Türkiye’de bir işçi katliamıyla daha karşı karşıyayız. Sadece bu coğrafyanın değil tüm insanlığın tarihine geçecek bir işçi katliamıyla. Manisa Soma’da kömür madeni işletmesinde meydana gelen kaza yüzlerce işçi arkadaşımızı aramızdan aldı. Yüzlercesi de şu an toprağın metrelerce altında. Emeğinden başka satacak bir şeyi olmayanların; işçilerin hangi tehlikeleri göze alarak ne koşullarda çalışmak zorunda bırakıldıkları bu […]
Türkiye’de bir işçi katliamıyla daha karşı karşıyayız. Sadece bu coğrafyanın değil tüm insanlığın tarihine geçecek bir işçi katliamıyla. Manisa Soma’da kömür madeni işletmesinde meydana gelen kaza yüzlerce işçi arkadaşımızı aramızdan aldı. Yüzlercesi de şu an toprağın metrelerce altında. Emeğinden başka satacak bir şeyi olmayanların; işçilerin hangi tehlikeleri göze alarak ne koşullarda çalışmak zorunda bırakıldıkları bu acı olayla bir kez daha tüm insanlığın yüzüne tokat gibi çarpmıştır.
Maden iş kolu ‘ağır ve tehlikeli işler’ kapsamındadır. Türkiye’de madencilikte meydana gelen kazalarda 1940’lardan bu yana -bilinen- 3 binin üzerinde maden işçisi hayatını kaybetmiş, 100 bine yakın işçi sakat kalmış ve DSÖ verileri ölçeğinde değerlendirildiğinde on binlerce insan meslek hastalıklarına bağlı yaşamını kaybetmiştir. Yine biliyoruz ki Türkiye’de her yıl yüzün üzerinde maden işçisi iş cinayetlerine bağlı yaşamını yitirmektedir. En az 1250 işçinin iş kazalarında hayatını kaybettiği 2013 yılında en az 93 maden işçisi iş kazası sonucu hayatını kaybetmiştir. Sadece bu rakamlar dahi bir işçi katliamının ortasında yaşadığımızın apaçık göstergesidir. Kazalara bağlı işçi ölümlerinin bu denli yoğun yaşanması kuşkusuz içinde yaşadığımız üretim ilişkilerinin dayattığı çalışma koşullarıyla doğrudan ilişkilidir. Kar maksimizasyonu adına esnek ve güvencesiz çalıştırma biçimleri çalışma hayatına hakim kılınmıştır. Esnek çalışma modelleri -başta hizmet satın alma yöntemleri yani taşeronlaştırma olmak üzere- çalışma sürelerinin uzaması, iş tanımının belirsizleştirilmesi, emek yoğun çalıştırma, aşırı çalıştırma, güvencesiz çalıştırma ve işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinden yoksun çalıştırma gibi uygulamalarla çalışma hayatının her alanını işçiler aleyhine tahrip etmektedir. Taşeron çalıştırma inşaatlardan hastanelere, tarlalardan okullara, holdinglerden atölyelere hayatın her alanında kazalar ve meslek hastalıkları ile ölüm saçmaktadır. Türkiye’de işçi mücadelesinin her platformda ve her iş kolunda tekrarladığı ‘Taşeron çalışma ölüm demektir’ sloganının ne kadar haklı ve gerçek olduğunu bu facia ile bir kez daha çok acı bir şekilde yaşadık.
Peki bu katliamın sorumluları kimlerdir?
İşçileri yüzlerce metre toprağın altında, günde 10 saate varan sürelerde, haftada 6 gün, güvencesiz, hayati olan güvenlik önlemlerini dahi almadan çalıştıranlar kimlerdir?
İş organizasyonunun tümünü kar maksimizasyonu üzerine kuran, işçiyi canı pahasına da olsa daha uzun sürelerde, daha emek yoğun çalıştırmak için uğraşanlar, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini birer maliyet unsuru olarak görenler kimlerdir?
İçinde yaşadığımız koşullarda işçilerin tüm örgütlenme süreçlerinin önüne geçmek için her türlü kirli siyasi oyunları ve hukuki usulsüzlükleri yapanlar kimlerdir?
Sermaye sınıfı için dikensiz gül bahçesi yaratmak adına, emeği ucuzlatmak, değersizleştirmek, örgütsüz bırakmak için her türlü hukuki düzenlemeyi yapanlar, taşeron çalışma sistemini işçi sınıfına dayatanlar kimlerdir?
Soma’da yüzlerce işçi arkadaşımızın ölümünden doğrudan sorumlu olanlar kimlerdir?
Bu soruların cevabı çok açık ve nettir; bu çalışma koşulları ve ölümlerin sorumluları sermaye çevreleri ve onlara payandalık görevini üstlenmiş olan siyasi iktidardır. Her yıl binlerce işçinin ölümünden ve hastalanmasından doğrudan siyasi iktidar sorumludur. Bu katliamların adını ne koyarlarsa koysunlar ister ‘kader’ desinler, ister ‘bu işin doğasında var’ desinler, hedef şaşırtamazlar ve bu sorumluluktan kendilerini kurtaramazlar. Bu coğrafyanın emekçileri olarak, piyasacı politikalar uğruna, iktidarda kalma uğruna işçi katliamlarına neden olanlardan bunun hesabını sormak, iş kazalarına ve meslek hastalıklarına bağlı işçi ölümlerini durdurmak hepimizin boynunun borcudur.
* Coşkun Canıvar
İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.