Oy vermek bir şeyleri değiştirseydi, yasaklanırdı. Emma Goldman Hile yapıldı. Elektrikler kesildi. Oylar değiştirildi. Elektronik sisteme müdahale edildi. Evet yazılı pusulalar ele geçirildi. Uzayıp giden yüzlerce kendimizi kandırma cümlesi… AKP kazandı. Yine kazandı ve bu şekilde devam edersek yine kazanacak. Bu bizlere paradoks gelen olguyu açıklamak gerekir öncelikle. Bu “paradoksun” altında AKP’nin ne olduğu yatıyor. […]
Oy vermek bir şeyleri değiştirseydi, yasaklanırdı.
Emma Goldman
Hile yapıldı. Elektrikler kesildi. Oylar değiştirildi. Elektronik sisteme müdahale edildi. Evet yazılı pusulalar ele geçirildi. Uzayıp giden yüzlerce kendimizi kandırma cümlesi… AKP kazandı. Yine kazandı ve bu şekilde devam edersek yine kazanacak. Bu bizlere paradoks gelen olguyu açıklamak gerekir öncelikle. Bu “paradoksun” altında AKP’nin ne olduğu yatıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde neler olduğu başka bir yazının konusu. İlgilenenler, artık günümüzde bir sürü kaynağa ulaşabilirler. Özel olarak Kemalizm diye adlandırabileceğimiz Cumhuriyet’in resmi ideolojisi temel olarak üç temel grubun “tehdidi” üzerinden yükseldi. Komünistler, Kürtler – azınlıklar ve siyasal İslamcılar. Komünistler M. Kemal’in verdiği emirle ilk darbeyi Mustafa Suphi’lerin katledilmesiyle yaşadılar[1]. Daha sonrasında, burjuva Türk Devleti’nin her dönemde ilk saldırdığı keim olmaya devam ettiler. Ermeni sorunu (!), 1. Paylaşım Savaşı sırasında halledilmişti [2]. Kalan azınlıklar veya başka bir deyişle gayri-Müslim olanlar sorunu ise Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül Olayları ile giderildi [3]. Gerek Ermeni Soykırımı’nda aldıkları rol gerekse feodal yapıların genelde devlet, özelde Mustafa Kemal ve silah arkadaşları ile kurduğu ilişki itibariyle kurucu unsur olarak tanınan Kürtler, Dersim Katliamı ile artık devletin karşısında yer alıyorlardı [4]. Her ne kadar, dönemin en çağdaş ve ilerici fikirlerini taşıyan, aydın diyebileceğimiz bireyleri yetiştirmiş olsa da kuruluş itibariyle rejimin resmi ideolojisinin devamlılığını ve kökleşmesini sağlamak adına milliyetçi propagandaya dahil edilen Halkevleri ve Köy Enstitüleri, “yeni insan” yaratma yolunda hızla ilerleme kaydetmişti. Siyasal İslam ise, Kazım Karabekir Paşa’nın baskılanması ve eserinin yasaklanması, Said-i Nursi’nin sürgünü ve Batı tipi yaşam tarzına geçişle köylere doğru hızla gerilemişti [5]. İşte kuşaktan kuşağa örgütlenerek geçen bu Osmanlı ticaret hayatında yer almış Anadolu kaplanları ve İslami burjuvazi AKP ile vücut buldu. Yıllarca oy verdikleri partilerin kapatılmasının önüne pragmatist de olsa bir parti engel olmuş ve irtica ile mücadele eden orduyu kışlasına geri sokmuştu. Başı kapalı olduğu için Kadıköylü, İzmirli “elitlerimizce” tiyatroda, şehir merkezlerinde, AVM’lerde hor görülen insanlar, AKP ile artık bu özgüveni kazanmaya başladılar. Biz de varız demeye başladılar. Yoksul kesim ise, emek – sermaye çelişkisini hissediyor olsa da, kendi evine gelip çay içen, Cuma namazını kendisiyle kılan, aynı dili konuşan, söz gelimi sermayeye rest çekebilen, bizlerin rüşvet gördüğü makarnayı yardım olarak gören bir Başbakan’da bir oldular, vücut buldular. Artık Recep Tayyip Erdoğan demek, kendi canları demekti. O dik durdukça, onlar da duracaktı. İşte bizler, belki de bu bizlerin kapsamını genişleterek yazmak gerekirse, Atatürkçüler, ulusalcılar, sosyalistler, ilericiler, devrimciler kısacası diğerleri bunu göremedi veyahut görmek istemedi. Çünkü “ezilen” insan ile bir olmak yerine, ona “akıl” veriyorduk. Aydınların veya toplumun eğitimlilerinin soyut sosyal bir grup olmadığını hatırlatmakta fayda var. Aydınların en büyük hatalarından biri, kendilerini özel bir grup, zümre veya sınıf olarak toplumdan soyutlamaları veya öyle görmeleridir. Bu, 19. asrın bilimsel felsefe ve bilimsel sosyalizminde ortaya konulan “entellektüel alinasyon”dur [6]. Bu AKP’in neden yoksul kesimlerden oy aldığının bir biri ile bağlantılı nedenlerinden bir tanesidir. Bir diğer neden ise İslami’dir. Bu coğrafya, on beş asırda İslamı yoğun bir din olarak hissetmiş ve İslam ile yoğrulmuştur. Bu bir Yunan kültürü veya Roma kültürü gibi bir kültür değildir. Günlük hayatı öyle veya böyle etkileyen faktörlerden birisidir. Geleneklerimiz, düşünce tarzımız, kültürel yapımız hep bunlardan izler taşır. Bizim coğrafyamızda, aydın ve en başta kurucu laik seçkinler, bütün toplumu kendi bakış açıları ve zevkleri ve kendi aydın grubundaki ilşkilerle değerlendirmektedir. Bu oldukça büyük bir hatadır. Bir diğer husus da, toplumun dervişleri olmak konusundan ve gerçekliğinden kopuk olan devrimcilerin, ilericilerin durumudur. Akıl verme hastalığına saplanıp kaldığımız ve şehir merkezlerine hapsolarak fabrikaları , köyleri taşrayı, tarlaları unuttuğumuz günlerden geçtik, geçiyoruz. Her şeyden önce, kitlesel yapıdaki partilerimiz, örgütlerimiz “örgütleyecekleri tebaaya” ulaşamıyor. Paulo Freire ezilmişlik gerçekliğinin dönüştürülmesinin önündeki bu engellerin üstesinden gelebilmek için yine de diyalog yöntemini önerir. Ancak bu diyalog, ezilenleri kendi özgürleşmelerinin failleri haline getiren bir diyalog olmalıdır. Sloganlar ve bildiriler “ezilenleri evcilleştirme yoluyla özgürleştirmeye yarayan” monologlardır [7]. Biz monolog yapıyoruz, çünkü biz eğitimsizleri “eğitmeye” çalışıyoruz. Ezilmişlerin durumunun tarihsel bir boyutu olduğunu ve bu iktidardakilerin şiddet eylemleri ile başladığını unutmuş durumdayız. Ezilenlerin şiddeti bu ilk şiddet eyleminin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı ve devrimci şiddet ya da direniş, barışı (ya da kanun düzenini) yeniden tesis etme iddiasındaki ezenler tarafından uygulanan şiddetle karşılaştı. Bizler bu süreci de kaçırdık. Bir zamanlar olduğu gibi halk için değil, halk ile yapılacak mücadeleyi tekrar hatırlarız umarım.
Notlar:
[1] TKP MK 1920 – 1921 Dönüş Belgeleri 2, TÜSTAV Yayınları, İstanbul (2004)
[2] T. Akçam, Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu, İletişim Yayınları, İstanbul (2009)
[3] C. Keskin, 6-7 Eylül Olayları: Azınlıkları Tasfiye Hareketi, Marksist Tutum, Eylül 2005
[4] A. Özer, Kürtler Cumhuriyet’e Neden İsyan Etti?, Hemen Kitap, İstanbul (2013)
[5] H. Şentürk, Türkiye’de İslami Oluşumlar ve Siyaset İslamcılık, Çıra Yayınları, İstanbul (2011)
[6] A. Şeriati, Dinler Tarihi 1, Fecr Yayıncılık, Ankara (2012)
[7] P. Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, Ayrıntı Yayınları, İstanbul (1991)
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.