Türkiye ve Kürdistan’da yapılacak olan yerel seçimler kapsamında, bütün siyasi parti liderleri, kendilerince gördükleri en stratejik yerlerde mitingler organize ediyorlar ve aynı zamanda kendi politikalarına dair bir kısım değerlendirmeler yapıyorlar. Erdoğan’ın Batı illerini gezerken çok farklı bir dil, Kürt illerini gezerken çok daha farklı bir dil kullandığını görüyoruz. Özellikle bu güne kadar Kürtlere yönelik izlediği […]
Türkiye ve Kürdistan’da yapılacak olan yerel seçimler kapsamında, bütün siyasi parti liderleri, kendilerince gördükleri en stratejik yerlerde mitingler organize ediyorlar ve aynı zamanda kendi politikalarına dair bir kısım değerlendirmeler yapıyorlar.
Erdoğan’ın Batı illerini gezerken çok farklı bir dil, Kürt illerini gezerken çok daha farklı bir dil kullandığını görüyoruz. Özellikle bu güne kadar Kürtlere yönelik izlediği tasfiye politikalarından hiç söz etmeden, pişkince barış ve çözüme vurgu yapması onun ikiyüzlü politikalarının bir başka ifadesidir. Ortada Roboski, Yüksekova, Lice katliamları varken, çıkıp başka biçimde ahkam kesmek çok beyhude bir çabadır.
Erdoğan’ı, Kürdistan üzerinde ki sömürgeci sistemin en stratejik temsilcisi olarak görmek gerekiyor. Bütün bir Kürdistan’ın sömürgesel bütünselliği ve onun cümle sömürgeci devletler birliğini temsilen bir rolün sahibi olduğunu kast ediyorum.
Erdoğan, adeta üstlenmiş olduğu Kürdistan düşmanlığını hemen her fırsatta sırıtıyor, kusuyor. 9 Mart 2014 tarihinde, Urfa’da mitingde yapmış olduğu konuşma bu bakımdan dikkat çekicidir.
Bilhassa Paris’te katledilen 3 Kürt kadın devrimcinin Urfa mitinginde söz konusu yapılmış olması, başlı başına anlam yüklüdür. Her ne kadar Cemaat ile aralarında yaşanan savaş bunun gerekçesi olsa da, yine de Paris cinayetinin konu edilmesi fazlasıyla manidardır. Sözüm ona, devlete sızmış bazı odaklar, çözüm sürecine karşı bu cinayetleri işlemişlerdir. Erdoğan’ın, Paris cinayetini böylesi bir içeriğe bağlayan sözleri üzerinde kesin durmak gerekiyor.
Erdoğan’ın vermek istediği mesaj; Paris cinayetini organize eden güçler, AKP’nin denetimine giren MİT değildir. Tersine Cemaat ve MİT’e sızmış olan bazı unsurlar tarafından yapılmış olduğudur. Bu yaklaşım hem AKP’yi, hem de MİT’i ve devleti temize çıkarma politikasıdır. Erdoğan’ın öncelikli hedefi, bu katliamın MİT tarafından yapıldığını gizlemektir. Çünkü MİT tarafından yapılmış bir saldırı aynı zamanda iktidar olan AKP’yi de sorumlu tutar.
Bu durumda uluslar arası hukuki yaptırım düzlemi söz konusu olur. Sorunun bir başka boyutu da, Cemaat doğrudan suçlu ilan edilerek, hem Fethullah Gülen’in kişi olarak hedefe konulması, hem de Cemaat’in özellikle yurtdışındaki okullarını ve ekonomik kurumlarını uluslar arası alanda yasa dışı ilan etmeye zemin hazırlamak istediğini gösteriyor.
Böylelikle Erdoğan’ın verdiği mesaj; Güya Paris cinayetinde AKP iktidarının ve resmi Devletin hiçbir rolü yoktur ve bu noktada cemaatle her hangi bir ittifak da yapılmamıştır. Dolaysıyla Devletin en stratejik operasyonel gücü olan MİT, böylesi bir cinayetin içinde yer almamıştır. Böylelikle devlet adına İmralı’da görüşmeyi yürüten MİT Müsteşarı Hakan Fidan da masumdur.
Erdoğan’ın Urfa Mitinginde verdiği mesajın esas içeriği budur. Düşünün ki, Erdoğan ilk defa Urfa Mitinginde MİT Müsteşarının ismini zikir etmiştir. Belki de böylesi bir şey dünyada bir ilktir.
Peki, bu halde Erdoğan tarafından ileri sürülen böylesi bir tezin doğruluk payı var mıdır? Bence kesinlikle yoktur. Eğer somut verilerden hareket edecek olursak, tam tersine Erdoğan’ın işi çok daha zordur.
En azında Paris cinayeti işlendiğinde, o gün başta Erdoğan’ın kendisi olmak üzere, Hüseyin Çelik, M. Ali Şahin ve diğer birçok AKP’li ile TC devleti sözcülerinin vermiş oldukları demeçler vardır. Hemen hepsinin ortak açıklaması şöyleydi; “Bu bir örgüt içi bir birini vurmadır, bir hesaplaşmadır.” Daha cinayetin işlendiği ilk saatlerde bu tür açıklamaların yapılması, esasen suçluluk psikolojisinde kendini savunma refleksidir. Günümüz dünyasında artık bu tarz refleks halleri, kriminoloji dalında bir veri, bir delil olarak değerlendiriliyor.
Bunun için her ne kadar Erdoğan, özel savaş taktiğine başvursa da, özünde Paris katliamı hem hukuki, hem de politik olarak çözülmüştür. Bu cinayetin birinci derecede sorumlusu AKP iktidarı ve devlettir. Bu cinayet MİT’in koordinasyonunda gerçekleşmiştir. Bu saatten sonu bu konuyu tartışmak bile ayıptır.
Bütün mesele, Fransa’nın bu katliamı nasıl bir hukuki karar haline getirip, bunu adilce formüle edeceğidir. Yani ortada hem azmettirici güç olarak emir veren bir merci vardır ve hem de bir fiil olarak suç işleyen bir kişi, katil vardır. Diğer bir değişle, somut verilerle kanıtlı olarak bu suç işleme hali Ömer Günay ile MİT ortaklığıdır, beraberliğidir.
Dikkatleri Cemaat’e çekmek niyetten bağımsız olarak MİT’i fiilen aklamaktır. MİT, TC Devletsel sistemin en stratejik kurumudur. MİT merkezinden bağımsız bir başka ülkede cinayet işlenmez. Ayrıca Oslo görüşmeleri sırasında, Güney Kürdistan’da KCK adına görüşmeleri yapan heyete, yine MİT tarafından suikast yapıldığı ve 4 gerillanın bu esnada yaşamını yetirdiğini bizzat KCK Yönetimi tarafından açıklandı. Oslo’da görüşme yapan MİT ayın zamanda KCK Müzakerecilerine suikast yapıyorsa, Paris cinayetini de ha keza yapar.
Dikkat edilirse, AKP ile cemaat arasındaki çatışmada MİT merkezde duruyor. Ayni şekilde en son hazırlanan yeni yasaya bakacak olursak, MİT’e yurtdışında operasyon yapma yetkisi veriyor. Peki, MİT kime karşı operasyon yapacak? Önceliğinde düşman olarak kim var? Belli ki, burada hedefte Kürt Özgürlük Hareketi’nin üst düzey kadroları olacaktır.
Bütün bu gerçeklere rağmen, Erdoğan’ın Urfa mitinginde yaptığı konuşmayı esas alarak, Paris katliamını Cemaatin yaptığını ima etmek, hem devleti aklamaktır, hem de politik olarak yanlıştır. Ne yazık ki, Kürtlerde stratejik düzlem değerleri ile politik ve taktiksel hususlar ezber okunuyor ve çokça da karıştırılıyor.
Düşünün k, bir AKP ile Cemaat bile günü geldiğinde stratejik konularda düşman oldular. Hele hele söz konusu Erdoğan olunca bir değil, birçok defa iyi düşünmek ve de dikkatli olmak gerekiyor. Unutmayalım ki, bu adam daha önce de kendi lideri olan Erbakan’a da bizzat ihanet etmiştir.
Dahası şimdi de en aşağılık bir biçimde, daha dün baş düşman belediği ve gösterdiği Ergenekoncuları grup grup serbest bırakıyor. Bunun adı ahlaki olarak da, politik olarak da süper bir döneklik değil de nedir?
Buradan hareketle, Kürtler çok daha fazla dikkatli, tedbirli olmaları gerekiyor.
Dolaysıyla Türk Başbakanı Erdoğan, çok ciddi provokasyonlar peşindedir. Nasıl ki dün Cemaatle işbirliği yaparak Ergenekoncuları hedefledi, ayni şekilde bu günde tam tersini yapıyor. Bunun için artık Kürtler bazı alışkanlıklarını bırakmalılar. Teorik olarak tarihsel düşünelim diye her kes çok yazıp -çiziyor ama ne yazık ki pratikte işler farklı seyrediyor.
Özellikle AKP ve Erdoğan konusunda daha fazla zamanı öldürmeyelim. Bunların, Kürt toplumunun gerçek politik, ekonomik ve sosyal taleplerine vereceği bir yanıtı olmadığı bilinmelidir. İşte onun için Erdoğan bu türden oyunları tezgâhlama ihtiyacı duyuyor.
Biliyoruz ki, Kürtlerin en hassas noktalarından biri Paris cinayetidir. Bu nedenle AKP’ye karşı Kürt halkının önemli bir öfkesi ve tepkisinin oluştuğunu iyi bilen Erdoğan, dikkatleri AKP iktidarından Cemaat’e çekerek hedef şaşırtmaya çalışıyor.
Kürt sorunun demokratik çözümü için PKK’nin bir yıldır yürüttüğü çabaya hiçbir ciddi karşılık vermeyen, katkı sunmayan ve tam tersine kendisine göre oluşturduğu tasfiye planını aşamalı olarak uygulayan Erdoğan, tam da seçimler arifesinde, Paris cinayetinde Gülen Cemaatini işaret ederek, çözümsüzlük politikalarına yeni bir gerekçe bulmaya çalışıyor. Böylelikle çözümsüzlük süreci ve Paris katliamı hakkında Kürt halkını yanıltacağını sanıyor.
Ayrıca bir kez daha tekrarlamak gerekiyor ki, bütün mevcut veriler, bu suç mekanizmasının bizatihi MİT olduğunu ve Ömer Günay’ın de bu mekanizmanın resmi bir elemanı olduğunu gösteriyor.
Erdoğan, Günay ile MİT arasında ki o malum orijinal ses kayıtlarının ve de aynı günlerde ortaya çıkan ıslak imzalı somut MİT belgesini görmezlikten geliyor, yok hükmünden sayıyor. Oysa bu cinayeti işleyen esas gücün İMT olduğuna dair oldukça somut veri bulunuyor. Ayrıca mahkeme sürecinde daha birçok benzer suç kanıtının da sunulacağını kestirebiliriz.
Eğer MİT, kendisinin kurumsal olarak bu cinayetlerle doğrudan bir ilişkisi yok ise, bu meselenin iç yüzünü deşifre eden bir resmi açıklama yapmış olması gerekiyordu. Dolaysıyla bu güne kadar MİT ne bu yönlü bir açıklama yaptı, ne de TC’nin cumhuriyet savcıları her hangi bir soruşturma başlattı.
Bu arada Paris cinayetinde hem dava sahibi ve hem de resmi olarak politik taraf olan KCK’nın, bu konuda bizzat MİT’i sorumlu tutuğuna dair çok net bir şartlı-koşullu açıklaması vardır. Ve bu açıklamanın geri alındığına ilişkin de her hangi bir yeni beyanat bulunmuyor. Orada özellikle AKP Hükümeti ile MİT’in sorumluluktan, suçluluktan kurtulmanın çıkış yolu da gösterilmişti.
Şayet Erdoğan çıkıp Adalet mekanizmaları kontrolümde değillerdir diyecek olursa, o zamanda peki neden Başbakanlık Denetleme Kurulu ve parlamento mekanizması işletilmedi diye sorulur.
Paris’e henüz soruşturma aşamasında olan bu davada, MİT’in cinayetten doğrudan sorumlu tutulması söz konusu olabilir. Unutmayalım ki, bir mahkeme ortamı ile bir açık kamuoyu ortamı asla aynı değildir. Hiçbir istihbarat teşkilatı, ortaya çıkan belgelere rağmen çıkıp da, ‘benim bir sorumluluğum ve haberim var’ demez. Ama sunulmuş bulunan suç kanıtlarının, bir bir tersini ispat edemediği müddetçe, resmen ortaya çıkıp inkar da edemez.
Kürdistan halkı ve kamuoyu, Erdoğan’ın veya MİT’in açıklamalarına bakmaksızın bu tarihsel davanın yakın takipçisi olacaktır.
Bu arada yeri gelmişken, bu davanın muhtevası hakkında da bazı hususlara dikkati çekmeye çalışalım.
Devletlere rağmen, bir kamuoyu vicdanı ve iradesinin olduğunu unutmuyoruz. Onun için Fransa asla bu gerçekliği atlayamaz. Aksi halde Fransa bütün değerlerine ihanet etmiş olur.
Dolaysıyla Türkiye cephesi olarak, ister resmiyete bu hususu deşifre edilsin, isterse de edilmesin, ama kesin MİT, bu cinayet soruşturmanın merkezinde duracaktır.
Zaten genel olarak mahkeme prosedürlerinde, bu cinayeti MİT yaptı mı yapmadı mı tür sorular sorulmadan, bizzat istihbarat teşkilatların bilgileri dâhilinde bulunduğu kabulü varsayılarak hükme bağlanır. Bunun bir biçimde usule uyarlı hele getirilerek, doğrudan karar metinlerinde işlemi yapılır, kayıt düşülür.
Fransa’nın, bu Paris katliamı konusundaki işinin hiç de kolay olmadığını belirtmek gerek. Fransa, doğrudan bu katliamın yapımı içerisinde bulunmaktan ziyade, daha çok katliamın yapıldığı an itibarıyla çok ciddi bir yanılgıya düşme gibi bir olasılığı söz konusudur. Bana göre Fransa istihbaratı tarafından takip edilen Ömer Güney’in, bu katliamı gündüz saatinde ve hemen her zaman çok sayıda insanın bulunduğu bir büronun içerisinde yapacağını kestiremedi, bunu ön görmedi.
Bu nedenle Mahkeme sürecinde Fransa biraz bencil davranacaktır, diye düşünüyorum. Yani işin kendi istihbarat örgütünün zaafa düşme boyutunu esirgeyecektir.
Fransa istihbarat teşkilatı, Ömer Güney’in, MİT’in bir vurucu timi olduğunu çok iyi biliyordu. Esas olarak Fransa’yı da zorda bırakan bu açmazdır. Fransa istihbaratının yapmış olduğu yakın takip ve dinlemelerle esas olarak hedefin Nedim Seven, Adem Uzun, Şiar ve Soru gibi isimlerin olduğundan hareketle, daha çok onların katledilmesini önlemeye dair organize olmuştu, bu temelde hazırlıklarını yapmıştı.
Türk MİT’i de, yapmış oldukları katliam planının deşifre olduğunu gördü ve bu kez Sakine Cansız’ı hedef alan bir başka planı uygulamaya koydu. İşte esas olarak Fransa istihbaratının en önemli zafiyeti bu saldırıya engellememesi veya engelleyememesidir.
Yapılan araştırmalarda, Paris katliamının MİT’in talimatıyla yaptığı ortaya çıkmış durumda. Bu konuda çok ciddi veriler basına yansıdı.
Fransa, daha çok bu davayı bir Avrupa’nın ortak sorunu ve davası haline getirmek istiyor ve olası bir karar hükmünü de bu düzeyde vermek istiyor.
Yoksa aksi halde, uluslar arası ilişkiler ve özellikle Türkiye ile olan çıkarları nedeniyle bu gerçeği kamuoyuna açıklamayabilir.
Ancak soruşturmanın tamamlanıp mahkeme sürecine geçildikten sonra, ortaya çok daha büyük sürprizlerin çıkacağından kimsenin şüphesi olmasın. Bu nedenle, Paris cinayetini MİT mi işledi yoksa Cemaat mi yaptı tarzındaki tartışmalar yanlıştır ve hedef şaşırtmadır.
Sorumlu resmi TC devleti, MİT ve AKP iktidarıdır.
alihidir@live.fr
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.