Kış boyunca yağmayan yağmur iki gündür kesilmedi. Bugüne saklamış gibi kendisini. İki gündür soğuk ve yağmur içime işledi sanki… Şoförümüzün uyarısıyla beş dakika önce geldim servise bineceğim yere. Beş dakika önce çıkarsak trafiğe takılmazmışız. Söylediği vakitte oradaydım, servis ise alışıldık vaktinde geldi, hemen attım kendimi içeriye ama içerisi dışarıdan daha soğuktu, klima çalışmıyormuş. İstanbul trafiğine […]
Kış boyunca yağmayan yağmur iki gündür kesilmedi. Bugüne saklamış gibi kendisini. İki gündür soğuk ve yağmur içime işledi sanki…
Şoförümüzün uyarısıyla beş dakika önce geldim servise bineceğim yere. Beş dakika önce çıkarsak trafiğe takılmazmışız. Söylediği vakitte oradaydım, servis ise alışıldık vaktinde geldi, hemen attım kendimi içeriye ama içerisi dışarıdan daha soğuktu, klima çalışmıyormuş.
İstanbul trafiğine bir isyanın bir yorumu mu, yoksa bir çeşit meditasyon mu bilmem radyoda sabah sabah arabesk müzik çalıyordu. Soğuktan mı kaskatı kesildim yoksa kaskatı kesilince daha az üşürüm diye bilinçli olarak mı yapıştım koltuğa, bunun hesabındayken ben, bir yandan da sabahın köründe maruz kaldığım Müslüm Gürses şarkısını düşünüyordum ve arabeski…
Evet, trafiğe takıldık. Servis buz gibiydi. Müslüm dinliyorduk. Uykumuz vardı. Servisteki çoğu kişi uyuyordu zaten. Belki de öyle olsun diye gözleri kapalıydı. Gözleri açık olanlar ise ya dışarı bakıp geçen araçlardaki hayatları düşünüyordu ya da yanındakiyle konuşuyordu. Benim önümdeki iki kişinin muhabbeti de her sokağa asılan ve gökyüzünü halka kapatan parti flamaları, pankartları hasebiyle olsa gerek siyasetti. Biraz hırsızlıktan, yolsuzluktan söz ettikten sonra şükrettiler hallerine. Her sabah uyanıp gidebildikleri bir işleri vardı hatta soğuk da olsa bir işyeri servisleri bile vardı. Bu devirde bulunmaz nimetti sonuçta. Maaşları asgari ücretin üzerindeydi bir de.
Yoksulluk sınırının altındaydı ama olsundu. İnsanca yaşamın sözünü bile edemez haldeydiler ama çok şükürdü.
Radyoda haber jeneriği girdi, hemen kulağımın sağlıklı olduğunu düşünüp şükrettikten sonra (!) dinlemeye başladım.
“Uzun süredir hastanede yaşam mücadelesi veren Berkin Elvan bugün sabah hayatını kaybetti.”
Ne kolay çıkıverdi haber spikerin ağzından. Ne kolay verdi haberi. Yanına bir cümle ekleme zahmetinde dahi bulunmadan nasıl kolay anlattı olup biteni.
Kimin vurduğunu söylemedi.
Neden, nasıl vurulduğunu söylemedi.
Neden vurulur 14 yaşında bir çocuk, sormadı.
15. yaşına hastanede girmek, ailesine karne yerine sağlık raporu verilmesi, 16 kilo ölmek hayal edilebilir şeyler midir acaba diye düşünmedi hiç.
‘Berkin’i vuran bir polisti, hala görevde, vurdurtan da hala görevde aynı zamanda o bir hırsızdı’ demedi.
Tek bir cümleye sığdırdı haberi. Tek bir cümleye sığdırdı acıyı, öfkeyi… Tek cümle, 12 kelime…
Servisteki herkes sustu. Bilmiyorum haberi duydular diye mi yoksa edecek sözleri olmadığından mı ama hepsi sustu. Radyo şarkılarına devam etti, haberden sonraki ilk şarkıda şöyle diyordu: Hazırım sensizliğe…
Kaskatı kesilmiştim. Ama soğuktan değil.
Gözümden bir damla yaş aktı. Ama soğuktan değil!
11 Mart 2014
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.