30 Mart Yerel Seçimleri’nin genel gündemini yolsuzluklar ile sarsılan AKP’ye güven oylaması oluşturuyor. Özelde ise AKP, seçimin sonucuna göre Cemaate yönelik operasyon için vize arıyor. Meselenin artık Cemaatle kavganın çok ötesinde olduğu açıkça görülüyor. Çatışmanın nedenleri ve sonuçları seçim sürecindeki partilerin aktif etkinliği ile çakıştıkça mücadele sertleşiyor. Giderek yalnızlaşan AKP, savunmaya geçiyor ve aynı derecede […]
30 Mart Yerel Seçimleri’nin genel gündemini yolsuzluklar ile sarsılan AKP’ye güven oylaması oluşturuyor. Özelde ise AKP, seçimin sonucuna göre Cemaate yönelik operasyon için vize arıyor. Meselenin artık Cemaatle kavganın çok ötesinde olduğu açıkça görülüyor. Çatışmanın nedenleri ve sonuçları seçim sürecindeki partilerin aktif etkinliği ile çakıştıkça mücadele sertleşiyor. Giderek yalnızlaşan AKP, savunmaya geçiyor ve aynı derecede saldırganlaşabiliyor.
Yolsuzluk, rüşvet, kara para aklama ve ihaleye fesat karıştırma gibi konulardaki skandalla ilgili ses ve görüntü kayıtlarının sosyal medyada yer alması AKP’yi korkutmuş olacak ki çareyi twitter’ı sonra da youtube’u kapatmakta buldu. Şimdilik mahkeme, Twitter’la ilgili yürütmeyi durdurma kararı vermiş olsa da yeni yasakların seçim tablosuna göre sonraya bırakıldığını rahatlıkla görebiliyoruz.
AKP’nin sadece sosyal medyaya yasak koyması bile onun oligarşikleşmiş şirket rejiminin son dönemdeki Olağanüstü Hal yaratma düşüncesinin bir itirafı olarak karşımızda duruyor.
AKP’nin Gülen Cemaati ile girdiği kavganın iki tarafın öznel ve bağımsız bir kararı olmamasından ötürü, AKP’nin kirli ilişki ağlarını sosyal medya üzerinden dolaylı deşifresinin de AKP’nin baskıcı rejimin de Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin veya erken genel seçimin bitimine kadar inişli çıkışlı süreceğini söyleyebiliriz.
NATO, AKP’ye operasyon mu düzenliyor?
Buna açıkça “evet” demek mümkün. Zira Ortadoğu’da Ilımlı İslam modeli çöktü. Bu aynı zamanda 1980’lerde hayata geçirilen Yeşil Kuşak Projesinin de son bulduğunun resmidir. Yerine yeni bir sistem gerekiyor.
Türkiye’nin NATO üyesi bir ülke olduğunu, Rusya-Çin-İran hattına karşı NATO’nun formüle ettiği İslamcılığın artık yeni ihtiyaçlara cevap olamadığını belirtelim. AKP ve Erdoğan bu ihtiyacı gayet iyi yerine getirmekteydiler. Arap Baharı ve Suriye meselesi ile birlikte Erdoğan’a güven azaldı. En önemli zedeleyici unsur BM tarafından ambargo uygulanan İran’la gerçekleştirilen petrol-ticaret-kara para-altın alışverişiydi. Delinen ambargo bu işi yapanlar için muazzam para kaynağı sağlıyordu ve bu para transferleri ABD’nin kontrol edemediği yerli sistemlerle yürütülüyordu. Bir diğer nokta kara paranın Ortadoğu’da kolaylıkla dolaşıma girmesiydi. Suriye’ye yapılan mali yardımlar kara para trafiğinin önemli kılıflarından biriydi. Suudilerin, Katarın Suriye’deki muhaliflere para akıttığı herkesin malumu. Ama bu para güç çekişmelerine göre muhaliflerin kümelenişini, birbirleri ile mücadelesini de beraberinde getirdi.
AKP, kendisini iktidar yapan Anadolu Burjuvazisinin sermaye birikimini bırakıp Ortadoğu’daki kara para trafiğini tercih etmeye başlaması, ABD ile çatışmayı başlatan işaret fişeklerinden biri oldu. Çatışma, soğuk savaş edasıyla sürdüğü için emperyal hegemonyaların vekaletiyle içeride mücadele sürdürüldü. Batı için en önemli yürütücü güç Cemaat oldu. Bu noktada Cemaatin ABD’nin piyonu olduğunu söylemek de keskin ve yüzeysel bir değerlendirme olur. Yarı-özerk bir konumdadır Cemaat. ABD ile ortak bir blokta yer aldıklarını, çıkar birliği güttüklerini söyleyebiliriz. Zira Cemaat Türkiye’deki en örgütlü sivil liberal harekete dönüşmüş durumda. Devlete sızmış olması onun bu karakterini değiştirmez. Bilakis kendi güvenliği için bunu yaptığı ortada. Buna karşın Cemaatin Batılı egemen güçleri doğrudan karşısına almadığı da bir gerçek. Keza İran’a karşı düşmanca tavrı da ABD’nin, dolayısıyla da NATO’nun Ortadoğu’daki entelektüel sermayenin, ekonomik sermayenin ve sosyal sermayenin örgütlenmesinde Cemaate ihtiyaç duyduğunu ve duyacağını da belirtmek gerekiyor.
Cemaate yakın holdinglere operasyonlar
AKP, hem 17 Aralık ve 25 Aralık Operasyonlarının dış destekli bir komplo olduğunu ispatlamak hem de Cemaate karşı kararlılığını şimdiden belli etmek için seçime birkaç gün kala bünyesinde NT mağazalarının, Sürat Kargo’nun ve Sürat Bilişim’in olduğu Kaynak Holding’e Mali Şube ekiplerine baskınlar düzenletti. Cuma günü de Bank Asya’nın borsadaki işlemleri durduruldu.
Cemaat ise seçimde AKP karşısında o ildeki en güçlü adayı destekleme kararı alarak sahada çalışmakta olduğunu gösterdi. Ayrıca Sayıştay raporları, operasyon kapsamındaki yolsuzluk ve rüşvet delilerinin sızdırılması, tapelerin servis edilmesi de etkili manevra alanları oldu. Muhalefetle bu noktada ortak mücadele yürüttü.
Üzerinde fazla durulmayan ancak işin ulusal-bölgesel-küresel bağlarına da işaret eden Selam-Tevhid Örgütü Soruşturmasını da önemli bir girişim olarak görmek gerekir. Başta Hakan Fidan’ın İran ajanı olduğuna ilişkin iddialar olmak üzere, kimi siyasi ve bürokratın İran ve başka ülkelerle işbirliği yaptıklarına dair iddiaların yer aldığı bu soruşturma Cemaat bloğunun dâhil olduğu ABD-NATO hattının ajandasında bir sonraki aşamada devreye sokulmak üzere bekletiliyor.
Tapelenen AKP’de kayış koptu!
Cemaat sadece bürokrasiye değil AKP’nin kılcal damarlarından beyin hücrelerine kadar sızmayı başarmıştı. Sızmakla yetinmedi, kendisini ileride garanti altına almak için AKP’yi ve AKP’nin çıkar çarkını mercek altına alıp kayda geçirdi. Bugünlerde servis edilen tapelerin bazılarının yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun dışındaki konularla ilgili olması bunun bir işareti. Öyle görülüyor ki bu kayıtları sadece Cemaate yakın isimler tutmadı, Cemaat dışındaki AKP’liler de kendilerini emniyete almak için birbirlerini dinlemeye başvurmuşlar.
Artık, AKP kadrolarında birbirlerine güvenin kalmadığını, Cemaat paranoyasının hâkim olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sadece Cemaat değil, AKP’nin üst düzeydeki kadrolarının, danışmanlarının arasında da birbirini kontrol etme mekanizmalarının bir hayli gelişmiş olması bunun göstergesi. Nitekim sosyal medyaya düşen son tepede Deniz Baykal’ı istifaya götüren kasetle ilgili Erdoğan’ın rol oynadığı iddiası AKP-CHP arasında yeni tartışmayı alevlendirmekle beraber bu kaydın Erdoğan’ın danışmanlarından biri tarafından yapıldığına yönelik iddia da AKP içindeki mekanizmayı da su yüzüne çıkartıyor. Eğer doğruysa şayet bu kaset, AKP içindeki mekanizmanın birbirini dinleme-dinletme ve şantajla kontrol ve denge kurma üzerine kurulduğu açığa çıkıyor.
Büyüyen Erdoğan, küçülen demokrasi
Artık önceki seçimlerdeki gibi AKP’yi bir kadro hareketi olarak ne görüyoruz ne de o yönde bir sunuma rastlıyoruz. Yerel seçim olmasına rağmen Erdoğan’ın özellikle öne çıkartıldığını ve bunun Milli Kahraman yaratma planının bir parçası olduğunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Genel propaganda ve reklamlardaki imaj bunu bariz ortaya koyuyor.
“Tek Adamlılık” tüm çıkar çarkının hem merkezini teşkil ediyor hem de bunu örtmenin bir ideolojik kılıfı oluyor. Ne ülkede demokrasiden ne de parti içi demokrasiden söz edilebilir haldeyiz. Üçüncü dünya ülkesine has bir diktatörlüğe hızla yol alıyoruz. Medyaya yapılan engelleme, iletişim özgürlüğü açısından bir skandal olarak tarihe geçiyor. Bir siyasi lider, kendi kaderini ülkenin kaderiymiş gibi sunabiliyor.
AKP stratejik değil taktiksel davranıyor
Tapelerden de açıkça anlaşılıyor ki AKP yönetiminin esas derdi ekonomik çıkar ve bu çıkara dayalı siyasi nüfuz alanı yaratmaktır. Bunun için her yol mübah görülüyor. Hiçbir stratejik hedefinin olmadığını, sadece ülkedeki ve bölgedeki dengelerden istifade ederek bir çıkar mekanizması oluşturduğu net bir şekilde ortaya seriliyor. En bariz örnek, kara paranın nereden ve nasıl elde edildiğinden tutalım da nerede ve nasıl aklandığına kadar pek çok girişimin siyasal angajmanlar kılıfıyla yapılması oluyor.
Türkiye’de ve Ortadoğu’da sivil yönüyle ve siyasi nüfuz alanıyla stratejik davranan iki temel güç öne çıkıyor: Gülen Cemaati ve Kürt Siyasi Hareketi. Bu iki gücün kendi potansiyelinin ötesinde, başka güçlerle kurduğu ilişkiler ve etkileşimler bugünü etkilemekle birlikte, orta vadede yarını da büyük ölçüde belirleyecektir. AKP ise kendi durumunu kurtarmak için sadece taktiksel davranabiliyor. Rusya, İran ve Çin bloğuna göz kırpması da stratejik değil taktiksel bir girişimdir. Erdoğan’ın ABD/NATO gözünde güvenilmez bir imaja bürünüyor oluşu onu bu taktiklere sürüklüyor olabilir. Ancak Türkiye gibi jeopolitiği ve jeostratejisi yüksek bir ülkenin NATO’yu uzun erimli bir stratejiye yönlendirme tasarrufunda bulunduracağı da hesap edilmelidir. Suriye’ye operasyonun bir devlet krizini yansıtması bunun bir tezahürüdür.
Yeni strateji: Ilımlı sekülerizm
Erdoğan’ın sarsılması, artık Yeşil Kuşak stratejisinden Ilımlı İslam’a giden yolun sonuna gelindiğinin de bir göstergesi olacaktır. Oluşmakta olan nesnel durumun tazyiki küresel egemen güçleri yeni bir stratejiye sürükleyeceği kaçınılmazdır. Bu yeni dönem Ortadoğu’nun küresel kapitalizme entegrasyonunun da kodlarını taşıyacaktır.
Somutlaştırmaya çalışalım. Seçimde CHP, MHP ve BDP/HDP, güçlerini ya koruyacaklar ya da artıracaklardır. Bu üçünün belirgin ortak noktasının sekülerlik olduğunu belirtelim. Üçünün aynı zamanda keskin hatları olduğunu da unutmayalım. Buna Gülen Cemaatinin de giderek dahil olmaya başlayacağını, hatta başladığını söyleyebiliriz. Cemaatin kendi çıkarı için CHP ve MHP’yi desteklemeye başlaması, bu tabanlarla etkileşimi de beraberinde getiriyor. Tabanların ortak bir düşman (AKP) karşısındaki birlikteliği, keskin hatların törpülenmesini de sağlayacaktır. Elbette ki birbirilerine güvensizlik sürecektir. Herkes bunun taktiksel olduğunun farkındadır. Ancak ilişkilerin dışsallaştırdığı ve nesnelleştirmeye başladığı bir hakikat vardır ki o da ‘yeni sekülerlik’tir. Sosyal medyadaki yasaklardan tutalım da Cemaatin dershanelerine karşı yasaklarına kadar pek çok yasak tabanlarda bir ortaklığa, sekülerlikte buluşmaya ve daha özgürlükçü bir çizgide yeni bir siyasal evren inşa etmeye itecektir. Cemaatin “Camii-Cemevi-Aşevi” projesi bu yöndeki adımlarından biriydi. Seçim sürecindeki tavrı bunu derinleştiren bir imkan oldu. Bu arada seçim sonucu Cemaatin istediği gibi çıksa bile AKP zamanındaki nüfuz alanının da eskisi gibi olmayacağını bir yere not edelim. Cemaatin alenileşen tavrı ve örgütsel ağı, seçim sonrasındaki dengelerde daha fazla tartışmaya açılacaktır. Bu vesile ile denetlenebilir rotaya itilecektir. Böylece NATO, sadece AKP’ye değil, Cemaate de bir ayar çekmiş olacaktır.
Bu sürecin son derece kırılgan ve gevşek olduğunu da belirtelim. Söz gelimi “emperyalizm” noktasında tartışmalar, çekişmeler her daim gündemde yer alacaktır.
MHP’nin aşırı milliyetçiliğinin, CHP’nin katı Kemalist, ulusalcı ve elit tavrının, Cemaatin ise kapalı yapısının törpüleneceği bu süreçte Kürtlerin tavrı, oluşmakta olan yeni güç dinamiğinin Kürt Meselesine bakışına göre olacaktır. KCK’nin Çözüm Sürecinin Erdoğan’a bağımlı olmadığını vurgusu önemlidir bu noktada.
Çatışmalı, kırılgan ama “diyalog” odaklı bu yeni süreçte siyaset evreni sekülerliğin yeni yorumu ile şekillenecektir. Yoksa kastettiğimiz şey bir koalisyon değildir. Birbirleriyle çatışmalı da olsa sekülerizm noktasında buluşmadır, yapılanmadır. Türkiye’nin bölgede kapitalizmin lokomotif işlevi görmesinin nesnel zemininin buradan geçtiğini bilen ABD+AB/NATO, bunu öznel açıdan kendisinin kontrol edebileceği bir alana çekmek isteyecek ve o yönde yapılandırmalara, yönlendirmelere, taktiklere gidecektir. Buna ilaveten NATO’nun İran’ın Şii nüfuzunu yarabilmesinin, Rusya’nın enerji odaklı hegemonyasını kırabilmesinin bir yolu buradan geçmektedir. Diğer taraftan Rusya-İran hattı da elbette ki boş durmayacaktır. Başta Türkiye ve AB’nin enerji bağımlılığı olmaz üzere, ticaret ilişkileri ve potansiyellikleri ile dinsel kimliğe dayalı ve Anti-Batı Emperyalizm odaklı siyasal yönelimlerle bir direnç alanı yaratmak isteyecektir. Bu iki küresel hegemonik yapı arasında gidip gelen Türkiye’nin kaderinin değişebilmesinin “tam bağımsızlık”tan geçtiğini ancak küresel kapitalizme göbekten bağımlı bir NATO ülkesi için bunun zor bir mücadele süreci olduğu ve olacağın da ortadadır.
Makro düzlemdeki bu hakikatler AKP’nin pragmatist ve stratejisiz niteliği ile örtüşünce ortaya AKP rejiminin trajik taktiksel oyunları çıkmaktadır. Suriye’ye askeri hareketle seçimi etkileme taktiği bunun son örneğidir.
Süleyman Şah bahanesiyle Suriye’ye operasyon olur mu?
Gerek 17 ve 25 Aralık Yolsuzluk Operasyonunu gündemde geri plana itmek gerekse seçimin psikolojik atmosferinde milliyetçi oyları çekebilmek için AKP’nin Suriye’yi aktüelleştirmesi gayet manidar bulunuyor. Bununla birlikte Erdoğan’ın seçim sürecini bir “milli kahramanlık” destanına dönüştürme düşüncesine Suriye meselesi önemli bir manipülasyon alanı olarak devreye sokulmaya çalışılıyor.
Cemaate karşı yeni bir Milli Mücadeleden bahsediliyor oluşu, Kürt Siyasi Hareketi ile devam eden barış sürecini Kuvayi Milliye ruhu üzerinden “Yeni Türkiye” yaratma fikrine monte edilmeye çalışılması, seçimde Türk Bayrağına yapılan vurgu ve reklamda İstiklal Marşı’nın bizzat Erdoğan tarafından okunuşu gibi örnekler AKP’nin “millilik” miti yaratma derdini bariz ortaya koyuyor.
Nasıl ABD için El Kaide dünya üzerinde küresel imparatorluk kurmanın birer bahanesi haline getirildiyse ve o yönde kullanıldıysa IŞİD (Irak Şam İslam Devleti Örgütü) ve onun bağlı olduğu El Kaide grupları da benzer işlevi AKP hükümetinin Suriye politikası için yerine getirebilir. IŞİD’in Niğde’deki saldırısı ve son olarak İstanbul Ümraniye’deki operasyona silahlı karşılık vermesi IŞİD ile mücadele veren bir Türkiye fotoğrafına ihtiyacın ürünü sayılabilir. Beri yandan Suriye’de yazılmak istenen “kahramanlık” destanı IŞİD’in üzerinden bina ediliyor olmasının bir başka gerekçesini de Şah Süleyman Türbesi’nin örgüt tarafından işgal edileceği iddiası da bulunuyor. Bunu birkaç hafta evvel CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu provokasyon uyarı ile dile getirmiş ve seçime üç gün kala Erdoğan’ın Suriye’ye girme planından söz etmişti.
Nitekim 13 Mart’taki Dışişleri Bakanlığı’nda yapılan bir ortam dinlemesinin 27 Mart’ta yayınlanmasıyla tüm bu planlar deşifre olmuş oldu. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, Bakanlık Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ile Genelkurmay 2.Başkanı Yaşar Güler’in Suriye’ye askeri bir operasyonu ve bu operasyonun gerekçelerini yaratmaya yönelik konuşmaları tüm planlarını deşifre etti. Hükümet çareyi Youtube’u kapatmakta ve yayın yasağı getirip meseleyi “devlet güvenliği”, “vatan hainliği”, “casusluk” gibi klasik söylemlerle olayı geçiştirmekte buldu. Ortada devletin güvenliğinin mi, toplumun güvenliğinin mi yoksa siyasi iktidarın güvenliğinin mi söz konusu olduğu tartışması artık anlamsızlaştı. Böylece “vatan hainliği”, “İstiklal Mücadelesi” söyleminin siyasi çıkar için kullanıldığı ve bu çıkar için her yolun denenebileceği apaçık gösterilmiş oldu.
Diğer taraftan IŞİD’in aynı zamanda PYD’ye bağlı YPG güçleri ile savaşıyor oluşu Erdoğan’ın Kürtleri iknası için de bir pazarlık kozu olarak gündeme getiriliyor olabilir. Ancak Kürtlerin bugüne kadar tüm sınır ötesi operasyonlara tepkisini dikkate aldığımızda buna da karşı çıkacaklarına şüphe kalmıyor. Geriye sadece Erdoğan’ın milli patronluğu milli kahramanlıkla örtme taktiğinden başka bir şey kalmıyor.
Süleyman Şah Türbesi, Erdoğan’ın “Yeni Osmanlılık” veya Osmanlı ecdadı propagandasının Yeni İstiklal Mücadelesi ile bütünleştirme amacı için de sembolik bir değer taşıyor. Zira doğru veya yanlış, anlatılagelenlere göre türbede Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu ve ilk padişahı Osman Gazi’nin dedesi Süleyman Şah’ın naaşı bulunuyor. Dolayısıyla işgal altına alınmış sembolik anlamı yüksek böylesi bir türbenin Erdoğan tarafından kurtarılması kurgusu, seçim öncesinde AKP’nin hanesine artı puan getirmesi veyahut yolsuzluk iddialarını ötelemek için bir fırsat olarak planlanıyor(du).
Suriye uçağının düşürülmesinin de böylesi bir kurgunun parçası olarak devreye sokulduğu iddiaları günden güne ağırlık kazanıyor. Son ses kaydı buna yorumlanıyor. Bu arada, Esad’ın “ben kalırsam Erdoğan gider” şeklindeki sözünü de unutmamak gerekiyor. Esad’ın hala ayakta kalması Erdoğan’ın hem içeride hem Ortadoğu’daki imajını, karizmasını paramparça eden bir tablo çıkartıyor ortaya.
AKP’nin Süleyman Şah planının deşifre olmaya başlamasıyla böylesi bir operasyonun artık meşruluk kazanmayacağından ötürü bundan vazgeçilebileceğini de belirtelim. Ancak buna benzer kurguların her zaman için devreye sokulma riskinin yüksek olduğunu da söyleyelim. Çünkü ellerinde başka şans kalmadı.
Milli kahraman değil milli patronluk!
Yolsuzluk ve rüşvet skandalının tapelerinden de anlaşılıyor ki Erdoğan’ın siyasi bir Milli Kahraman olmaktan ziyade kentsel rantın oligarşik yapının çıkarı için devreye giden adeta bir “Milli Patron” gibi rol oynadığını görüyoruz. Tapelerde Erdoğan için “Büyük Patron” olarak bahsedilmesi bunun göstergesi.
Suriye’de uygulanmak istenen mizansenle operasyon için gerekçeler oluşturma planlarının devreye sokulmasıyla Erdoğan’a kahramanlık imajı yaratma fikrinin deşifre olması, AKP için tüm umutları seçime bağlamasına neden oldu. Kendi siyasi evrenin sınırlarına hapsolan Erdoğan’ın tüm bu olan bitenlerden sonra kahramanlık taslayabilecek pek bir argümanı da yok, bu yönde bir stratejisi de yok artık. Beri yandan eğer AKP seçimde başarısız çıkarsa bu sefer kahramanlığı Fethullah Gülen’e kaptırmış olacaktır. Gülen’in başarısı “seküler kardeşlik bloğunda” onun itibarını artırıcı bir etki yaratacak ama Gülen eleştirilerden de kurtulamayacaktır. Zira kahramanlar değişse de Türkiye’nin kapitalizm hikayesi devam edecek, sadece AKP’nin ‘kayıtdışı çıkar ekonomisi’nden Cemaat öncülüğündeki ‘kayıtlı ekonomi’ye geçişin siyasal kompozisyonu şekillenmiş olacaktır.
Sağda Yeni Parti Yolda Mı?
Cemaatin ve ona yakın güçlerin Erdoğan’sız bir AKP peşinde olduğu biliniyor. öte yandan bunun gerçekleşmemesi durumunda başka seçenekler de masada bekletiliyor.
Abdullah Gül’ün tekrar Cumhurbaşkanlığına aday olmak istemesi onun için bir siyasi organizasyonu da zorunlu kılıyor. Ayrıca Cemaatin AKP içinde Cemaate yakın olup henüz istifa etmeyenler de bulunuyor. Buna Gül’e yakın isimlerin istifasını da eklediğimizde yeni bir sağ parti kurma girişimi iddiaları siyasi kulislerde yavaş yavaş ete kemiğe bürünmeye başlıyor. Ertuğrul Günay’dan, Gül’e yakın olup henüz istifa etmeyen Ali Babacan’a kadar AKP’den kopacak geniş bir kitlenin oluşturacağı bu partinin liberalizmi, AB’yi savunan, başta TUSKON olmak üzere Anadolu Sermayesinin de isteklerini hesaba katan bir programa sahip olması muhtemeldir. Tabi partinin kurulma hızı AKP’nin yerel seçimde %40’ın altında oy alıp almamasına bağlı gözüküyor. %40’ın üzerinde oy alması halinde belki bu süreç uzayabilir ama bir şekilde neticelendirilecektir. 2014’te erken genel seçimin ya Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ya da ondan sonra gündeme gelmesi kaçınılmaz görünüyor.
Ayrıca Erdoğan’ın Cemaate yönelik operasyonu seçimdeki oy oranına göre planlamasına dair açıklamasını da bununla birlikte düşünmemiz gerekiyor. Cemaate yakın şirketlere yapılan mali operasyon ve son olarak Asya Bank’ın borsadaki işlemlerinin durdurulmasına yönelik hamleler bu doğrultudaki kararlılığa veya gözdağına işaret ediyor.
Türkiye, seçime giderken belki de son dönemlerinin en uzun üç gününü yaşıyor. AKP siyasal hegemonyasıyla, Cemaat ise sivil-bürokratik ve küresel ilişki ağlarıyla birer korku tapınaklarına dönüşmüş vaziyette. Arkalarındaki güç ne olursa olsun toplumda bıraktıkları izlenimin ortak noktası korku kültürüdür, korku ile kontrol altına alma çabasıdır. En önemlisi de “güvensizlik” ikliminin her zamankinden fazla yoğun bir şekilde topluma sirayet etmesidir. Korku tapınaklarından kurtulmanın çıkış yolu ise yeni bir sivil ve siyasal örgütlenmeden geçiyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.