Neoliberal düzen ve onun demokrasi modeli iflas etti. Kapitalizmin dünya çapındaki krizine paralel olarak gelişen politik kriz tüm dünyada yaygınlaşmaktadır. Neoliberal düzenin sürdürülmesinin zorunluluğu ve ezilen kesimlerin tepkilerinin bastırılması hedefi rejimleri daha otoriter kılmaktadır. Neoliberal programların yıkıcılığıyla ezilen ve burjuva demokrasisinin sınırlarına hapsedilen kitleler dünya çapında kitlesel ve militan tepkiler göstermektedir. Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde ve […]
Neoliberal düzen ve onun demokrasi modeli iflas etti. Kapitalizmin dünya çapındaki krizine paralel olarak gelişen politik kriz tüm dünyada yaygınlaşmaktadır. Neoliberal düzenin sürdürülmesinin zorunluluğu ve ezilen kesimlerin tepkilerinin bastırılması hedefi rejimleri daha otoriter kılmaktadır. Neoliberal programların yıkıcılığıyla ezilen ve burjuva demokrasisinin sınırlarına hapsedilen kitleler dünya çapında kitlesel ve militan tepkiler göstermektedir. Avrupa’nın çeşitli merkezlerinde ve yeni sömürge ülkelerde ezilenler neoliberal düzenin çeşitli uygulamalarına ve kitlelerin nesneye dönüştürüldüğü neoliberal dönemdeki temsili demokrasi biçimine karşı harekete geçiyor. Dünya çapında yaşanan bu süreç neoliberal kapitalizmin ve burjuva temsiliyetinin krizidir.
Elbette dünyada yaşanan bu krizin yeni sömürge bir ülke olan ve sömürge tipi faşizmle yönetilen Türkiye’deki yansıması da çelişkili ve yıkıcı olmaktadır. Yansımanın çelişkili olması Türkiye’deki rejimin özgül iç çelişkilerine (oligarşi içi çelişkili ittifak) bağlıdır. Bu durumun kendisi Türkiye’de rejim krizi olarak açığa çıkmakta ve Türkiye’de de ezilenlerin sermaye politikalarına ve gittikçe sertleşen baskı rejimine karşı tepkileri krizi derinleştirmektedir.
AKP iktidarı aracılığıyla emperyalist güçlerin ve sermayenin desteği ile inşa edilen neoliberal İslamcı rejim tıkanmıştır. Haziran İsyanı’nın sarsıcı etkisiyle Türkiye’de kurulan model çözülmeye başlamıştır. Bu çeşitli ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de neoliberal modelin iflası anlamına gelmektedir. 1980 sonrasında inşa edilen neoliberal modelin Türkiye’ye uyarlanması AKP aracılığıyla gerçekleştirilmiş ve AKP iktidarı bu sürecin inşasını sağlamıştır. Bu süreçte AKP aracılığıyla sermayenin yeni dönemdeki ihtiyaçlarına göre çeşitli yapısal dönüşümler gerçekleştirildi, ezilenlerin tepkileri çeşitli biçimlerle düzene eklemlendi, piyasa düzeneklerine uyumlu olarak İslamcı gericilik politikaları stratejik olarak uygulandı. Uluslararası tekelci sermayenin ve Türkiye burjuvazisinin ihtiyaçlarına göre ekonomi politikaları geliştirildi, çeşitli üst kurullar oluşturularak burjuva parlamenter sistem sadece görünürde temsili bir onay merkezi olarak kaldı. On yılı aşkın bir süredir stratejik bir biçimde AKP bu sürecin ülkedeki temel aktörü olmuş ve ‘tek adam diktatörlüğü’ne varacak düzeyde bir rejim inşa edilmiştir. 2000’lerin başından itibaren ezilenlerin tepkilerini düzene eklemleyebilen AKP, neoliberal politikaların şiddetinin üzerine ‘tek adam sultası’ altında daha baskıcı İslamcı bir rejimi açıktan inşa etmeye başlaması ile geniş bir toplumsal kesimin tepkisi ile karşılaşmış ve sokak hareketi somut olarak rejimi krize sokan bir işlev görmüştür.
Haziran İsyanı egemenlerin çelişkili ittifakını daha fazla krize sokmuş ve egemenler arası çatışmayı da tetiklemiştir. Ancak rejimin krizi sadece iktidar çatışması ile açıklanamaz boyuttadır. Rejm krizi F. Gülen Cemaati ve AKP arasındaki egemenlik dalaşı olarak görünür olsa da temelde yaşanan oligarşi içerisindeki çelişkili ittifakın sürdürülemez hale gelmesidir. Bu bağlamda yaşananlar,birincisi; devlet çekirdeğinin çözülmesidir. Sömürge tipi faşizmle yönetilen Türkiye açısından devlet çekirdeğinde ender görülen hızlılıkta ve sertlikte çatışmalar yaşanmaktadır. Devlet kurumları içerisinde yaşanan çatışma ve yarılmalar rejimi işleyemez hale getirmektedir. Egemenlerin, yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği ve devlet çekirdeğinin yenilmez, güçlü görüntüsünün zayıfladığı bir durum ortaya çıkmıştır.
İkincisi; AKP’nin iktidara geldiği 2002 seçimleriyle fiili olarak oluşan kurucu ittifakın dağılmasıdır. AKP 2000’lerin başında yeni sömürge düzeninin siyasi ve ekonomik krizinin ürünü olarak ve kriz karşısında egemenlerin tek seçeneği olarak iktidar koltuğuna oturdu. Bu sürece gelirken AKP kendi içerisinde çeşitli İslamcı tarikatlar da dahil olmak üzere Milli Görüş çizgisinin ve F. Gülen cemaatinin fiili ittifakıyla neoliberal düzenin inşasında kurucu bir rol oynadı. Birbiriyle çatışma ve çelişki içerisinde olan kesimlerin ittifakına ve koalisyonuna dayan AKP iktidarı neoliberal İslamcı rejimin inşası sürecinde bu koalisyonu bütün krizlerine rağmen sürdürebildi. Düzenin yeniden inşa sürecinde, İslamcı hareket içerisinde özellikle Milli Görüş geleneği ve F. Gülen cemaati öne çıktı. AKP içerisinde hem diğer İslamcı tarikatların hem de Milli Görüş geleneğinin varolduğu bu ittifakta özellikle F. Gülen Hareketi uzun zamana yayılan kadrolaşma hamleleriyle öne çıkarak mevzi kazandı. Karşılıklı çıkarlar çerçevesinde birleşen yollar hasımların tasfiyesinin tamamlanmasının ardından kaçınılmaz bir rekabete dönüşürek ayrılığa evrildi. AKP’nin iç gerilimlerinin somut olarak ortaya çıkması ve ittifakın çatlaması zorunlu olarak oluşan koalisyonu sürdüremez noktaya getirdi. AKP öncülüğünde inşa edilen rejim yine AKP ile ortaya çıkan kurucu ittifakın dağılması ile kendi krizini yaratmış oldu.
Üçüncüsü; AKP iktidarının arkasındaki emperyalist desteğin zayıflamasıdır. Özellikle Haziran İsyanı ile birlikte artık yönetemez hale gelen ve kendi krizini sistemin toplam krizine çeviren AKP/Tayyip Erdoğan, ABD-AB gibi emperyalist merkezlere güven veremez duruma gelmiştir. Bu merkezlerin en temel terettüdü neoliberal İslamcı rejimin güncel krizlerini çözmek bir yana daha fazla derinleştiren bir posizyonda bulunan AKP/Tayyip Erdoğan’ın sistemin bütününü tehlikeye atan bir noktada durmasıdır. İktidara geldiği anda neoliberal dönüşüm programını, AB üyeliğini ve ABD emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi’ni sahiplenen AKP iktidarı uluslararası tekelci sermayenin ve emperyalist merkezlerin desteğini almıştı. Uzun bir süre bu çizgiyi sürdüren AKP iktidarı özellikle son dönemde geliştirdiği politikalarla (Ortadoğu’da) emperyalistlerin ihtiyaçlarına cevap veremedi. Emperyalist merkezlerin AKP’ye olan genel desteklerindeki zayıflamanın temel güncel nedeni ise AKP’nin başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’daki stratejik dönüşümlere ayak uyduramamasıdır. Ortadoğu özelinde Suriye’deki iç savaşta AKP’nin emperyalistlerin politikalarına uygun rolleri geliştirememesi ABD emperyalizmin AKP’ye olan desteğindeki zayıflamada belirleyici bir nokta olmuştur. Bunun yanısıra AKP’nin iç politikadaki kutuplaştırıcı siyasal çizgisinin ittirici etkisiyle toplumun geniş bir kesimine dayanan isyan dinamiği ortaya çıktı. Emperyalistlerin bölgedeki ihtiyaçlarını karşılayacak politikalar geliştiremeyen ve güçlü bir isyan potansiyelinin ana kaynağı haline gelen AKP iktidarı emperyalist merkezler açısıdan artık yegane iktidar seçeneği değil yeniden biçimlendirilmesi ya da tasfiye edilmesi gereken bir iktidar posizyonundadır. Bu posizyon egemenler açısından AKP dışında güçlü bir iktidar alternatifinin olmamasının da etkisiyle rejimin güncel krizi olarak kendisini göstermektedir.
Dördüncüsü; tekelci burjuvazinin AKP iktidarına olan genel desteğini geri çekmesidir. AKP’nin temel misyonunun başında tekelci sermayenin genel çıkarlarının savunulması ve beklentilerinin karşılanması gelmekteydi. AKP bu bağlamda sermaye politikalarının hayata geçirilmesinde iktidarının ilk yıllarından itibaren başarılı bir grafik çizdi. Ancak tekelci sermayenin (TÜSİAD), AKP iktidarının son dönemde AB üyelik sürecini fiili olarak askıya alması, kuvvetler ayrılığı, çeşitli yasaklamalar gibi konularda giderek otoriterleşen çizgisini derinleştirmesi ve temel olarak AKP iktidarı ve onun sermaye yanlısı ve gerici, baskıcı politikaları karşısında oluşan toplumsal saflaşmanın güçlenmesi sermaye açısından kritik bir yerde duran ‘ekonomik ve siyasal istikrarı’ tehlikeye atmaktadır. Burada sermaye açısından en temel noktalardan birinin siyasi istikrar olduğu söylenebilir. Sermaye temsilcilerinin de dile getirdiği gibi ekonomik büyümedeki hedeflerin sağlanabilmesi siyasi istikrarın sürekli kılınmasına bağlıdır. Ancak, AKP iktidarının ülke siyasetinde izlediği ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı çizgi siyasal krizi derinleştirmiş ve bu çizgi sistemin tümden kaybetme tehlikesini belirgin bir biçimde ortaya çıkarmıştır. AKP’nin sistemi gittikçe daha fazla krize sokan siyasal çizgisi sermayenin genel çıkarlarına güvence vermeyen bir noktaya getirmiş ve sermaye istikrarsızlık tehlikesinden kurtulma ve çıkarlarını garanti altına alma hedefiyle AKP’ye kuruluşundan beri verdiği desteği gözle görülür bir biçimde geri çekmiştir. Oligarşi içerisinde önemli bir blok olan tekelci sermayenin iktidara olan desteğini genel olarak geri çekmesi rejim içerisindeki krizin boyutunu ortaya koymaktadır.
Krizin devrimci krize dönüştürülmesi ve aktif sokak siyaseti
Rejimin krizini tetikleyen en önemli noktaların başında geniş bir toplumsal kesimin düzenden beklentilerinin zayıflamaya başlaması ve devrimci bir potansiyelin açığa çıkmış olmasıdır. AKP’nin uzun erimli bir siyasal süreç buyunca inşa ettiği neoliberal İslamcı rejim artık eskisi gibi yönetilmek istemeyen kitlelerin sokak hareketi ile krize girmiştir. Emperyalist merkezlerin, tekelci sermayenin ve İslamcı hareketin kitle desteği ile iktidarını sürdüren AKP Haziran’da karşılaştığı sokak hareketi ile sarsılmıştır. Haziran’daki isyancı hareket, egemenleri uzun süredir arkasında saflaştıkları ‘tek adam’ Tayyip Erdoğan’ın/AKP iktidarının nasıl devam ettirileceğine/tasfiye edileceğine dair hesapları yapmaya itmiş ve egemenler arası çatışma rejim krizini sertleştirmiştir. Bu süreçte eskisi gibi yönetilmek istemeyenlerin kendisini siyasal olarak sokakta ifade etmeye başlaması egemenler açısından en tehlikeli noktalardan birisidir. Egemenler yukarıda ifade ettiğimiz dört noktanın hepsinde uzlaşabilir, kendi ittifak ve çıkar ortaklıklarını yeniden, hatta daha güçlü bir şekilde inşa edebilirler fakat sokak mücadelesini bastırma ve düzene yeniden eklemleme stratejilerinde başarılı olma olasılıkları oldukça düşüktür. Çünkü Haziran’dan itibaren dinamik hale gelen isyancı atılım ve isyan potansiyelinin kendi iç dinamiği egemenlerin sokak mücadelesine/gücüne yönelik hamlelerini boşa çıkarma kabiliyetine sahiptir. Egemenler açısından asıl kriz sokak hareketidir.
Bütün tarihsel örneklerde olduğu gibi her isyan hareketi karşısında egemenlerin temel stratejisi/görevi ezilenlerin tepkilerinin ezilmesini, sisteme eklemlenmesini sağlayan politikalar, araçlar geliştirmek ve rejimin yeniden inşasına yönelik hamleler yapmak olmuştur. Türkiye egemenleri açısından, Haziran’dan itibaren ortaya çıkan geniş isyan potansiyelinin sisteme nasıl eklemleneceği ve gittikçe derinleşen rejim krizinden nasıl çıkılarak düzenin yeni dönemin ihtiyaçlarına göre yeniden inşa edileceği en temel problemdir. Egemenlerin şimdiye kadarki hamleleri sistemin içerisine girdiği krizi yönetecek bir etkiye sahip olmadı aksine egemenler arasındaki iktidar dalaşı ve sokaktaki militan kitle hareketi bu krizi giderek derinleştirdi.
Rejimin yeniden inşası ve ezilenlerin sisteme eklenmesi zorunluluğuna bağlı olarak AKP iktidarı iki yönlü bir strateji izlemektedir. Bu strateji sokaktaki kitle hareketinin ezilerek bastırılmasına ve seçim düzleminden beklenti yaratılarak gücünü sokaktan alan muhalefetin sisteme olan tepkilerinin düzeniçi bir siyasal çizgiye taşınmasına dayanıyor. Egemenler düzenin sürekliliğinin sağlanması ve rejimin yeniden dizayn edilmesi noktasında hemfikirler. Siyasal söylem ve istemlerini kitle hareketi formunda sokakta ifade etmeye başlayan kesimlerin sisteme yeniden eklemlenebilmesi sandıktan beklentilerin yaratılmasıyla da gerçekleştirilebilir. İsyan potansiyelinin parlamenter düzeneklerle emilmesi ve zayıflatılmasına dayanan çizgi ezilenlerin sisteme olan tepkilerinin soğurulmasını hedeflemektedir.
Bu bağlamda egemenlerin sandıksal stratejisinin sokak hareketi içerisinde özne haline gelen kitleler açısından yanıltıcı etkisini vurgulamakta yarar var. Kitleler seçimlerde siyasete etkin bir katılım gösterdiğine inanabilmekte ve böylece bir süredir kendini sokakta ifade etmeye başlayan geniş bir kesim edilgen bir posizyona düşmektedir. Parlamenter/temsili demokrasi seçeneklerine dayanan bu siyaset etme biçimi sokakta inisiyatif alan kitleleri pasifleştirmekte ve siyaset arenasında yaşananları sadece izlemekle yetinen birer nesne konumuna sürüklemektedir. Bu durum egemenler açısından ne kadar olumlu bir düzlem ise siyasal ve toplumsal bir değişimden, yani devrimden, yana olanlar içinse son derece tehlikelidir. Sokak hareketini bastırma hedefiyle hareket eden egemenler bu hareketi ve dinamiği sistemi yeniden dizayn eden bir güce dönüştürerek, sokağı sistemi yeniden kuran güç haline getirme hedefiyle, rejim krizinden çıkmayı amaçlamaktadırlar.
Bu nedenle krizden çıkış çabaları içerisinde olan egemenlerin krizini devrimci krize çevirecek ve rejimin kendisini yeniden inşa etmesini engelleyecek bir siyasal hattın izlenmesi gerekmektedir. Bu da ancak sokaktaki devrimci kitle hareketinin güçlendirilmesi ile başarılabilir. Dolayısıyla başta gençlik olmak üzere geniş kitlelerin isyancı atılımının sürekli kılınması ve aktif sokak siyasetinin siyasal çatışma düzleminde daha etkili bir temel belirleyen haline getirilmesi gerekmektedir. Egemenlerin kitleleri pasifize eden ve sürekli sistem içi kanallardan beklentiler yaratmaya çalışan hamlelerine karşılık aktif sokak mücadelesinin yükseltilmesi ve toplumsal kurtuluş için pasifleşen, nesne haline gelen bir düzlemden değil aksine özneleşen bir siyasal mücadelenin sürdürülmesi kritiktir. Bu siyasal çizgi hem belirli aralıklarla toplumun önüne koyulan burjuva demokrasine dayanan seçenekler aracılığıyla ortaya çıkan belirsizliğin, beklentinin, ortadan kaldırılmasına yarayabilir hem de sokaktaki kitle hareketinin var olan siyasal çatışmadaki inisiyatifini yükseltebilir. Rejimi krize sokan sokak mücadelesinin yaratıcı, yıkıcı, devingen ve hak alıcı özellikleri ancak aktif sokak siyasetinin sürekli kılınmasıyla sistemin krizini devrimci bir krize dönüştürebilir ve kitlelerin düzendışı potansiyeli güçlendirebilir.
Haziran’dan itibaren oluşan kitle hareketinin iç dinamikleri, bütün eksikliklerine rağmen, ezilenlerin sistem dışı potansiyelini ortaya koymaktadır. Haziran İsyanı, çoğulcu, farklı türden direnme eğilimlerinin harekete geçtiği, sürekli hareket halinde ve düzene karşı yaptığı hamlelerin nereden ve nasıl geleceği önceden kestirelemeyen, belirli bir karşıtlık üzerinden (AKP ve onun uyguladığı neoliberal gerici politikalar) harekete geçen etkili bir sokak mücadelesidir. Hareketin temel politik içeriğini geniş kesimlerin özgürlük, eşitlik, adalet ve saygı istemleri oluşturmakta ve bu başlıklar hala güncelliğini korumaktadır. Bu hareketin en handikaplı ve eksik yanı ise kitleleri daha net siyasal hedeflere yöneltebilecek ve isyanın sürekliliğini sağlayabilecek siyasal bir merkezden veya çatıdan yoksun oluşudur. Haziran İsyanı’nın en kritik özelliklerinden bir tanesi ezilenlerin düzene karşı direnme eğilimlerini bir araya getirmiş olmasıdır. Egemenlerin rejimin yeniden inşası noktasında sokak hareketine yönelik geliştirmeye çalıştıkları çeşitli hamlelere karşılık devrimci kitle hareketinin daha fazla etkin kılınması, Haziran İsyanı’nda ortaya çıkan bir araya gelebilme durumunun yeniden yaratılması, yaygınlaşması ve güçlendirilmesine ve sokakta birleşik bir hareket çizgisinin yeniden üretilmesine bağlıdır. Bunun beraberinde geniş toplumsal kesimlerin neoliberal İslamcı rejim karşısında etkili bir kuvvet haline gelebilmeleri ve sistemin krizini derinleştirebilmeleri siyasal hedefleri net, sistemden bütünlüklü bir kopuşu başarabilecek daha fazla örgütlenmeye bağlıdır. Neoliberal gerici rejimin krizi karşısında aktif sokak siyaseti ancak örgütlenme düzeyi yüksek olduğunda etkili olabilir. Haziran’dan beri yükselen sokak hareketinin bir adım daha ileriye taşınması daha fazla örgütlü olmasının yanında sisteme karşı sol, sosyalist temelli ideolojik mücadele ve kopuşu da zorunlu kılmaktadır.
Tüm bunların yanında, isyanın başından itibaren gençlik kesimleri hareketin dinamosu olmayı sürdürmektedir. Geniş gençlik kitlelerinin sistemle bağlarının gittikçe zayıflaması neoliberal gerici düzenden ideolojik ve politik kopuşu daha olanaklı kılmaktadır. Gençlik açısından düzeniçi siyasetin içerisinde siyaset yapma eğilimleri zayıflamaktadır. Neoliberal gerici politikaların doğrudan mağduru olan gençliğin bundan sonra düzenle olan daha örgütlü ve kitlesel militan çatışması, rejimin krize girdiği ve kendisini yeniden inşa ettmekte zorlandığı bu siyasal süreçte direnişe geçen toplumsal kesimler açısından ‘öncü’ ve ‘militan’ etkisi beklenilenden daha kuvvetli olacaktır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.