2002′de Bismillah, gömlekleri değiştirdik geliyoruz dediler, 2013 sonunda ise haklarında hırsızlık, yolsuzluk ve düzenbazlık iddiaları ortaya çıkınca “Ben lafa değil icraata bakarım” afişleri ile oy ister seviyeye geldiler. Peki, gerçekten bakalım o zaman, “ne dediler, ne yaptılar.” Neymiş bu icraatlar, bir görelim! “Türkiye ekonomisi uçuyor” dediler, Cumhuriyetin kuruluşundan 2002 yılına kadar 79 yılda toplam cari […]
2002′de Bismillah, gömlekleri değiştirdik geliyoruz dediler, 2013 sonunda ise haklarında hırsızlık, yolsuzluk ve düzenbazlık iddiaları ortaya çıkınca “Ben lafa değil icraata bakarım” afişleri ile oy ister seviyeye geldiler. Peki, gerçekten bakalım o zaman, “ne dediler, ne yaptılar.” Neymiş bu icraatlar, bir görelim!
“Türkiye ekonomisi uçuyor” dediler, Cumhuriyetin kuruluşundan 2002 yılına kadar 79 yılda toplam cari açık 48 milyar 800 milyon dolar iken, sadece 2013 yılında 65 milyar 4 milyon dolar ile 79 yıldan fazla cari açık verdiler. Yani Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdılar. 2012 verilerine göre Türkiye, cari açığın gayri safi milli hasılaya oranı bakımından dünyada en kötü durumdaki ülkeler arasında. Daha kötü durumdaki ülkeler yok mu? Var, örnek vereyim; Mozambik, Kenya, Moğolistan…
“Yabancı sermaye para getiriyor” dediler, Türkiye 2002′den bu yana, dünyada sıcak paranın çekim alanı içinde yer alan 10 ülkeden birisi olarak ortaya çıktı. 2013 yılında yabancı yatırımcılar Türkiye’deki doğrudan yatırımlardan elde ettikleri kârların ve portföy yatırımlarından sağladıkları gelirlerin yaklaşık 13,5 milyar dolarlık bölümünü yurt dışına transfer etti. Aynı dönemde Türkiye’ye doğrudan yabancı yatırım girişi ise sadece 12,6 milyar dolar oldu. Gelen doğrudan yabancı yatırım tutarı, yurt dışına kazanç transferlerini karşılayamaz oldu. Yani kazanan Türkiye değil yine “sermaye” oldu. Yabancı sermaye para getirmedi, para götürdü!
“Toplumun gelir düzeyi arttı” dediler, Koç’un, Sabancı’nın geliri ile vatandaşınkini toplayıp ortalamasını kişi başına gelir diye verdiler. Gelir dağılımıyla ilgili olarak resmi rakamlar açıklandı, en yüksek gelir dilimine sahip en üstteki yüzde 20, toplam gelirden yüzde 46.6 pay alırken; en düşük, en alttaki yüzde 20′lik dilimin, milli gelirden sadece yüzde 5.9 pay aldığı ortaya çıktı. Arada 8 kat fazlalık oluştu.
“IMF’ye olan borcu bir tek biz ödeyerek azaltıyoruz” dediler, oysa Türkiye’nin IMF’ye olan borcunun azalmasının, Türkiye’nin “daha az borçlu” bir ülke olması anlamına gelmediğini gözardı ettiler. Zira Türkiye’nin IMF’ye olan borcunun yüzde 80 azalarak 3,8 milyar dolara düştüğü 2002-2011 döneminde toplam dış borç yüzde 136 artarak 306 milyar dolara çıktı. Kısa vadeli dış borç stoku, 2013 aralık ayı sonunda bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 28,4 oranında artışla 129,1 milyar dolar oldu. Başka bir deyişle, Türkiye’nin dış borç stoku AKP döneminde hem muazzam ölçüde arttı hem de yapı itibariyle eskisine göre daha sürdürülemez hale geldi.
“Küresel kriz teğet geçti, hamdolsun” dediler, Türkiye, EUROSTAT ve OECD tarafından açıklanan 2012 yıl sonu raporunda, satın alma paritesine göre, 37 Avrupa ülkesi arasında ancak 30. olabildi. Dünya Ekonomik Forumu’nun küresel rekabet gücü endeksinde ise 59. sırada. Bu sıralamaların en önemlisi olan insani gelişme endeksinde de dibe vurdular.
“İşsizliği ortadan kaldıracağız” dediler, işsizlik oranı arttı, güvencesiz işçi sayısı arttı, çocuk işçiler arttı, sendikasız işçi oranı ve sendikalı işçilere uygulanan baskılar arttı, grev hakkı üzerindeki baskılar arttı. Asgari ücret dahi alamayan binlerce işçinin olduğu bir ülkede, dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 1165 lira, yoksulluk sınırı ise 3 bin 2 lira olarak belirlendi. Maden işçilerine “iyi öldüler”, grev hakkı için ayaklanan emekçilere “nankör”, çiftçiye ise “ananı da al git, gözünüzü toprak doyursun” diyerek hakaret edildi. Yani Türkiye’nin en büyük sorunu işsizlik, her evden, her aileden en az 1 kişiyi vururken, birilerinin oğulları, “babadan oğula geçen hırsızlık” yeteneği ile hızla yükseliyordu!
“Açlığı, sefaleti ortadan kaldıracağız” dediklerinde, gazetelerin ikinci sayfası şu haberlerle doluyordu: Diyarbakır’da bir anne, çocuklarına kahvaltı hazırlayamadığı için intihar etti. Samsun’un Tekkeköy İlçesi Cumhuriyet Mahallesi’nde oturan Necla ve Murat Bakırcı çiftinin 2.5 aylık bebekleri yeteri kadar beslenemediği için açlıktan öldü. Safranbolu’da 71 yaşındaki emekli fizik öğretmeni evinde, açlık sebebi ile ölü bulundu. Buca’da oturan 14 yaşındaki Sercan Borduk karşıdan karşıya geçerken “Açlığın verdiği dalgınlıkla” trafik kazası sonucu öldü. 2014’ün Türkiye’sinde durum buydu. Bir tarafta açlıktan ölen bebekler, diğer tarafta ise bu halkın emeğini sömürerek hortumladıkları paraları geceler boyu zırhlı araçlarla taşıyıp yine de “sıfırlayamadığı’’ paralarının miktarı 30 milyon Euro’yu bulanlar.
“Biz hak yolunda Mücahit’iz” dediler, birden müteahhit oluverdiler, tüm şehir mimarisini imamlara bırakıp yüzlerce insanın hayatı ile oynadılar, kentsel dönüşüm projesi adı altında rantsal dönüşüme atıldılar, “ya rab” dediler “ya rant” buldular. Kendi oğullarını, kızlarını, yakınlarını şirket sahibi yapıp bu ranttan pay sahibi ettiler.
“Özgürlüklerin önünü açıyoruz, askeri vesayeti kaldırıyoruz” dediler, Gezi direnişinde sıkışınca ise ilk iş askeri sokağa çıkardılar! Polis devletini kuranlar, 1 yıllık biber gazı stokunu sadece Gezi direnişi sürecinde vatandaşın üzerine sıkanlar, Ergenekon ile Kemalistleri, Devrimci Karargah ile sosyalistleri, KCK ile Kürtleri, kısaca kendine muhalif olan herkesi düzmece operasyonlar ile hapse tıktıranlar, şimdi koalisyonları, “mutualist” ilişkileri ortadan kalkınca birbirlerini yemeye başladılar. Bir taraf elindeki kasetleri el altından sızdırırken diğer taraf bunu engellemek için her türlü baskıyı kullanır oldu.
“Terör ile mücadele” dediler, herkesi “terörist” ilan ettiler. “Bunlar solcu, bunlar Alevi, bunlar terörist’’ sözlerinin bir anlamı vardı şüphesiz! Türkiye’de 2005 yılında terör suçu gerekçesiyle tutuklanan insan sayısı 273 iken bu sayı sadece 5 yılda yüzde 500 arttı! Tüm dünyada terör gerekçesiyle tutuklu bulunan insan sayısını göz önüne aldığımızda Türkiye’de aynı gerekçeyle tutuklu olan insan sayısı bunun nerede ise 3’te 1’ini oluşturuyordu. Kısacası dünyadaki 3 “terörist”in biri Türkiye’de yaşar oldu. AKP-Cemaat arasında öküz ölüp ortaklık bozulunca “terörist’’ listesi de yenilenmiş oldu elbette! Dün terörist olanlara bugün “içlerinde haksızlığa uğrayanlar da var’’ denilerek yasal düzenleme çabası içine girilirken, listenin başına “Cemaat örgütü’’ ve Pennsylvania’daki örgüt lideri oturdu!
Dergilere demeç verirken “Sansür, sadece edebiyatta değil, sanatta, medyada, siyasette ve diğer alanlarda da kabul edilmez bir engelleme yöntemidir” dediler, henüz basılmamış kitaplara sansür uyguladılar, onlarca dergi toplatıldı, muhalif gazete ve televizyonlara mali operasyonlar düzenlediler. Kendi hırsızlıkları, yolsuzlukları açığa çıkmasın diye yüzlerce internet sitesine erişim engellendi, yasalar çıkartıldı. Bir ülkenin Başbakanı “Bu milleti Facebook’a, Youtube‘a yedirmeyiz gerekirse kapatırız!’’ diyecek kadar uçtu! Açıktan medya patronlarını “ağlatana’’ kadar tehdit ederek, yazarlar hakkında baskıda bulunanlar, Alo Fatih’lerle alt yazılara dahi müdahale edenler, Türkiye’nin tutuklu gazeteci sayısı bakımından dünyada en üst sırada olmasının baş sebepleriydiler!
AKP’nin en çok “icraat” gösterdiği alanlardan biri de “dışişleri’’ oldu. “Yeni Osmanlıcılık” edası ile ortaya atılan ve kendini her defasında Ortadoğu’nun yeni lideri ilan edenler, aslında bu topraklar için planlanmış senaryolarda lider değil ancak “kukla” olduklarını gösterdiler.
Dışişlerinde “komşularla sıfır sorun” dediler, “sorunlarla sıfır komşu” aşamasına geldiler. Ortadoğu’da istikrar isteriz, hiçbir ülkenin içişlerine karışmayız dediler, BOP’un eş başkanı olup “Arap baharı” adı altında bölgedeki birçok ülkeye emperyalist saldırıda bulunanlara destek verdiler, NATO’nun ne işi var Libya’da açıklamasının hemen ardından Kaddafi’nin devrilmesi için milyonlarca dolar harcadılar, Suriye ile dostluk köprüsü kuruyoruz derken Esad rejimine karşı ayaklanan paralı askerlere ülkenin kapılarını açtılar. TIR’lar dolusu silahı MİT korumasında Suriye’deki “özgürlük savaşçıları’’na yolladılar.
Yasama ve yürütmeyi elinde bulunduran AKP-Cemaat koalisyonu, iktidara geldiği günden beri gözünü yargıya dikmişti. Eski “yoldaş’’ Fethullah Gülen’in özellikle işgal edilmesini istediği yargı için “darbecilerle hesaplaşıyoruz” maskesi altında 12 Eylül referandumuna gidildi. “Artık üstünlerin hukuku yok, hukukun üstünlüğü var” dediler, düne kadar en nefret ettikleri ve sürekli olarak ”görev yetkisini” aştığını söyledikleri Anayasa Mahkemesi’ne, kendine bağladıktan sonra hayal bile edilemeyecek yetkileri kendi elleri ile vermek istediler. 12 Eylül referandumundan sonrası ilk iş yüksek yargı organlarındaki daire ve üye sayılarını arttırdılar. Açılan kadrolara iktidar-cemaat yanlısı yeni üyeleri atadılar. Bu üyeler yavaş yavaş yüksek yargıyı ele geçirirken son olarak seçimlerde “Blok” oluşturup, tek yürek, tek bilek yeni Danıştay ve Yargıtay başkanlarını seçtiler. Böylece AKP-Cemaat koalisyonun yasama ve yürütmeden sonra yargıyı da kendi tekeline alma yolunda ilk adım atılmış oldu. Şimdi koalisyon dağılınca ortaklardan biri diğerine “ne istediniz de vermedik’’ diyerek dün ne söyledilerse tersini yapmak için, kendilerini korumak için, yolsuzluklarının ortaya çıkmasını engellemek için yeniden yapılanmaya gitti. Kendi elleri ile besleyip yargı içine yerleştirdikleri gün olup kendilerini yargılamaya kalkınca, eski “dostla’’ ortaklaşa bozduğu adaletin kantarı gün gelip kendini tartmaya kalkınca Türkiye tarihinin en büyük yargı-polis tasfiyesini görür oldu. Yıllarca “28 Şubat’ta neredeydiniz’’ diyerek yargıdan çok çektik diye ağlayanlar yine bir 28 Şubat günü kendi hırsızlarını serbest bıraktılar.
“Kadınlar önemli, cennet anaların ayakları altındadır” dediler, kadınlara hayatı cehenneme çevirdiler, çocuk gelinler arttı, tecavüz vakaları arttı, kadın cinayetleri yüzde 1400 oranında arttı! Kürtaja yasak getirilmeye çalışılarak “vajina bekçiliği” yapıldı. 13 yaşında 26 kişinin tecavüzüne uğrayan ve açılan davası 8 yıl süren kız çocuğu hakkında mahkeme “sanıklarla kendi rızasıyla birlikte oldu” dedi. HSYK “tecavüze uğrayan kişinin tecavüzcüsü ile evlendirilmesi” anlamına gelen bir öneride bulundu! Türkiye, 2014’ün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne ‘’Ben zaten kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum’’ diyenlerin Başbakan, ‘’Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek’’ diyenlerin Maliye Bakanı, ‘’Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar’’ diyenlerin Sağlık Bakanı olabildiği bir ülke olarak girdi.
Zamanında bir üniversitenin mezuniyet törenine katılarak: “Bugün mezun olan siz öğrencilerimiz ortalama 22 yaşındasınız. Sizler, çok şükür 12 Eylül müdahalesini görmediniz, yaşamadınız. 12 Eylül öncesinde ve sonrasında, üniversite gençliğinin, özellikle bizlerin yaşadığı çileyi, acıyı sizler yaşamadınız. Belki bunları okudunuz, belki bunlar sizlere anlatıldı ama biz, sizlerin o tür atmosferleri yaşamamanız için azami bir hassasiyet içinde olduk” diyenler, hem Gezi direnişinin hem de yolsuzluk protestolarının dinamosu olan gençliği ablukaya aldılar. Başta ODTÜ olmak üzere tüm üniversiteleri ve öğrencilerini kontrol altına alayım derken darbe dönemlerinde dahi rastlanmayan bir şekilde yaklaşık iki binin üzerinde tutuklu öğrencinin bulunduğu bir ülke yarattılar.
“Yükseköğretimde kalite, her şehre bir üniversite” dediler, neredeyse her üniversiteden onlarca öğrenci attırdılar, rektörleri, ilerici akademisyenleri ya içeri tıktılar ya da cezalandırdılar, TÜBA ve TÜBİTAK’ı uluslararası alanda bir makalesi dahi yayımlanmamış “bilim” insanlarına emanet ettiler. Devlet üniversitelerini her geçen gün işlevsizleştirirken özel üniversitelerin sayısını her geçen gün arttırdılar. İlkokuldan üniversiteye kadar eğitimin her alanının metalaşması uygulamasına geçtiler. Diyarbakır’da 6 yaşındaki oğlunu anasınıfına kayıt yaptırmak isteyen anne, kayıt parası veremediği için okulun halılarını yıkamak zorunda kaldı, halıları damda yıkarken kayıp düşme sonucu belkemiğinde kırık olduğu için felç oldu. Muğla’da dershane borçlarını ödeyemeyince annesi hapse giren genç ‘Bu acıya dayanamayacağım’ deyip intihar etti, öldü!
“Öğretmen ataması yapacağız” dediler, KPSS’de kopya skandalı çıktı, YGS’de şifre skandalı çıktı, Polislik sınavlarının ‘’eski yoldaş’’ cemaat okullarına verildiği ortaya çıktı! Tüm bunlar olurken biz en son şu haberi okuyorduk: ‘’ Atanamayan öğretmenlerin oluşturduğu platform internet üzerinden 80 ilde atanamayan 1127 öğretmenle yaptırdığı anketin sonucuna göre, yıllardır atama bekleyen öğretmen adayları içinde intiharı düşünenlerin oranı yüzde 38.33 çıkmıştı. Bu acı gerçekten 6 gün sonra Sinop’ta, işsiz bir öğretmen olan 35 yaşındaki Gamze Filiz Arslan, evde bulunan av tüfeğiyle canına kıydı’’ Konu türban olunca mağdur edebiyatı yaparak yıllarca bu alanı sömürenler şimdi seçim afişlerinde “Artık türbanımla derslere girebiliyorum’’ diyen öğretmenler üzerinden oy istiyorken, “Birinin kıyafetine karışmak ancak statükocuların işidir” diyenler, Galatasaray Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Fakültesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül’ü sırf poşu taktığı için “terörist” muamelesi yaparak 11 yıl 3 ay hapis cezası ile yargıladılar. Üniversitede türbana karşı öğretim görevlilerine “bunlar bilim insanı değil, bilim insanının görevi bilimle uğraşmaktır” dediler, atadıkları öğretim görevlilerinden Selçuk Üniversitesi İlahiyat Bölüm Başkanı Prof. Orhan Çeker, dekolte giyenin tecavüzü göze alması gerektiğini söyledi. Bir başka akademisyen Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Suat Kıyak’ın öğrencileri kıyafetlerine dikkat etmezlerse ders ve sınavlara almayacağı yönünde tehdit ettiği ortaya çıktı. Prof. Kıyak ise kendini, “İnsanın dikkati dağılıyor” diye savundu.
Sanırım bu kadarı yeter! Şüphesiz ki daha da uzatmak mümkün ancak eğitimden özgürlüklere, yargıdan dış politikaya, ekonomiden bilime kadar gerek AKP-Cemaat koalisyonunun “ortak’’ günahlarına, gerekse eski dosttan düşman olunca ortaya nelerin çıktığına dair geniş bir perspektifte örnekler sunmaya çalıştım. Seçime sayılı günler kala belki de ilk defa AKP’lilere katılıyorum. Halktan rica ediyorum, gerçekten de “lafa değil icraata’’ baksınlar. O zaman şu an gelinen noktayı; neden, “eritemediği’’ para dahi 30 milyon Euro olanların arkasından koşan belki de asgari ücretli “kefenlilerin’’ aslında tam bir trajedi örneği olduğunu daha iyi anlayacaklardır.
*Not: Unutmadan, hazır konu ‘’ne dediler/ne yaptılar’’ ana temasında açılmışken sadece hatırlatmak istedim.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.