Türkiye’de seçimler yoluyla da olsa partilerin iktidara gelmeleri ve yürütme gücünü kullanmaları siyasetin bazı parametrelerine bağlıdır. Bunlardan biri, askeri darbelerin stabilize ettiği kulvarlarda askeri vesayete ve icazete dayanarak iktidar olmaları ve iktidarlarını askeri ve sivil bürokratik elitle paylaşmalarıdır. İkincisi, ABD, NATO ve AB’den oluşan üçlü emperyalist odağın askeri, siyasi ve ekonomik çıkarlarını gözetmeleridir. Üçüncüsü, Türk-İslam […]
Türkiye’de seçimler yoluyla da olsa partilerin iktidara gelmeleri ve yürütme gücünü kullanmaları siyasetin bazı parametrelerine bağlıdır. Bunlardan biri, askeri darbelerin stabilize ettiği kulvarlarda askeri vesayete ve icazete dayanarak iktidar olmaları ve iktidarlarını askeri ve sivil bürokratik elitle paylaşmalarıdır. İkincisi, ABD, NATO ve AB’den oluşan üçlü emperyalist odağın askeri, siyasi ve ekonomik çıkarlarını gözetmeleridir. Üçüncüsü, Türk-İslam sentezi doğrultusunda Sünni ve Hanefi İslam çizgisinde siyaset yapmalarıdır. Dördüncüsü, Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı ulusal inkâra, imhaya, ırkçılığa, şovenizme ve asimilasyona dayalı sömürgeci politikaları sürdürmeleridir.
Türk tarz-ı siyasetinin belirleyici öğeleri olan bu refleksleri AKP iktidarı büyük bir istekle yerine getirdi ve getirmeye devam ediyor. Sadece kendisinden önceki iktidarlardan farklı olarak Kürt Özgürlük Hareketi’nin büyük bir överiyle aldığı çatışmasızlık kararını zımni olarak kabullendi. 12 yıllık iktidarı döneminde attığı tek adım bu oldu. Gerisi laf-ı güzaftan öteye gidemediği için çözümsüzlük kulvarında yol almayı sürdüren AKP siyasal ömrünü tamamlamaya başladı. Böylelikle Özal döneminden beri tüm siyasal iktidarların kaderini belirleyen Kürt sorununun çözümsüzlük politikaları AKP’nin de kaderini belirledi.
PKK lideri Öcalan bu gerçeği 1991 yılından beri söyleyerek siyasal iktidarları uyardı. Ancak hiçbir iktidar bu öngörülü uyarıyı dikkate almayarak Türk oligarşisinin çıkarları doğrultusunda yol aldı. Özal bir adım atmaya hazırlanırken bunu hayatıyla ödedi. Ardından gelen Demirel, iktidarı döneminde Kürt sorununu dillendirdi, fakat Çankaya’ya çıkınca kendisini iki kez iktidardan indiren Genelkurmay’ın emrine girerek 28 Şubat askeri müdahalesinde önemli bir rol üstlendi. Genel seçimler yoluyla iktidara gelen ve Kürt Özgürlük Hareketi ile ilişki kurmaya çalışan Erbakan ise, ordu ve tekelci sermaye ittifakının gadrine uğrayarak post-modern bir darbeyle iktidardan uzaklaştırıldı. Ardından gelen Çiller-Yılmaz ara rejim iktidarları, onun ardından kurulan Ecevit’in Türkiye’nin en azınlık hükümeti, 28 Şubat konjonktüründe yapılan 1999 seçimleri ile kurulan Ecevit koalisyonu ve 2002 erken seçimiyle AKP’nin iktidara gelmesi/getirilmesi sürecinde oligarşinin çözümsüzlük politikaları belirleyici oldu.
AKP ile Gülen Cemaati arasında iktidarın paylaşımı ve nimetlerinden yararlanma üzerine kurulan 11 yıllık stratejik işbirliği, çözümsüzlük politikaları üzerinden sürdürüldü. Siyasal iktidarın hiyerarşisini değiştiren dini ve siyasi karmaşık ilişkiler ağı, her iki hareketin “çıraklık, kalfalık ve ustalık” dönemlerine göre alan hakimiyetine dönüştüğü için çatışma kaçınılmaz hale geldi. Çatışmanın başlangıcı Oslo görüşmeleri sırasında, yani devletle KCK arasında başlayan diyalog sürecinde ortaya çıktı. MİT ile KCK arasındaki görüşme zabıtlarının kamuoyuna yayınlanması ve ardından MİT Müsteşarı H. Fidan’ın 7 Şubat 2012’de sorguya çağrılması Cemaatin Erdoğan’a karşı ilk şiddetli saldırısı oldu. Giderek şiddetlenen Cemaat-AKP çatışması 17 Aralık 2013 yolsuzluk ve rüşvet operasyonu ile hükümeti yıpratma ve düşürme savaşına dönüştü. Bu çatışma sürecinde Erdoğan kendini ve hükümetini kurtarmak için bir seri baskı yasaları (İnternet, HSYK, MİT) çıkararak tek adam yönetimini pekiştirmeye başladı.
Son olarak Erdoğan’ın tevil yollu ikrarına yol açan oğlu Bilal’le yaptığı telefon konuşmalarının bant kayıtları ve muhtemelen ortaya sürülecek daha başka bilgi ve belgeler, artık AKP iktidarının meşruiyetini yitirdiği ve siyasal ömrünü tamamladığı anlamına geliyor. MGK bildirisinde “Halkımızın huzurunu ve ulusal güvenliğimizi tehdit eden yapılanmalar ve faaliyetlerden” söz edilmesi ise, 28 Şubat söylemini çağrıştırıyor. Erdoğan artık yolun sonunu görmüş olmalı ki, kendisini kurtarmak için iyice despotizme yöneliyor.
Ancak ne baskı yasaları ne despotizmi Erdoğan’ı kurtarmaya yetmeyecek. İmralı diyalogu müzakereye dönüşmeden ve çözüm süreci olmadan Erdoğan iktidarda kalamaz. Daha geç olmadan Erdoğan bu gerçeği görmeli.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.