Hakan Koçak, “Camın İşçileri Paşabahçe İşçilerinin Sınıf Olma Öyküleri” kitabında, aşağıdan tarih yöntemini kullanarak Şişecam Fabrikası işçilerinin öykülerinin ve mücadelelerinin ışığında sınıflaşma süreçlerini berrak bir dil ile anlatıyor Edward Hallet Carr’a göre; tarih: tarihçi ile olguları arasında kesintisiz bir karşılıklı etkileşim süreci, bugün ile geçmiş arasında bitmez bir diyalogtur. Tarihçinin görevi geçmişi araştırarak bugünü ve […]
Hakan Koçak, “Camın İşçileri Paşabahçe İşçilerinin Sınıf Olma Öyküleri” kitabında, aşağıdan tarih yöntemini kullanarak Şişecam Fabrikası işçilerinin öykülerinin ve mücadelelerinin ışığında sınıflaşma süreçlerini berrak bir dil ile anlatıyor
Edward Hallet Carr’a göre; tarih: tarihçi ile olguları arasında kesintisiz bir karşılıklı etkileşim süreci, bugün ile geçmiş arasında bitmez bir diyalogtur. Tarihçinin görevi geçmişi araştırarak bugünü ve geleceği anlamaktır. Geçmiş, bizim için bugünün ışığında anlaşılabilir ve bugünü tümüyle geçmişin ışığında anlayabiliriz. İnsanın geçmiş toplumu anlamasını ve bugünün toplumuna daha çok egemen olmasını sağlamak tarihin çifte işlevidir.
Günümüz Türkiye’sinde 1940’lı yıllardaki işçilerin günlük yaşamına, mücadelelerine, devlet, sendika ve işveren ile ilişkilerine bakmak, mevcut işçi sınıfının bugünden geleceğe uzanan mücadelesinin analizinde önemli açılımlar sağlar. M. Hakan Koçak; doktora tezinden genişleterek kitaba dönüştürdüğü çalışmasında; Paşabahçe işçilerinin öykülerini büyük bir titizlikle işleyerek hem o dönemdeki işçilerin öyküleri aracılığı ile sınıf oluşumunu açığa çıkarmaya çalışıyor, hem de işçi sınıfını süreç ve ilişki çerçevesinde analiz ederek bugüne ve geleceğe dair öngörülerde bulunarak emek tarihi literatürüne önemli bir katkı sağlıyor.
Edward Palmer Thompson dev hacimli “İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu” adlı yapıtının amacını belirtirken yazdığı tarihin motivasyonunun; “yoksul çorapçıyı ve dik başlı el dokumacısını gelecek kuşakların muazzam hor görüsünden kurtarmak” olduğunu açıkça belirtmiştir. Ne ki bilinmeyeni unutulmuşluktan kurtarmak için, tarihçinin, tarihe artık birleşik bir süreç, birçok bireyin içine gömüldüğü bir büyük anlatı olarak değil, birçok bireysel merkeze sahip çok çehreli bir akış olarak bakan yeni bir kavramsal ve yöntembilimsel tarih yaklaşımına gereksinimi vardır. Artık önemli olan tarih değil tarihler ya da daha doğrusu öykülerdir. Hakan Koçak, “Camın İşçileri Paşabahçe İşçilerinin Sınıf Olma Öyküleri” kitabında, aşağıdan tarih yöntemini kullanarak Şişecam Fabrikası işçilerinin öykülerinin ve mücadelelerinin ışığında sınıflaşma süreçlerini berrak bir dil ile anlatıyor. 1935 yılında İstanbul Paşabahçe’de kurulan ve 2002 yılında kapatılan Şişecam Fabrikası işçilerinin mücadeleleri, gündelik deneyimleri, sendikal faaliyetleri ve politik tutumları mekânla da ilişkilendirilerek tarihsel sosyolojinin imkânları ışığında detaylı bir biçimde analiz ediliyor. Bu analizde; hem fabrikadaki emek süreçleri teorik ve pratik düzlemde işleniyor hem de fabrikanın dışına da çıkmak suretiyle cam işçilerinin ve Türkiye işçi sınıfının oluşum sürecinin ipuçları serimlenilirken bugüne ve geleceğe yönelik çıkarımlar da ihmal edilmiyor.
19. yüzyılın başlarında Osmanlı Devletinin kapitalist dünya ile eklemlenmesine koşut olarak yeni sanayi politikalarının geliştirilmesi gereği ortaya çıkar. Öncelik ordunun ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik fabrikalar kurmaktır. Ancak, üst sınıfların ve sarayın cam eşya ihtiyacını karşılamak için de İstanbul/İncirköy’de 1846 yılında ilk cam fabrikası kurulur. Koçak, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan dönemde kurulan cam fabrikalarının kuruluş ve faaliyet öykülerinin izini; işgücünün yapısı, emekçilerin mücadeleleri ve emek süreçleri bağlamında dönemin ekonomi-politik yapısal dönüşümlerinin ışığında sürmüştür.
Milli cam sanayinin oluşturulması ve geliştirilmesi amacıyla İş Bankası tarafından 1935 yılında kurulan ve 1936 yılında Anonim Şirket’e dönüştürülen Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası’nda ilk sendika “İstanbul Şişe ve Cam İşçileri Sendikası” (İ. Cam-İş) adıyla 1947 yılında Sendikalar Kanunu’nun çıkarılmasının akabinde kurulur. İlgili kanun büyük ölçüde; 1946 yılında Cemiyetler Kanunu’nda “Sınıf esasına dayalı örgütlenme yasağının” kalkması ile birlikte hızlı bir şekilde kurulan bağımsız sendikalara bir tepki olarak ve sendikaları kontrol ve denetim altına almak için çıkarılmıştır. İ. Cam-İş Sendikası da bu anlayışa uygun olarak dönemin tek parti iktidarı olan CHP’nin yönlendirmesi ve desteği ile iktidara yakın 19 ustabaşı tarafından kurulur. Sonraki yıllarda genç işçilerin tepeden inme sendikacılığa ve ustabaşı aristokrasisine karşı isyanları yönetim değişikliğine yol açar. Genç isyankârlardan Hasan Türkay daha sonra Demokrat Parti (DP) Paşabahçe Ocak Başkanlığı yapacak, DP üyesi Ahmet Topçu ise meclise giren ilk milletvekillerden biri olacaktır. Sendika yönetimini sonraki dönemde ağırlıklı olarak DP’liler oluşturmakla beraber, sendika CHP döneminde içinde yer aldığı İstanbul İşçi Sendikaları Birliği’nden (İİSB) sonuna kadar ayrılmamış, hatta DP’li sendikacıların İİSB’ye karşı oluşturdukları “Hür İşçi Sendikaları Birliği’ne” katılmamışlar ve iktidar partisi politikalarının koşulsuz bir destekçisi olmamışlardır.
Ağır çalışma koşullarının olduğu Paşabahçe fabrikasında ücret başta olmak üzere çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve aynı kurumda çalışan işçi ve memurlar arasındaki ayrımların (sadece memurlara verilen temettü ikramiyesi gibi) kaldırılması amacıyla işveren ile iş ihtilafları çıkarılır ve değişik biçimlerde mücadele edilir. Konjonktüre göre farklı yönetim stratejileri uygulanan fabrikada 50’li yılların ikinci yarısında paternalist fabrika rejimi uygulanır. Richard Sennet’in deyimiyle paternalizm; 19. Yüzyılda ileri kapitalizmin yarattığı patron imgesinin üzerine eklenen, daha müşfik ve istikrarlı dönemden kalma baba imgesiyle yaratılan otoritedir. Şişecam’ın 50’li yılların ikinci yarısındaki atılım kapsamında yoğunlaşan yeni yatırımlar ve ihracat yolunda atılan ilk adımlar, üretimin nicel ve nitel açıdan artırılmasını zorunlu hale getirmiştir. Paternalist bir rejimin inşasını gerekli kılan şey esasen “davaya beraberce inanarak çok çalışmayı” sağlamaktır. İstikrarlı, verimli ve uyumlu bir işgücü yaratılması ve bunun sürekli kılınması gereklidir ve bu manüfaktürden (el emeği) modern fabrikaya dönüşen Paşabahçe’de en kritik meselelerden biri haline gelmiştir. El imalatının giderek azaldığı, makineleşmenin hızlandığı, yönetim faaliyetlerinin işyeri dışına taşındığı, büyük ölçüde göçmen vasıfsız işçilerin istihdam edildiği Paşabahçe’de yaşanan tüm bu gelişmeler paternalist yönetsel stratejilerin uygulanması için uygun bir zemin yaratmıştır. 1954 yılında Paşabahçe fabrikasının Genel Müdürlüğü’ne getirilen Şahap Kocatopçu, sahip olduğu formasyon ve tecrübelerle bu stratejiyi uygulayabilecek en uygun isim olarak gözükmektedir. Ancak, paternalist uygulamaları ile sağlanmaya çalışılan uyumlu endüstri ilişkileri sisteminin etkisinin mutlak ve sürekli olamadığı görülür. Bu uygulamalar işçilerin ücret ve çalışma koşulları konusundaki sorunlarına çözüm getirmemiş, sınıf mücadelesinin sürmesini engelleyememiştir.
1960 yılının başlarında şirketin köklü bir yeniden yapılanmaya yönelik plan ve hedeflerine uygun olarak modern bir otomatik tesis devreye sokulmuştur. İşgücünün kapasitesinden azami yarar sağlamak için girişilen ihracat hamlesinin sürdürülmesi, bol ve ucuz imalatın modern makinelerde temini ve kristal cam üretimi için gerekli çalışmalara başlanması şirket hedef ve yatırımlarının başlıca konularıdır. Bu hedeflere ulaşmak için işgücü üzerindeki denetim en kritik konudur. Bu hedef ve planların yaşama geçmesi ve büyük ölçüde makinelerin hâkim hale geldiği emek sürecinde yapısal bir dönüşüm yaratılması için Taylorist yönetim modelinden yararlanma yoluna gidilmiştir. Bu modelin temelinde yoğun makineleşmenin getirdiği genel vasıfsızlaşma süreci bulunur. Paşabahçe’de Taylorist modelin uygulanması verimlilik artışı getirmesine karşın işçi ücretleri düşük düzeylerde kalmıştır. Ücretler genel olarak düşük tutulmuş, ücret artışları da bireysel performansa bağlanmıştır. İşverenin, işçilere tek tek bireyler olarak yaptığı; performans artırma ve bu yolla ödüllendirme çağrısına işçilerin sınıf olarak verdikleri yanıt grev olur. Paşabahçe’de örgütlenen diğer sendika Kristal-İş sendikasının öncülüğünde 1966 yılında grev başlar. Cam İş sendikası ise bu süreçte grev kırıcılığı yapar. 47 gün süren grev, Şişecam yönetiminin, işveren çevrelerinin yoğun çabaları ile hükümet tarafından ertelenir. 1971 ve 1980 ve 2001 yıllarında gerçekleşen grevler Paşabahçe’de işçi sınıfının gelişen mücadele ve dayanışma pratikleri açısından da önemli deneyimler bırakmıştır.
Paşabahçe’nin 2002 yılında kapanmasına kadar Paşabahçe’deki esnafın da büyük destek verdiği 4 grev yaşanmış olup iki grev Hükümet tarafından ertelenmiştir. Önemli bir direniş odağı oluşturan mücadeleler sermaye kesiminin tek vücut olarak hareket etmesine yol açmıştır. Yalnız, mücadele sadece işçi sınıfı ile sermaye arasında oluşmamış, sınıf içi mücadeleye de tanık olunmuştur. Cam İş ve Kristal İş’in yanı sıra Hürcam-İş sendikası da birbirlerine karşı güç ve etkinlik mücadelesine girişmişlerdir. Hatta zaman zaman üyesi oldukları sendikayı da pasifist tutumundan ötürü eleştirmişlerdir.
Türkiye’deki sosyoekonomik gelişmelerin ışığında, şirketin plan ve hedeflerine göre değişen yönetim modelleri eşliğinde, Paşabahçe semtindeki dayanışma örüntüleri ile birlikte “onların maceralarının” detaylı bir öyküsünü; arşivler, günlük gazete ve dergiler, meclis tutanakları ve ilgili literatürden yararlanarak bu değerli yapıtı emek tarihimize sunan Hakan Koçak’ın çalışmasının bu alandaki yeni araştırmalar için motivasyon sağlayacağı umudunu taşımaktayız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.