyi, aleni toplu katliam vak’alarında zikreden bir kişi için söylenecek tek şey: Kefeni çalan, ölüsünü hazırlar!
Kaza ise başa gelip de başa çıkılması lazım gelen olaydır. Kaderin alt kümesidir. Yine kestiremezliği içerir. Kazanın kaderi olmaz: Ya ihmaldir ya tedbirsizlik. İnsan aklı için beşeri olaylarda ölüm dışında çözülmesi imkansız sorun yoktur. Her sorun, gelişmiş her akıl ve medeniyette minimum düzeye indirgenebilir. Peki ihmal yahut tedbirsizlikle kaderi nasıl ayıracağız? Basit: Kıyas! Elin oğlu 30 -40 yılda üç-beş, sen her sene binlerce işçini kaybediyorsan buna kaza ve kader diyemezsin. Beşerin bir tarafı kazayı akıl, bilgi ve etkin tedbirle minimuma indiriyor; sense, her gün, her ay, her sene aynı hataları tekrarlamaya devam ediyorsan bu nasıl kader olabilir? Aynı hatayı defalarca tekrar edip farklı sonuç çıkmayı ummak, üstüne mevzuyu duayla geçiştirmeye çalışmak ahmaklıktır. Ahmaklıktan da öte bi’şi hatta: 1. İnandığın en yüce İlahi makamı aldatmaya çalışıyorsun. 2. Beteri, kul hakkına teşebbüs edip kulu ahmak yerine koyuyorsun. Kıyas, beşerin üretmeye muktedir olduğu bilgi kümesinin mantıki bir süzgeç ve anlamlı verilerle karşılaştırılmasıdır. Dolayısıyla kıyası mümkün kılacak bir şeye daha ihtiyaç var: Bilgi ya da bilim! Yürütmenin Soma katliamının başından beri yaptığı şey, kıyası çarpıtacak ‘bilgi’yi saklamak ve eksik söylemek! Başından sonuna hatalar, ihmaller ve suistimaller silsilesi olan Soma katliamı, İslami terminolojinin sahiplerinden Yürütme’nin kıyası çarpıtma çabalarına sahne olmakta. Elbette inanacak birileri çıkar. Yalan, alıcısı olmadığı takdirde serdedilecek bir şey değil çünkü.
Suistimaller silsilesinde yaşanan faciayı beşere anlatmak, hele de bilginin bu denli hızlı ve şeffaf yayıldığı bir çağda zor. Zor olduğu için, bilinen yöntemler devreye girer. Semboller, ritiüller ve ıvır-zvırı kabilinden üç-beş kelamla ahmaklar oyalanır. Alıcısının olduğu bir yerde etkili de olur. Yöntemin esası şudur: Birileri, yani İktidar halihazırda kültürel kodlarda verili olan ‘’kutsal bilgi’’nin üretim tekelini kendisinde toplar. Eğitim yoluyla da tekelleşen bu imkan, her durum ve sorunda oldukça kullanışlı ve hikmetinden sual cür’et edilmeyecek bir maniveladır. İlahi ‘söz ve bilgi’nin tekelleşmesi yahut beşeri alana teşrifi garip bir çelişkiyi de içerir: Bir süre sonra konuşucu öznenin bu sahada İlahlaşması kaçınılmazdır. Başka bir ifadeyle Tanrısal bilgi adına konuşan kul, bir süre sonra kendini Tanrılaştırır. Alakasız görünecek ama Tayyip Erdoğan’ı peygamberden bile öte, TANRI zaviyesinde gören bireylerin varlığı tesadüf değildir. Metafordan falan bahsetmiyorum: Hakikaten birilerinin gözünde Tanrı’dır. Dün de bugün de mesele aynı: İlahlar insanlaşırken insanlar İlahlaşır!
Beşerin İlahlaşması, tastamam şirktir oysa. Riyanın en fasit biçimlerini de içeren şirk insanlığın kurdudur. Şirk ve riyayı önleyecek olansa, beşerin ‘’hata’’ ile malul; ancak sorumluluk dairesinde ödevleri olan bir fani olduğunun ön kabulüdür. Kendine, insana ve doğaya karşı sorumlu insan! Kendisi, toplum ve doğanın ahengli bir bütün olduğunun idrakinde sorumlu bir birey hakikatlere fütursuz ve cahilane bir cüretle yaklaşmaz. Kıyasın temel şartı olan beşerin bu olayda sorması lazım gelen şudur: Bu facia önlenebilir miydi? Tereddütsüz biçimde, evet! Sorumluluğa dair ağzından tek kelam çıkmayanların herkese dua telkin etmesi olsa olsa kendi korkularının ve basiretsizliklerinin göstergesidir. Dahası, kendisine sorumluluk hatırlatan bir muhabirin(El-Cezire muhabiri) sorusuna ver(e-me)diği cevap ile ‘İşin doğallığı ve fitratından’ bahsetmesi adıyla sanıyla toplu bir cinayet olan Soma Faciası’nda herhangi bir sorumluluk taşımadıklarını ifade etmiş oldular. Soma maden katliamı, muktedirin gözünde denilebilir ki beşeri bir facia/dram olmanın ötesinde yalnızca İstatistiki bir felakettir. Dillerini bu denli lal edip kendilerini ne yaptığını bilemez hale getiren şey facianın istatistikidir. Zira, resmi rakamlara göre dahi an itibariyle Türkiye tarihinde bilinen en yüksek ölümlü kazadır. Tüm veriler elimize ulaştığında kuvvetle muhtemel dünya kömür madenciliği tarihinin en korkunç ve ölümlü kazalarından biriyle karşılaşacağız. Sayıları çarpıtıp sürekli kıyas cambazlığından medet umanlar için felaket! Her sıklette birinciliğe oynayan ve dünya madencilik tarihinde istatistiklerine nadiren rastlanan böylesi bir faciayı neyle kıyas buyuracaklar? Mezarından İsmet İnönü kalksa, zinhar paçayı yırtamazlar. Sorumluluk dairesinde bir katre vicdan içermeyen bu istatistiki körlüğün tek bir izahı mevcut oysa: Ancak cinayeti azar azar ve tekli sayılarda göze alan bir kar ve rant hırsı! Başka bir ifadeyle kendilerine soğuk soğuk ter attıran şey işçilerin ölmesi değil; birden bire, istatistikleri alt üst edecek kadar çok sayıda ölmeleri! Maliyetleri beş kat azaltmakla övünen patronundan o patrona maden için ruhsat veren bürokrat, bakan ve Başbakan’a kadar herkes orada işçilerin öleceğini ve bunun nedeninin görmezden geldikleri şartlar olduğunu biliyordu. Hesap edemedikleri dünya tarihinde eşi nadir görünen kazalardan birinin olmasıydı.
İş ve işçi sağlığı kriterlerinin ağızlarındaki dua kadar riyakarca ve pişkin olduğu taşeron cinnetinde kadere zimmetlenen “ölüm”ler kaza değil, planlı ve canavarca hislerle işlenmiş bir cinayettir. Suçun failliğini başta Tanrı’yı utandıran bir bilinmezliğe emanet edip hayatlarımıza dair tek hakkın ‘’Salavat ve Sela’’ oluşu gösteriyor ki Soma Faciası en helalinden tertemiz(?) bir cinayettir! Böylesi hunharca ve pişkince bir cinayette bize dua telkin edebilecek en son kişiler cinayetin failleridir: Zira, itin duası…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.