İstanbul insanın aklını başından alır derler. Oysa İstanbul bana hep tokat vurur. Ne zaman denize baksam, ne zaman İstanbul Üniversitesi tabelası görsem, vurur ha vurur. Kabataş’taki parkta herkesler Boğaz’ın muhteşem güzelliğini seyrederken, simit boğazıma durur ve aklıma Cemal Süreyya’nın, Biz şimdi seninle alçak sesle konuşuyoruz ya Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya Anamız çay demliyor ya […]
İstanbul insanın aklını başından alır derler.
Oysa İstanbul bana hep tokat vurur. Ne zaman denize baksam, ne zaman İstanbul Üniversitesi tabelası görsem, vurur ha vurur.
Kabataş’taki parkta herkesler Boğaz’ın muhteşem güzelliğini seyrederken, simit boğazıma durur ve aklıma Cemal Süreyya’nın,
Biz şimdi seninle alçak sesle konuşuyoruz ya
Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
Anamız çay demliyor ya güzel günlere
Sevgilimizse çiçek koyuyor ya bardağa
Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız
Bu, böyle gidecek demek değil bu iller
Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz
Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün özgürlüğün havasını
İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz”
şiiri aklıma geliyor. Elimde ne kadar yiyecek varsa kolumun yettiğince denizin uzağına fırlatıyorum.
Taş kapıdan girer girmez Gözde’nin elinden tutup Hukuk Fakültesi’yle İktisat Fakültesi’nin arasındaki o küçücük büstü göstermiştim. Büst kirden ve kuş boklarından görünmez bir haldeydi. Çoğu dökülen pirinç harflerden kim olduğu bile tam anlaşılmıyordu. Aktım gittim.
Gözdenin yüzüme bakıp “bu kimmiş baba” demesiyle, dur sana Enver Gökçe’den bir şiir okuyayım dedim.
Başı daralınca Yılmaz’ın
Baktı atacak taşı yoktu
Baktı eli durmuş ayağı durmuştu.
Vurulmuştu.
Çıkardı yüreğini kan içinde
Çarptı kötünün kafasına
Hay bu nasıl devran
Yavri hey.
Ham meyvayı kopardılar dalından.”
“Kimmiş baba” dedi.
Hani Ahmet Kaya’nın bir türküsü var Gözde “Ya derdime derman, ya katlime ferman” diye.
Evet, anlat baba.
Nazım Hikmet bak ne yazmış:
On dokuz yaşında bir delikanlı
Gündüzleri güneşte
Geceleri bir yıldızın altında
İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda bir ölü yatıyor.
Ders kitabı bir elinde,
Bir elinde başlamadan biten rüyası,
Bin dokuz yüz altmış Nisan’ında
İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda
Kanı toprağa şıp şıp damladıkça
Bir ölü yatacak,
Şıp şıp damlayacak kanı toprağa,
Silahlı milletim hürriyet türküleriyle gelip,
Zapt edene kadar
Büyük meydanı.”
Gözdenin elleri pirinçten yapılmış harflerin mermerde bıraktığı izlerden büstün adını okumuştu.
“Turan Emeksiz yazıyor baba” dedi.
Evet kızım. Malatyalı yoksul bir ailenin göz nuru ve tek umududur. Olağanüstü de zeki ve çalışkandır. Ziraat Mühendisliği okumak için tam burslu olarak İstanbul’a gelir. Bu gün göklere çıkarılan o zamanın Başbakanı Adnan Menderes, tıpkı şimdiki başbakan gibi her şeye ve herkese meydan okumakta, adım adım diktatörlüğünü ilan etmeye çalışmaktadır. Meclise kendi seçtirdiği milletvekillerinden bir mahkeme kurup bütün muhaliflerini tutsak etmeye kalkışınca üniversite öğrencileri ayağa kalkarlar. Adnan Menderes’in polisleri de basarlar kurşunu ve Turan Emeksiz’i öldürürler. Tıpkı Ethem gibi, aynı Ali İsmail gibi.
…
Bu İstanbul sağa dönsem vuruyor, sola dönsem vuruyor. Simit bile yiyemiyorum.
Boğazımdan geçmiyor.
Malatya’da Turan Emeksiz caddesinin adı Milli Egemenlik Caddesi olmuş. Turan Emeksiz lisesinin adını da Malatya Lisesi yapmışlar.
Bu gün 29 dokuz nisan, daha sıcak Turan Emeksizin bedeni.
Dayan dizlerim dayan
Ağla gözlerim ağla
Namlu puşt olmuş, at ayağı puşt.
Yine düşman elindeydi vatan.
Bir Oğul çıktı Malatya’dan
Anası YILMAZ çağırırdı
Haram süt emmemişti anadan.
Ve Beyazıt derler bir büyük alan
Düşman sarmıştı sağı solu
Düşman çok cephane yoktu
Amandı, el aman
Tank paletleriydi alanda dönen
Kusan namlularda kalleş ölümcül
Ve vuran, ve kıran ve haykıran.
Malatyalı şöyle bir baktı.
Bir ana baba günüydü herhal. Her yönde toz duman
Vay anam vay.
Gözdeyle ben dört göz olmuş Turan Emeksize bakıyorduk.
Ve biz şimdi alçak sesle konuşuyorduk.
“Baktı atacak taşı yoktu
Baktı eli durmuş ayağı durmuştu.
Vurulmuştu. Çıkardı yüreğini kan içinde
Çarptı kötünün kafasına”nın
nasıl bir şey olduğunu düşünüyorduk.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.