Dışişleri’nin dinlenmesinde casusluğu yapan suçludur ama tedbirini almayan da öyle. Üstelik 17 Aralık sonrasında Erdoğan ‘İki yıldır her şeyimiz dinleniyor’ demişken. Dışişleri’ndeki Suriye toplantısı 13 Mart 2014’te yapılmış. Dinlenmiş. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun makam odasına dinleme cihazı yerleştirilerek dinlenmiş hem de. Casusluktur, dün söyledik. Gelelim bugüne. Gelelim işin aslına. Davutoğlu’nun “Jammer (sinyal karıştırıcı) vardı” açıklaması, […]
Dışişleri’nin dinlenmesinde casusluğu yapan suçludur ama tedbirini almayan da öyle. Üstelik 17 Aralık sonrasında Erdoğan ‘İki yıldır her şeyimiz dinleniyor’ demişken.
Dışişleri’ndeki Suriye toplantısı 13 Mart 2014’te yapılmış.
Dinlenmiş. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun makam odasına dinleme cihazı yerleştirilerek dinlenmiş hem de. Casusluktur, dün söyledik.
Gelelim bugüne. Gelelim işin aslına.
Davutoğlu’nun “Jammer (sinyal karıştırıcı) vardı” açıklaması, içerden dinlenmediği anlamına gelmez. Yalnızca cep telefonu ya da benzeri frekanstan anında yayın yapan cihazların baskılandığını kanıtlar.
Mesela, biri içeri bir cihaz yerleştirdiyse, o cihaz kayıt yaptıysa sonra da oradan geri alınmışsa, jammer hiçbir şey yapmaz.
“Biz tedbir aldık, hırsız yavuzmuş” demenin ev soyulduktan sonra tesellisi bile yoktur.
Hırsız suçludur ama milletin en mahrem bilgilerini koruyamayanlar da suçludur.
Nasıl Başbakan Tayyip Erdoğan’ın evindeki çalışma odasına dinleme cihazı yerleştireni bulmak için en yakınındaki mesai ekibine bakılıyorsa Dışişleri Bakanı da ister istemez gözünü çevresindekilere çevirecektir.
Hükümet üyelerinin yakın çalışma arkadaşlarına casus şüphesiyle baktığı bir dönemden geçiyoruz.
Ulusal güvenlik açısından yaşanan pespayeliktir.
* * *
Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun kayıtta yer alan şu sözleri dün pek çok gazetede iddia olarak yer aldı: “Toprağımız ve ulusal güvenliğimizle ilgili yaptığımız konuşmalar son derece pespaye, ucuz bir iç politika malzemesi haline geldi.”
Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in “Yapacağımız iş direkt savaş sebebi. Dışişleri hiçbir zaman diğerine bir gerekçe bulamaz” diyor.
Konuşanlar hâlâ nefesi kesilmemiş devlet refleksinin sesidir.
Çünkü söz konusu olan savaştır. Savaş meşru müdafaa dışında suçtur. Kışkırtmak da suçtur.
Hükümetin bir dönem gözbebeği olan Müslüman Kardeşler bünyesinde serpilip gelişen, El Kaide’nin dahi vahşetini aşırı bularak dışladığı Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) isimli terörist grubun Süleyman Şah Türbesi’ni kuşatması üzerine yapılan kriz toplantısıdır.
Toplantıda “Gerekirse Suriye’ye 4 adam göndererek” savaş gerekçesi üretilebileceği sözlerini MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın sarf ettiği iddia edilmektedir. Sinirlioğlu buna gerek olmadığı, zaten türbenin Türkiye toprağı sayıldığı cevabını vermiştir. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, toplantıdaki konuşmaların gerçek olabileceğini beyan etmiştir.
Tarih 13 Mart’tır.
Başbakan Tayyip Erdoğan 10 gün sonra, 23 Mart’ta İstanbul mitinginde bir Suriye jetinin düşürüldüğünü açıklamıştır.
Suriye’nin 23 Haziran 2012’de bir Türk jetini düşürmesinin ardından Meclis’in hükümete verdiği yetki çerçevesinde Türkiye’nin “Sınırlarıma yaklaşma” kuralının ihlal edildiği açıklaması yapılmıştır.
* * *
Ama bundan dört gün önce, 19 Mart’ta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Samanyolu TV’de Erdoğan’ın seçimden önce orduyu Suriye’ye sokma niyeti taşıyabileceği konusunda Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’i canlı yayında uyarmıştır.
Ertesi gün, 20 Mart’ta Niğde’de şüpheli bir araçtan yol kontrolü yapan jandarmalara ateş açılmış, kan dökülmüştür. Araçtakilerin Suriye’den geldiği Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay tarafından kısa sürede açıklanmıştır. Kimi Kosova kimi Arnavut pasaportu taşıyan, Türkçe bilmedikleri halde Başbakan’ın 23 Mart İstanbul mitingini Beşar Esad rejimi adına sabote etmeye gittiği öne sürülen militanların IŞİD üyesi olduğu açıklanmıştır.
Kılıçdaroğlu, Dışişleri toplantısının casusluk faaliyeti sonucu alınan kayıtlarının yayımlandığı 27 Mart akşamı Kanaltürk TV yayınında kendisine bilgi veren kaynakları ‘devlet vicdanına’ sahip kişiler olarak tanımlamıştır.
Devletin vicdanı artık devletin yönetimindeki bilgileri anında muhalefete uçurmaya başlamışsa, iktidardakilerin etrafındakilere daha dikkatle bakmaya başlaması kaçınılmazdır. Paranoya böyle başlar.
* * *
Suriye siyasetine geleceğiz ama daha önce bir nokta daha var.
Toplantı 13 Mart’ta yapılmıştır.
Yani 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasının açıklanmasından neredeyse üç ay sonra.
Yani Erdoğan’ın “İki yıldır her şeyimizi dinliyorlarmış” demesinden, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dahi dinlenmiş olduğunu açıklamasından, MİT’in bir devlet kuruluşu bilgisayar programındaki korsan yazılımın bütün bilgileri yurtdışındaki bir adrese aktardığını saptamasından çok sonra.
Hâlâ bu ne aymazlıktır?
Hırsız suçludur, bulunup cezalandırılmalıdır ama polisteki, istihbarattaki bu ne aymazlıktır?
* * *
Gelelim Suriye siyasetine…
Arap Baharı, Arap halklarından çok Erdoğan’ın başını döndürdü.
Mısır ve ardından Suriye patlayınca ABD, İngiltere, Fransa, hazır Rusya daha Libya şokunu atlatmadan müdahale etmek istedi.
Erdoğan izin vermedi. Ne de olsa Suriye diktatörü Esad da ‘kardeşiydi’
Esad, Erdoğan ve Davutoğlu’nu aylarca oyaladı. Ankara, 2011 sonbaharında Esad’ın ‘Altı ay, en fazla bir yıl’ ömrü olduğuna inanıyordu.
Erdoğan döndü, ABD’ye “Haydi şimdi vuralım” dedi. Ne ABD Başkanı Barack Obama’nın seçim dönemine girdiğini ne de Rusya’nın Ortadoğu’da tek müttefiki olarak kalan Suriye’den vazgeçmeyeceği kararlılığını hesaba kattı.
İş işten geçmiş, Rusya ile çatışmak istemeyen ABD müdahaleyi gündemden çıkarmıştı.
Hem Amerikan istihbaratı CIA hem Fransız istihbaratı DGSE uyarmıştı MİT’i “Sizin güvendiğiniz Müslüman Kardeşler içinde El Kaideciler var, o yüzden silah veremeyiz” diye; CIA da uyardı.
* * *
Erdoğan o ara Suriye siyasetini MİT’e teslim etmişti; Dışişleri ve Genelkurmay bir ara neredeyse figüran konumunda oynadılar.
Kendilerine o kadar güveniyorlardı ki, Pakistan üzerinden taşınan Özbek mücahitlerin içine ajanların sızdığı, Türkiye’nin gizlidir diye yaptığı operasyonların Kabil ve Taşkent üzerinden hem Moskova hem Washington’a gittiği iddialarına dahi kulak tıkadılar.
Esad’ın halkını öldürmesine hepimiz ağladık ama hükümet iş ayyuka çıkana dek İslamcı militanların kafa kesme vahşetine gözlerini kapadı.
Erdoğan’a giden istihbarat raporları hep dört dörtlüktü: Suriye’de kuş uçsa haberimiz oluyordu. Ankara uyandığında o cephede de iş işten geçmişti. Mısır’da Muhammed Mursi’nin devrildiği 3 Temmuz günü, artık ABD açısından ‘Kardeşlik’ defterinin, ılımlı İslam defterinin kapandığını Erdoğan hâlâ görebilmiş değil.
Ama 3 Temmuz’la birlikte Suriye ‘Kardeşliğinin’ dağıldığını, yerini El Kaideci şubesi El Nusra ile El Kaide’nin dahi aşırı bulduğu, belki Esad’ın kendisini temize çekme niyetiyle önünü açtığı IŞİD’in aldığını görmek durumunda kaldılar.
Taşıma suyla, kamyon kamyon silah ve para göndermenin silahlı bir muhalefet hareketini yaşatmaya yetmeyeceği IŞİD’ciler Süleyman Şah Türbesi’ni kuşatınca kafaya dank etti. Suriye’deki muhalefete malzeme taşıyan MİT kamyonlarının Gaziantep-Adana otoyolunda durdurulması Gülencilerin faaliyeti olarak ilan edildi ama zaten Rus’undan İranlısına, Amerikalısından İngilizine kadar, bu sözümona ‘gizli’ faaliyetten haberdar olmayan kalmamıştı.
Aslında 13 Mart konuşmasının kayıtlarının yayımlanmasıyla Türkiye’nin mevcut Suriye siyaseti fiilen sonuna gelmiş sayılır.
* * *
Gelişmiş bir demokratik rejimde bu bantın ortaya çıkmasıyla birlikte Dışişleri Bakanı ve İstihbarat Şefi’nin istifası kamuoyunun gündemine gelirdi.
Yarın seçimler var.
Sizce seçimlerin ardından Davutoğlu veya Fidan’ın veya ikisinin de istifası ya da görevden alınması gündeme gelir mi?
Gelmesi gerekir mi diye sormuyorum, gelir mi?
Üstelik bir yandan Arınç’ın “Ben anlaşmayı hazırladım, top Erdoğan’da” der gibi seçime bir hafta kala ilan ettiği İsrail anlaşması ihtimali masadayken?
Hiç sanmıyorum. Tersine mağdur kahramanlar olarak devam etmeleri şansı daha yüksektir.
Gerçi WikiLeaks krizinden sonra CIA Başkanı istifa etmemişti ancak şimdi bile bile lades söz konusu.
Ama artık filmin sonuna yaklaştığımızı görüyorsunuz değil mi?
Beşir Atalay’ın tahmin ettiği gibi AK Parti yüzde 50 oy bile alsa Erdoğan, dış politikayı da güvenliği de ekonomiyi de bugüne kadar olduğu gibi yönetmeye devam edebilir mi?
Üstelik önümüzde iki çetin seçim daha varken… Erdoğan’ın yumruğunu daha da sıkması ihtimali yüksektir.